Allah, Kâinatı ve insanları yarattıktan bu yana her birey başkalarıyla iletişimi sağlamak için bir konuşma ve anlaşma diline sahip olmuştur. Dil insanları birbirine kenetlemekte ve millet olmalarında önemli bir rol üstlenmektedir.
Dil, zamanla zenginleşerek milletlerin gelenek, görenek, inanç, tarih gibi toplumları bir arada tutacak bir “milli kültür” dili oluşturmaktadır. Milli kültür diliyle verilen edebi eserler milletlerin ortak bilincini güçlendirmekte, milletlerin bir bütün olarak varlıklarını sürdürmelerini ve geleceğe emin adımlar atmalarını sağlamaktadır. Tarihlerini gelenek ve göreneklerini, inançlarını bilmeyen milletler yok olmaya mahkumdur. Bu bakımdan “Milli kültür dili”, “Milli sanat ve edebiyat” milletlerin etrafına örülmüş sağlam bir koruma duvarları gibidir.
İşte Türk Milleti’nin bağrından yetişmiş nice büyük âlimler, mutasavvıf, şair, düşünür, ilim adamları, sanatçılar vardır.
Bu Türk büyüklerinden birisi de şair, mutasavvıf, düşünür Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi’dir.
Saygıdeğer okuyucularımıza naçizane, insanlığın kulağına, inananlara, inanmayanlara, doğru yoldan sapanlara, nefsine uyanlara Allah sevgisini, iman heyecanını, insanca yaşamayı birlik ve beraberliği, yaratılanları sevmeyi seslenen büyük Türk mutasavvıf, şair, düşünür Mevlâna Celâleddin-i Rumi’nin deryasından bir kaç inci saçmaya çalışacağız.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi Hazretleri’nin eserleri Divan-ı Kebir, Mesnevi, Fihi Mafih, Mecalis-i Seba ve Mektubat’tır.
Mesnevi Şerif bir bakıma Kur’an-ı Kerim’in açıklaması gibidir. Mevlânâ, Mesnevi’nin ilk on sekiz beytini kendisi kaleme almış, diğer kısımlarını söylemiş ve Çelebi Hüsameddin’e yazdırmıştır.
Mesnevi Şerif-i “Bişnev”= İşit, kelimesi ile başlar. “İşit neylerden anlatıyor, ayrılıklardan nasıl şikayet ettiğini dinle”
Mevlânâ önce işitmeyi tavsiye ediyor. Çünkü işiten ve dinleyen kişi öğrenir ve bilir. Bilen kişi olgunlaşır, olgunlaşan kişi de “Tevhid-Vahdet” (birlik) noktasına gelir. Zaten bütün ilimler o Tevhit-Vahdet noktasını öğrenmek ve o noktaya ulaşmak içindir.