Kıymetli okuyucularım. Necip milletimizin, hiçbir kanuni yaptırım olmaksızın özünü koruma konusunda hassas davrandığı konulardan biri mübarek “Ramazan” ayı olmuştur. Dini vecibelerini hakkıyla yerine getiren kardeşlerimizden başka bir de -diğer dini vecibelerini yerine getiremese bile- “Ramazan” ayını eda etmede ayrı bir hassasiyeti olan, mübarek “Ramazan” ayını, riyadan uzak, samimi duygularla yaşamaya ve yaşatmaya çalışan ve bu aya ayrı bir saygı gösteren kardeşlerimiz vardır. Ne yazık ki, yüce dinimizin iman, ilim, akıl, aşk, sevgi ve saygı gibi temel ilkelerini göz ardı ederek bu kardeşlerimizi tenkit edenler de vardır.
Hayatının otuz yedi yılını Afyonkarahisar’da geçiren ve Afyonkarahisarlı kabul edilen heccav ve filozof şairimiz Adanalı Ziyâ da bu haksız tenkide maruz kalanlardan biri olmuştur. “Aşk”, “akıl”, “insan”, "vatan",”millet,” "hürriyet", “halk”, “adalet”, “hak”, “hukuk” konularında eserler veren Ziyâ, vefatından birkaç yıl öncesine kadar alkol almış, ama hiç bir zaman alkolün emrine girmemiş olmasına rağmen “sarhoş”, “deli” Ziyâ diye horlanmış, sokakta çocuklarca taşlanmıştır.
Felsefi ve tasavvufi “tevhid” ve “münacat” manzumelerinde görüldüğü gibi bir “kul” olarak Allah’a bağlılığı candan ve özdendir. Riya ve gösterişten uzak yaşayan Ziyâ’nın hayatında ve şiirlerinde "Ramazan" ayına bakışı da açık ve nettir. En yakın dostlarından öğretmen Enver Ergun’un “Vicdani” mahlasıyla yazdığı hatıratında verilen bilgilere göre Ziyâ, “Ramazan” ayının gelişinden birkaç gün evvel alkolü bırakır, “Ramaza ayı çıkıncaya kadar hiç alkol almaz. Ramazanda oruç tutmadığını kimseye belli etmez; "Oruç tutacak mısın Ziya Bey" diye soranlara, esprili bir dille "Yetişebilirsem tutacağım; Allah eriştirsin";"Oruç tutuyor musun Ziya Bey" diyenlere de, "Tutmağa çalışıyorum" diye cevap verirdi.
Ramazan ayında akşama kadar gezdiği yerlerde ve oturduğu kahvelerde hiç çay, kahve ve sigara içmeyen Ziyâ, oruçlu kimselerin dinî hislerini rencide etmemeye özen gösterir; yanında kahve ve sigara içen işçi ve amele gençlere; "Ermeniler kadar saygı yok; gidin bakın alenen sigara içen, yemek yiyen bir Ermeni görebilir misiniz? Ermeniler bile yemeklerini dükkânlarının ardında yiyorlar, hiç bir Müslüman’a göstermiyorlar. Git, kahveni, sigaranı evinde iç, nedir bu kepazelik?" diye çıkışırdı. Oruçlu olmadığı halde akşamüzerleri eski Kağnıcılar Çarşısı'nda meşhur Aşçı Mehmet'in lokantasına veya meşhur Aşçı Seren'in lokantasına oturup iftar zamanını bekler; "İftardan sonra, hangi lokantada yemek yemişse oraya sahur yemeği ısmarlamayı" ihmal etmez idi. Ramazan davetlerini kibarca reddeder ve "Benim yerime başka bir fakiri çağırınız, onu doyurunuz" diye teşekkür ederdi. Ramazanda fakirlerin davet edilmesini tavsiye eden Ziyâ; kandil, ramazan ve bayram günlerinde hep fakirleri düşünür, kandillerde fakir çocuklara şeker dağıtır, bayramlarda zengin çocuklarının yanında fakir çocuklarının hallerini görüp pek acırdı.
