İRFAN SOFRASI
Prof. Dr. Mehmet SARI
SOFRAMIZIN GIDASI: ÂKİF VE SAFAHAT-5
Kıymetli okuyucularım. Önceki yazılarımızda Âkif’in hayatının ve eserlerinin Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünneti üzerine kurulu olduğu üzerinde durmuştum. Bununla bağlantılı olarak bugünkü yazımda da Âkif’in Kur’ân-ı Kerîm Meali’nden söz etmek istiyorum.
Kur’an-ı Kerim’in okunduğu, dinlendiği ve yaşandığı bir aile ortamında yetişen Âkif, Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye 4 yaşlarında başlar. Kur’an dili Arapçayı da önce babası Mehmet Tahir Efendi’den öğrenir. 20 yaşlarında hafız olur. Geçen zaman içinde hayatı ve eserleri Kur’an-ı Kerim temelli hale gelen Âkif için “Peygamberimiz devrinde olsa idi o, bir Katib-i Vahiy olurdu” denilir. TBMM’de Kur’an-ı Kerim tercümesi yapılması gerektiği düşünüldüğü yıllarda, neşrettiği Kur’an tefsirleri ile dikkat çeken ve zamanın en iyi Arapça bilen 3-4 kişisinden biri olan Âkif, Kur’an tercümesi konusunda da ilk akla gelenlerden biri olur. Yapılan teklifi önce kabul etmemekle birlikte sonunda ikna edilir ve teklifi 1925 Ekim ayında kabul eder. Âkif bir müddet sonra Mısır’a gider ve uzun yıllar Mısır’da kalır. Âkif, çok iyi bildiği Arapça sayesinde ömrünün büyük bir bölümünü özellikle de son senelerini Kur’ân tercümesine ayırır.
Mısır’da 1926’da Kur’an tercümesine başlayan Âkif, 3 yıl çalıştıktan sonra tercüme işini tamamlar. Çalışmasını 4 yıl gözden geçirip tashih eden Âkif, 1932’de çalışmasına son şeklini verir. Zamanın gelişen bazı hadiseleri karşısında endişelenen Âkif -yaptığı tercümenin çok güzel olduğunu söylemesine rağmen- yaptığı sözleşmeyi feshederek çalışmasının yayımlanmasını istemez. Bir süre sonra ağır bir hastalığa yakalanıp İstanbul’a dönerken Kur’an Meali’nin yazılı olduğu defterlerini yakın bir arkadaşına verir. Âkif arkadaşına, sağ olup gelirse çalışmadaki noksanlarını ikmal ettikten sonra basabileceklerini söyler. Vefat edip de gelemez ise defterlerin yakılmasını arkadaşına vasiyette bulunur. Âkif’in vefatı sonrası arkadaşı defterleri yaktığını söyler ise de yakmaya kıyamaz ve hatta defterleri istinsah ederek suretini oluşturur. Bu zat yıllar sonra ölüm döşeğinde iken defterleri oğluna vererek yakmasını vasiyet eder. Bu vasiyet üzerine gerçekten orijinal defterler ile suretleri yakılır. Bu konunun doğruluğu çeşitli çalışmalarda dile getirilmiştir. Merhum Hocam Abdulkerim Abdulkadiroğlu’nun Diyanet İleri Başkanlığı Yayınları arasında çıkan Mehmed Akif’in Kur’an-ı Kerim’i Tefsiri-Mev’ıza ve Hutbeleri adlı kitabında şöyle denilir: “Merhumun Mısır’da yazmış olduğu Kur’an-ı Kerîm meâli, erbabınca hep merak konusu olmuştur. Bu, kendisine olan itimadın ve eserinin merakla okunmak istenmesinin bir sonucudur. Ne yazık ki metin elde yoktur. Tevârüsen kendilerinde bulunması muhtemel zevatla yaptığımız son görüşmelerden ortaya çıkan kanaate göre de merhumun vasiyetine uyularak yakılmıştır” (1992, s. 5-6).
1980’li yıllarda Âkif’in söz konusu “Meali”nin -bir bölümünün- daktilo ile yazılmış Latin harfli nüshasından söz edilmeye başlanır. Âkif’in Arap harfli orijinal nüshasından Latin harflerine daktilo edenin kim olduğu da belli değildir. Kafalarda -en azından benim kafamda- soru işaretleri oluşturan bu nüshadan hareketle, Mehmet Âkif Ersoy’un -yakılmasını vasiyet ettiği ve yakıldığı bilinen- Kur’an Meali’nin bir bölümü yayımlanır.
Bir harfin, bir harekenin eksikliği veya fazlalığı bir kelimenin, bir kelimenin eksikliği veya fazlalığı bir cümlenin anlamını değiştirebilir. Âkif’in Arap harfli metninin Latin harflerine aktarılışında veya daktilo ile yazılışında hatalar olabilir. Basımda esas alınan metnin sağlamlığı konusunda fikrine müracaat edilen değerli ilim adamlarının, “Âkif böyle düşünmüş” diyerek fark ettikleri bazı ifadeleri uygun görmüş olabilirler. Bir hatanın olmadığı kabul edilse bile Âkif’in arkadaşına, sağ olup gelirsem çalışmadaki noksanları ikmal ettikten sonra basabileceklerini söylemesi, vefat edip de gelemez ise defterlerin yakılmasını vasiyet etmesi göz ardı edilecek bir husus değildir. Âkif’in 3 yılda yaptığı meali 4 yılda gözden geçirmiş oluşu, çalışmasını arkadaşına emanet ederken “noksanları ikmal ettikten sonra basabiliriz” demesi işin hassasiyetini göstermektedir. Daktilo ile Latin harflerine aktaranın kim olduğunun belli olmayışı da başka bir soru işaretidir. Ayrıca Türkiye’de sürdürülen misyonerlik faaliyetleri, misyonerlerin genellikle din adamı oldukları, zaman zaman hükümetlerden ve ticari çevrelerden destek gördükleri gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Bunca soruya, hele hele konun Kur’ân-ı Kerîm Meali olmasına rağmen, Âkif’in mealinin yayımlanmasını anlamak mümkün değil. Bu işin mesuliyeti çok büyüktür. Ayrıca Mehmet Âkif yakılması için vasiyette bulunmuş ve yakılmış. En azından vasiyete saygı göstermek gerekirdi. Âkif acaba neden yakılmasını istemişti? Tereddütlü olduğu yerler mi var idi? Meal’in basımı için yetkili ve etkili merciler ile bazı akademisyenlerin onay vermesi de düşündürücüdür. Dini mevzularda öğretici ve karar verici durumda olan merciin zaman zaman tarikat ve cemaatlerin, zaman zaman siyasilerin tesiriyle kararlar vermesi ve bu müesseseye karşı olan güvenin zayıfladığı da yazılıp çizilmektedir…
İbadetleriniz makbul, dualarınız kabul, sağlığınız ve sofralarınız bereketli, Ramazanınız mübarek olsun kıymetli okuyucularım…
Kıymetli hocam; kaleminize, ilminize ve yüreğinize sağlık. Kaleminizle biz okuyucularınızı aydınlattığınız için minnettar ve her dâim duâcınızız. Rabb’im ilminizi arttırsın. Selâm ve saygılarımla...
Değerli Hocam Prof. