III. BÖLÜM
“Yaşadığımız günlerde Rabbinizin güzel kokuları vardır. Kendinize gelin; o güzel kokuları almaya çalışın”
Hadis-i şerifinin tefsiri:
Ey hoş arkadaş! Aşık, halis ve saf şarabı kendisinden bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda artık akıl kaybolur, (bu sırra akıl ermez.)
Aklı cüzi, sırra sahip görünürsede hakikatta (aşkı anlamadığı için) aşkı inkâr eder.
(Cüzı akıl) zekidir, bilir; fakat yok olamamıştır. Melek bile yok olmadıkça şeytandır.
Aklı cüzi, sözde ve işte bizim dostumuzdur. Ama hâl bahsine gelirsen orada bir hiçten, bir yoktan ibarettir.
Varlıktan fâni olmadığı için o, hiçtir, yoktur. Kendi dileğiyle yok olmayınca, nihayet zorla istemediği halde yok olacaktır. Buda ona yeter.
Ruh aslında kemâldir, çağırması sesi de kemâldir. Onun için Mustafa (s.a.v): “Ey Bilâl, bizi dinlendir, ferahlandır.
Ey Bilâl! Gönlüne nefhettiğim o nefhadan, o feyizden dalga dalga coşan sesini yücelt ve ayyuka yükselt.
Ademi bile lâl edip kendinden geçiren, gök ehlinin bile akıllarını hayrete düşüren o sihirli sesini yükselt” buyurdu.
Mustafa (s.a.v) o güzel sesle kendinden geçti ve “ta’ris” gecesinde (bütün gece seferde olup sabaha karşı istiharata varmak) namazını kılamadı.
O mübarek (Resûlullah) uykudan baş kaldırmadı.
Maşukla olan o ta’ris gecesinde bu pak can el öpmek mertebesine erişti.Aşk ve can... her ikiside gizli ve örtülüdür. Allah’a “gelin” dediğim için beni ayıplama.
KONUNUN AIKLANMASI:
Ey dost! Bir Allah âşıkı cana lezzet veren ilâhi aşk şarabını kendi içinde bulup onunla şevke geliyor. Böyle bir aşık için artık akıla ihtiyaç kalmaz. Zaten böyle bir aşıkta akıl diye bir şey kalmaz.
Halis aşk, aklın üstünde bir neş’edir. Aşık olan kişide akıl eğer eriyip yok olmamışsa, bundan aşkta ziyan vardır. Akıl, aşkın zevkindeki sırrı anlamadığı için onu bilmek ister fakat bilemez.
Ne yazık ki insan bilmediklerinin düşmanıdır. Aşkın da kudret ve yüceliğini idrak edemeyince ona düşman kesilir.
Cüzi akıl zekidir, bilicidir. Fakat yok olmamıştır. Kaldı ki melek bile yok olmadıkça şeytandan farksız olur.
Cüzi akıl, sözde davranışta bize yakın görünür, bizim dostumuz olur. Ancak hâl bahsine gelince yolda kalır.
Çüzi akıl henüz vahdette fâni olmak sırrına ermemiştir. Halbuki ruh aslında kemalin ta kendisidir. Ona noksan getiren hayvani ruhun ve cismani arzuların galip gelmesidir. Ancak bu hayvani ve cismanı bağların kaydından kurtulup aslını ve kemâlini bulursa sözü de sesi de edası da kemâle ermiş olur.
Bunun içindir ki Hz.Muhammed “Bilâl-i Habeşi”ye seslenir: “Ey Bilâl! Bize ezan ver. Sedanı yükselt! Ulu Allah’ın adını tekrarlayarak söyle! Önce senin kalbine benim verdiğim feyzi, güzel nağmeler haline koy! Sana söylediğim hakikati, sana verdiğim sırları seslere çevir”
Böyle diyerek, Hz.Muhammed, bütün bir gece seferde olup sabaha karşı istirahate çekilip Bilâl’in sedâsıyla kendinden geçti ve namaza duramadı. Bu, Hazreti Muhammed’in tamamiyle yokluk makamına varıp bu makamın âdâbına uyarak Allah’la baki olması demektir.
Bu gece Hazreti Muhammed’in bir vuslat gecesiydi. Bu gece temiz ruhların, o gelin gibi, maşuk gibi sevgilinin huzurunda el öpme saadetine erdikleri geceydi.
Hz.Mevlânâ
MESNEVİ-1981-1992. Beyitler.