İslâm dinin direği namaz, köprüsü ise zekâttır. Namaz dinimizi muhafaza ettiği gibi zekât ise toplumun asayişini temin eder. Yani zengin ve fakir arasındaki irtibatı kurarak toplumsal bütünlüğü sağlar. Birbirinden ayrışmayı ve uzaklaşmayı önleyerek sosyal yapıyı denge içerisinde tutar. Zenginler ve fakirler arasında bir köprü olur. Zengin kazandığından fakire vermeyi ilahi bir emir ve bir esas olarak kabul ettiğinden bunu ibadet olarak yapar. “Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden muhtaçların ihtiyaçlarını giderirler." (Bakara Sûresi,2:3.) Ayet-i Kerimesi insanları yardımlaşmaya emir ve teşvik etmektedir. Fakat zekât ve sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulması için dikkat edilmesi gerekenler vardır. Sadakayı vermekte israf olmamalıdır. Kişi israf edercesine değil ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacına göre vermelidir. Zekât ve sadaka başkasından alınıp başkasına verilmez. Bizzat kendi malından vermek gerekir. Yardımda bulunuyorum diye ihtiyaç sahibine minnet edilmez. Sana yardım yapıyorum diye sürekli hatırlatılmaz. Malımdan verirsem fakir olurum korkusuyla zekât ve sadakayı terk etmek büyük bir yanlıştır. Malı artıracak ve azaltacak olan ancak Cenap-ı Hak’tır. Sadaka yalnız mala ve paraya münhasır değildir. İlim ve fikir ile de başkalarına yardımda bulunulabilir. Sadakayı alan kişilerde sadakayı kötü yolda değil, zaruri ihtiyaçları için harcamalıdır. Kötü yolda harcadıkları açıkça bilinenlere zekât ve sadaka verilmemelidir.