Bir kıtasında, "Yük çekerim, fakat insan şerefini ve onurunu kıracak şekilde yapılan, başa kakılacak iyiliği çekemem. Akılsız kişilerin meclisine halimi bildirmem. Orucun verdiği açlık ile can versem bile, alçakların başa kakacakları lokması ile iftar etmem" diyerek onurlu duruşunu ve orucun, iftarın, yani Ramazan ayının ruhunu idrak edemeyen şekilcileri hicveder (Bk. Mehmet Sarı, Adanalı Ziyâ ve Şiirleri, 2020: 402).
Ziyâ, "Yokluk Oruçları" adlı manzumesinde, imkânsızlıklar içinde oruç tutan bunca fakir fukara, hasta, sıkıntı köşelerinde ağlaşan kimsesiz, dul, çoluk-çocuk varken, toplumun bunlara ilgisiz kalışını dile getirerek, hali vakti yerinde, işi gücü yolunda olanları ramazan ayında azıcık da olsa onları anlamaya, yardım etmeye ve gözyaşlarını dindirmeye çağırır (Bk. Mehmet Sarı, Adanalı Ziyâ ve Şiirleri, 2020: 294).
"Ramazan" adlı bir gazelinde ise "Ramazan"ın ve "Oruç"un manasını ve özünü idraktan uzak, sadece şekli ve maddi yönüyle ilgilenen ensesi kalın, midesi şişkin, dindar geçinen cahillere mizahi bir dille seslenir. Sahurda ve İftarda bol bol yemeyle, gündüzleri ise çalışıp üretmeden evde yatıp uyuma ile; kurtuluşa ölçü görülen elde cici tespih çekme ile, dinde israfın haram olmasına rağmen bunca masrafa ve israfa girme ile, görevli olduğu işine nazlı nazlı gitme ile oruç tutulamayacağını hatırlatır ve çul çuval boş olan, yiyecek ekmekleri bulunmayan evlerde, iftar vakti okunan o mübarek ezan sesinin matemli bir ses olduğunu söyler (Bk. Mehmet Sarı, Adanalı Ziyâ ve Şiirleri, 2020: 428).
"Ramazan Armağanı" adlı gazelinde de "leş"e benzettiği yolsuzlukla kazanç elde eden "Anaforcu"nun bir sürü sersemi kancasına takarak sürükleyip götürdüğünü; başındaki sarığı, külâhı atıp sofraya kurulan dalkavuk kavalın meclislerinde işinin olmadığını; bu tür oburların lokmaları biri biri ardınca, hiç birini dişlerine dokundurmadan attıklarını; şu mübarek ayda, evde karının hırçınlığından, çarşıda borç âteşine yanmaktan dolayı ağız tadıyla bir şey yiyemediklerini söyleyerek birilerinin sırtından geçinen, dini ve ahlaki değerleri istismar eden kişileri dile getirir (Bk. Mehmet Sarı, Adanalı Ziyâ ve Şiirleri, 2020: 472). Ziyâ, gazel şekliyle yazılmış "Ramazaniye"sinde, Ramazanın ve orucun manevi hazzından uzak yaşayanları ve Ramazan ayının sadece maddi yönünü öne çıkaranları alaylı ve ince bir dille hicveder (Bk. Mehmet Sarı, Adanalı Ziyâ ve Şiirleri, 2020: 502)
Rabbim, orucu sadece bedenenine değil, aklına ve ruhuna da tutturan, bu mübarek aya saygı göstermeyi bilen ve bu ayda ihtiyaç sahibi kardeşleriyle maddi-manevi paylaşımlarda bulunan kullarından olmayı cümlemize nasip ve müyesser eylesin...
İbadetleriniz ve dualarınız makbul, sağlık ve sofralarınız bereketli olsun...