Arap Bedevisinin Halife’ye hediye olarak çölde biriktirdiği yağmur suyunu testiye doldurup Bağdat’a götürmesi – II
Arap Bedevisi karısına: “Evet, testinin ağzını bağla, hakikaten armağan bize faydalı.
Keçeye sar, sarmala. Padişah, orucunu armağanla açsın.
Çünkü dünyada bunun gibi su yoktur. Bu halis su zevk ve safa kaynağı.”
Durağı, acı su olan kuş; saf berrak suyu ne bilsin.
Çünkü onlar acı, tuzlu suları içmekten daima hastadırlar, yarı kör olmuşlardır.
Ey şu fani konaktan (bu dünyadan) kurtulmayan! Yerin acı su çeşmesinin başıdır. Dicle, Ceyhun ve Fırat’ı ne bilirsin? Sen yokluğu, sarhoşluğu ve ruh neşesini ne bilirsin ki?
Bilsen bile babandan, atandan nakil ve rivayet yoluyla bilirsin senin yanında bu adlar ebcet (Arap alfabesi) gibidir.
Ebcet, hevvez, bütün çocuklara malumdur. Fakan mânâları onlara kapalı ve meçhuldür (anlamlarını bilmezler)
Nihayet Arap bedevisi testiyi alıp yola düştü. Gece, gündüz onu taşımakta idi.
Testiye bir ziyan gelecek diye korkusundan titreyerek çölden ta şehre kadar götürdü.
Kadın da evde seccadesini yaymış, namaz kılıp dua etmekte;
“Suyumuzu kötü kişilerden koru. Yarabbi, bu inciyi o denize ulaştır. Her ne kadar kocam uyanıktır, hünerlidir ama incinin binlerce düşmanı var.
Cevher nedir ki bu su Kevser Suyu’dur. İncinin aslı, bunun bir katrasıdır” diyordu.
Kadının ağlayıp yalvarması; erkeğin derdi ve ağır yükü bereketiyle ve binbir türlü meşakkatle…
Arap bedevisi, testiyi hırsızlara kaptırmadan, taşlara çarptırıp kırdırmadan durup dinlenmeksizin taa Hilafet şehrine kadar götürdü.
İhtiyaç sahiplerinin önüne post serdikleri, nimetlerle dolu bu hacet kapısını gördü.
Zaman zaman bir ihtiyaç sahibi o kapıdan her çeşit ihsanını ve hil’atını (Mevki ve makam almış kişilere giydirilen kaftan veya kürk) almaktaydı.
O kapı; kâfire, Müslüman’a, güzele, çirkine güneş gibi, yağmur gibi, Cennet gibi (hiç ayırım yapmıyordu)
Bir bölük halk gördü ki (Halife’nin) nazarında makbul olmuş, bir kısım halk da ayakta hizmet bekliyordu.
Süleyman’dan karıncaya kadar herkes neşe içinde. Hepsi sür, üfrülmüşte dirilen canlar gibi idi.
Dünyadakiler (görünüşe aldananlar) mücevherlere garkolmuş mânâ ehli (iç yüzüne ehemmiyet verenler) mânâ denizini (semavi denizini) bulmuşlar.
Himmetsizler, himmete (yardıma) erişmiş. Himmet sahipleri nimete erişmiş!
KONUNUN KISA AÇIKLAMASI
Arap bedevisinin Halife’ye hediye olarak götürceği su Mesnevi’de Hz. Mevlânâ tarafından mecazi anlamdadır.
Bize anlatmak istediği bu su vücut testisinde birikmiş bir irfan suyudur ki içinde ibadet ve tâat bulutlarından damlalar vardır. Bu su, ondan haberdar olmayanların içince kendilerinden geçirecek olar Allah aşkının şarabıdır.
Böyle bir sudan içmeyenler Yaradan’ı görmeyen bakar körlerdir.
Ey! Sen ki bu dünyada vücut kafesini yuva seçen ruh kuşu! Senin yerin bir acı su çeşmesinin başıdır. Bu dünyadan ve bu dünya hazlarından, zevklerinden kurtulamayansın. Yokluktaki (aslında sonsuz varlıktaki) engin lezzeti ve sâfi ruh olmanın neş’esini nasıl bilebilirsin. Sen vücut bağları ve vücut şekilleri içinde kendini aldatıcı aynalarda görüp beğenenlerdensin. Sen Allah velilerinin tattığı görünmezlik derecesinin faziletini nasıl duyabilirsin?
Böyle bir dereceye ilimle varacağım demen ne beyhûdedir. Allah aşkının yanında ilmin sözü mü olur? İlim tembel ruhların saptığı kolay geçittir. Gücün yetiyor ve aklın ulaşıyorsa sen Aşk’ı öğren irfanı duy!
Arap alfabesini ebceti okumasını herkes becerir. Fakat herkes ebcedin (Kur’an-ı Kerim’in) her harfinde gizlenmiş derin mânâyı bilmez. Kur’an’daki manayı öğrenmek için gönül kuşlarının madde ufuklarını aşması gerekmektedir.
Aklın varsa, sen bir Allah velisinden Kur’an-ı Kerim’in mânâsını öğren ve öğrendiğini hayatında uygula. İşte o zaman vücut ve nefis endişesinden kurtulan ruhun, ebedi hayat suyunun kaynağına ulaşır!
Hz. Mevlânâ
Mesnevi 2720-2743. Beyitler