Bir huzurevi hatırası
Vakit akşama yaklaşıyordu. İki genç arabaya hızlıca binip, huzurevine doğru yol aldılar.
Dergiye röportaj için gidiyorlardı. Mübarek ihtiyarlarla hasbihal edecekler, ibretli hatıralarını, hayat derslerini, zorlu imtihanlarını, “yaşlılığın başlarına neler açtığını” konuşacaklar, insanlara aktaracaklardı. Huzurevinin kapısına varmışlardı. İçeriye girmeden “Acaba ne ibretlik hadiseler dinleyeceğiz ve nelere şükretmemiz gerektiğini öğreneceğiz?” diye kısa bir konuşma yaptılar.
Bismillah deyip girdiler içeriye. Ruh dünyaları başka bir hâle bürünmüştü iki gencin. Kabre yaklaşmış bu mübarek ihtiyarlar daha dünyadayken ahiret hayatını hissettiriyorlardı. Selâm vererek ilerliyordu iki genç. Bahtiyar ihtiyarlar sevinçle selâmı alıyor, “hoş geldiniz” diyerek, iki gence dikkatle bakıyordu. Sanki gençlik yıllarını hatırlamışlar, yüzlerinde tebessümler oluşmuştu. Belki de içlerinden “Biz de gençken ne kadar kuvvetli ne kadar sağlıklıydık” düşünceleri geçiyordu. “Ah gençliğim! Seni daimî zannettim, bu zannımda hata ettim, kıymetini bilemedim” diyerek içleniyorlardı.
Gözleri dolu doluydu bahtiyar ihtiyarların, en küçük bir mutluluk ânında ağlıyorlardı. Ellerinde tespih Rablerini zikreden nineler, bütün fani varlıktan geçmiş, Azrail’i bile güldürüyorlar, şimdiden ahiret hayatının provasını yapıyorlardı. İki genç röportajlarını tamamlamış, dinledikleri hatıralardan, şahit oldukları hayatlardan nice dersler çıkarmışlar, hayatın nasıl bir anlam ifade ettiğini yeniden düşünmüşlerdi. “İnsan nelerle de imtihan olurmuş, Rabbimiz bize hayırlı bir hayatla hüsn-ü hatime ver” diyerek dua ediyorlardı. Saat ilerlemişti. Huzurevinden ayrılmak için koridordan yürüyorlardı yine selâm vererek. Birden bir yaşlı kadın çıktı iki gencin karşısına. Yaşlı teyze “Yavrum, ben kayboldum. Oğlumun çarşıda dükkânı var, gidip annen kaybolmuş deyin, gelsin beni alsın” diyordu. İki genç şaşkın bir halde ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. İleriden az önce röportaj yaptıkları Şerife Teyzenin sesi işitildi. Şerife Teyze yaşlı kadına dönerek” sen kaybolmadın ki; seni oğlunla gelinin bıraktı, kaybolsaydın seni bulurlardı” dedi. Yaşlı teyze ısrarla “kayboldum” diyor “oğlumla gelinim beni bırakmaz” diyerek inanmak istemiyordu. İki gencin birden yürekleri cız etti, insanların canavarlaşabileceğini görmek ne kadar da kötüydü. Ayaklarının altında Cennet bulunan annesini bilmem ne uğruna bırakıp gitmişti evlâdıyla gelini. Dünyada annesiz rahat mı edecekti? Hem Allah’ın rızasını hem Cenneti hem de büyük bir sevabı geri tepmenin cezası ne olabilirdi? Onun (Allah’ın) yolunda sarf edilmeyen mal ve onun yolunda olmayan evlât ahirette nasıl fayda vermeyecekse, dünyada da vermiyordu…