HALKA RAĞMEN DEĞİL HALKLA BERABER
Günümüz siyaset dünyasının aslında en fazla iç içe olduğu konuların başında “seçmenle iletişim” gelmektedir. Bir siyasetçi; siyaset ilmini, tarihi, ekonomiyi ve hatta matematiği ne kadar bilmek zorunda ise, “insanlarla kaliteli bir sosyal iletişim” kurabilmek için de; iletişim konusunu çok iyi bilmek zorundadır.
Gelgelelim bugün hayallerle gerçekler ise bırakın uyuşmayı, birbirinin kısa bir mesafe uzağından dahi geçmiyor. Öyle ki; ülkemizde seçmen davranışları aslında olması gerekenden çok daha farklı unsurlarla şekilleniyor, adayların uçuk hatta ütopik vaatlerinden dahi etkileniyor. Hafızanızın size bilgileri eksiksiz getirebildiği dönemlere şöyle bir gezinti yapın bakalım. Ben örneğin çocukluğumun geçtiği doksanlara bir gidip gelecek olsam; aklıma neler geliyor neler. Süleyman Demirel’den Turgut Özal’a, Mesut Yılmaz’dan Tansu Çiller’e ve bugün halen günümüzde aktif siyaset yapan tüm siyasetçilere varan geniş bir hatıralar dünyası sarıyor çevremi. Öyle vaatler vardı ki; “ekonomiyi 500 günde düze çıkarmak, her mahalleden yüz trilyoner çıkarmak, her eve araba ve ev olmak üzere iki anahtar vermek, sınavsız üniversite giriş hakkı vermek, mazotu 1 TL’ ye indirmek” ve bunlar gibi daha nice gerçekleşmesi zor, hatta çok zor vaatler geldi geçti hayatımızdan. Benim yaşım belki bu kadarını hatırlamaya yetiyor, ancak benden yaşça büyük olan kıymetli okurlarımdan belki de burada yazdıklarımdan çok daha fazlasını hatırlayanların oldukça fazla olacağını tahmin ediyorum.
Her şeye rağmen, gerçekleşse de gerçekleşmese de vaatler her aday için en önemli seçim kazanma aracıdır. Vaatler bir adayı rezil de eder, vezir de diyeceğim ama belki bundan daha da fazlası. Seçimler öncesinde halkın ilgi, alaka ve sevgisini gören adayların kendi içlerinde yoğunlaşan duygusal durumlarının hissettirdiği duygularla bol keseden verilen sözler, seçim kazanıldıktan sonra da hafızalarda tazeliğini korur, seçmenler tarafından unutulmaz. Bu nedenle söylenenleri bir köşeye not etmek her zaman iyi sonuçlar doğuracaktır.
Seçimi kazanıp, başkanlık koltuğuna oturduktan sonra ise gerçeklerle vaatler birbiriyle yoğun etkileşim içerisine girmeye başlar. Kimi adaylar seçim sürecinde verdiği sözleri bir bir yerine getirmeye koyulurken, kimileri de gerek şahsi tercihleri, gerekse de güncel durumun ve ortamın gerektirdiği şartlar neticesinde herhangi bir somut adım atamaz ya da atsa da dişe dokunan bir etki ve nüfuz yaratmaz. Bu nedenle yavaş çalıştığı ya da becerisinin düşük olduğu bile halk arasında yüksek sesle dillendirilir. Bir de bunların dışında, halkın istek ve taleplerinin dışında eylemler gerçekleştiren, hatta halkın tepkisini çekecek işlere imza atanlar da yok değildir. İşte burada halka rağmen değil, halkla beraber hizmet düsturu önüne sunulur. Çünkü seçimli bir yarışı kazanmak demek; halkın o kişiye olan güveni ve itimadı demektir. Başkanlık görevini bir emanet gibi düşünürseniz; bu emaneti bir sonraki seçime kadar seçilen kişiye teslim etmek demektir. Vatandaşların kendi seçtikleri insandan, halkın ve kamunun yararına hizmet beklemelerinden daha doğal ne olabilir ki?
Devletin imkânlarını gereksiz yere israf etmeden, şahsi çıkar sağlayacak ayrıcalıklara yol açmadan, tüm halkın eşit seviyede yararlanacağı hizmetler sunmak tüm seçilmişlerin en büyük görevi değil midir zaten? Halka hizmetin, Hakk’a hizmet olduğunu bilerek çalışan seçilmişler her zaman bu milletin gönlünde yer bulmuştur ve halkımız kendi insanına değer veren yerel yöneticileri her daim bağrına basmıştır ve bundan sonraki seçimlerde de kendi içinden çıkacak bu isimlerin, kendilerine kibirden uzak ve mütevazı bir şekilde hizmet etmesini beklemektedir ve bekleyecektir de. Ayırmadan, kayırmadan, bölmeden, üzmeden, küstürmeden, kırmadan hizmet edecek başkanlara da her zaman teveccüh göstermekten bu millet hiçbir zaman geri durmayacaktır, vesselam. Böylesi kaliteli yöneticilerle yönetilebileceğimiz sağlıklı ve güzel günler dilerim.