ŞU EĞİTEMEDİKLERİMİZ
Her gün akşama kadar bir şeylerden şikâyet eder dururuz. Vay efendim beni trafikte sıkıştırdılar, vay efendim komşularım çok kaba, vay efendim benim arabanın yerini işgal ediyorlar, vay efendim lokantada garsonlar nezaketten uzak, vay efendim kaliteli eleman bulamıyorum, vay efendim şöyle, vay efendim böyle. İşte böyle “vay efendim”lerle sürüp giden dertlenmeler, memnuniyetsizlikler ve gündelik sıkıntılar hiç eksik olmaz muhabbetlerimizden.
Elbette yaşadığımız sıkıntılardan şikâyet edip, eleştiri de yapacağız. Sessiz kalamayız hayatımıza etki eden olumsuzluklara. Ben de bunu söylemiyorum zaten. Fakat bütün bu olanların nedenine hiç baktık mı? İnsanların neden bu kadar kalitesizleştiğini, hayatımıza giren kişilerin pek çoğunun bize değer katmak yerine derdimize dert eklediğini, hatta tansiyonumuzu yükselterek bizi hasta ettiğini.
Tabi pek çoğumuz sadece şikâyet etmekten, sorunların köküne inmeye fırsat bile bulamıyoruz, öyle değil mi? Evde çocuktan dert yanarız ama onu bizim yetiştirdiğimizi unuturuz. Çocuğun ağzı bozuksa, ya da kaba konuşuyorsa, bizden duyduğu cümleleri tekrar ediyor olamaz mı? Ki ne yazık ki, çocukların büyük çoğunluğu olumsuz kelime ve cümlelerle henüz okula başlamadan önce aile ortamında tanışıyor. Ebeveynlerinin ya da kardeşlerinin ağzından çıkan kötü sözcükler yer ediyor miniklerimizin masum dimağlarında. Ama biz bunun da dış etkenlerden kaynaklandığını düşünerek, suçu hep başkalarında arıyoruz. (Okul arkadaşları ve TV’den de öğrenilen kelimeleri yok saymıyoruz elbette.)
İşte tam olarak öyle değil durumlar azizim. Bu toplumu oluşturanlar bizleriz. Âlim de bizim elimizden çıkıyor, zalim de. Biz önce bu yavrucaklara ne eğitim veriyor, onları nasıl şekillendiriyoruz ona bakmak lazım.
Çocukla hiç ilgilenmeyelim, oturtalım televizyonun karşısına, akşama kadar zararlı zararsız ne varsa izlesin, kaydetsin hafızasına. Sonra o çocuktan bize benzemesini, bize yar olmasını bekleyelim öyle mi? İşte tam bu noktada işler değişiyor.
Toplumun suç işleyen ya da ailelerinin istediği seviyede başarıya sahip olamayan kesimini oluşturan genç kardeşlerimizin yaşadığı hayat çizgisinin tam olarak sebebi de bu bahsettiğimiz durumlar.
Zira insan bir hamur gibidir. Siz ona nasıl bir şekil vererek fırına atarsanız, o da çıktığında öyle olur. Hayat bir fırındır, aileler de ustalar. Usta hamuru nasıl şekillendirirse o olur, farklı bir şey beklenemez.
İşte toplumda oradan buradan dertlenen, şikâyet eden insanları gördükçe; vay benim güzel gençliğim demekten kendimi alamıyorum. Çünkü hem vermiyoruz, hem istiyoruz. Almadan vermek, Allah’a mahsustur. İnsana siz hiçbir eğitim vermeden mükemmel sonuçlara ulaşmak istiyorsanız; yanılgıdan öte gidemezsiniz.
Elbette insanız, hepimizin eksikleri, hataları, yanılgıları olacaktır. Kusursuz değiliz. Unuturuz da, hata da yaparız, eksik de bırakırız, hatta var olan bir şeye zarar da verebiliriz. Hepsi bizim içindir bu durumların. Ancak önemli olan, hep olumsuz sonuçlara odaklanmak değil, iyiyi ve güzeli de aramaktır. Sonunda da başarılı insanlar olabilmektir.
Biz gençlerimizden yalnızca başarı bekleyerek, aslında onlara en büyük yanlışı yapıyoruz. Çünkü hiçbir alt yapıyı oluşturmadan hedefe ulaşmayı bekleyemezsiniz. Son derece güçlü bir motora sahip kaliteli bir otomobili, tarla yoluna sürerseniz kısa bir mesafe gittikten sonra ya bir yerini kırarsınız, ya da yolda kalırsınız. İşte hayat da böyledir.
Bu bağlamda, şikâyet etmeden önce can sıkıcı olan bu durumların temel nedenlerini araştırmak; doğru adımları atabilmek adına en doğru icraat olacaktır. Sevgiyle kalın.