Geçtiğimiz hafta sonu yapılan üniversitelere giriş sınavı olan YKS’de, iki milyon civarında gencimiz ter döktü. Aylar boyu süren uzun hazırlık sürecinin ardından, maratonun tamamlanmasıyla veliler ve öğrenciler şimdilik derin bir nefes aldı. Şimdilik diyorum, çünkü bunun bir de tercih süreci var ki; en az sınava hazırlık bölümü kadar önemli ve kritik bir süreç. Çünkü tercih hatası nedeniyle boş kalan on binlerce kontenjan ve yine aynı sayılarda öğrenci, bir yıl boşu boşuna atıl vaziyette beklemek zorunda kalıyor. İşte bu nedenle, tercih süreci de en az sınava hazırlık süreci kadar önemli.
Gelelim sınavla ilgili gözlemlerimize. Bu sınavda bina sorumlusu olarak görev yaptım ve öğrencileri, üniversiteli olmadan önce bir kez daha yakından analiz etme şansı buldum. Buraya kadar her şey tamam ama beni en çok üzen ve geleceğe dair kaygıyla bakmama neden olan olaylar şunlar oldu. Bir defa, milletçe okumuyoruz ve okuma alışkanlığı olmayan çocuklar yetiştiriyoruz. Bu durum zaten hepimizin malumu. Ancak bir de okuyan ancak okuduğunu anlamayan bireyler var ki; o daha da facia. Öğrencilere ÖSYM tarafından çeşitli ortamlarda sunulan sınav yönergelerinde belirtilen kuralları hiç okumadan gelen öğrenciler vardı mesela. Gençler sınava getirilmesi yasak olan şeyleri yanlarında getirmişlerdi ve neden getirdiklerini sorduğumuzda ise; “bilmiyordum” cevabıyla karşılaştık en çok. Bazı öğrenciler kollarında saatle geldi, bazıları cebinde cüzdanla, kimisi elinde tespihle, kimi şapka veya diğer aksesuarlar ile gelmişti. Hele bir öğrenci vardı ki, hem cüzdan, hem kartvizitlik, hem de cep telefonu getirmişti sınava. Elbette bu bahsettiklerimi binaya sokamadan, ailelerine vermek zorunda kaldılar ama beni düşündüren; eğer bunların sınav yapılan binaya sokulmasının yasak olduğu öğrencilere sınavı yapacak kurum tarafından web sayfası veya basılı belgelerde bildiriliyorsa; öğrenciler neden bu tip eşya veya aletlerle sınava gelir ki? İşte yukarıda da belirttiğim üzere; kendilerine “neden bunları yanınızda getirdiniz” sorusunu yönelttiğimizde; sınava dair önemli bilgilerin olduğu bölümleri okumadıklarını, ya da okusalar da anlamadıklarını söylemiş olmaları son derece üzücü, son derece hayal kırıklığı yaratıcı cinsten bir durum.
Ben elbette her zaman televizyon ekranlarında da, konferanslarımda da söylediğim gibi yine suçun yalnızca gençlerimizde olmadığını düşünüyorum. Onlar kendilerine verilen eğitimin kalitesi kadar kaliteli ve nitelikliler çünkü. Onlara okuma ve okuduğunu anlama alışkanlığını kazandırmayan aileler ve öğretmenler de durumdan en az çocuklarımız kadar sorumlu değiller mi? Her türlü olumsuzlukta gençlerimizi suçlamak yerine, sorunu biraz da biz yetişkinlerde yani aileler ve eğitimcilerde de aramak en doğrusu değil mi? En azından ben bu şekilde düşünüyorum ve sorunun kaynağını bulmadan, çocuklarımızın durumlarının düzelmesinin kolay olmayacağı kanaatindeyim.
Bizler eğer kaliteli bir genç nesil istiyorsak; ilk önce aile ve eğitmenler olarak kaliteli ve nitelikli olmak zorundayız. Onlara nasıl bir eğitim imkânı sunuyorsak; onlar da en az o kadar nitelikli ve verimli olurlar. Gerisi boş.
Bu bağlamda, geleceğimizin teminatı olan sevgili gençlerimize gelecekte en güzel yerlerde, en iyi hayatları yaşayabilecekleri kaliteli ve nitelikli bir eğitim hayatı diliyor, ailelerine de verdikleri emeklerden ötürü teşekkür ediyorum. Sevgiyle kalın.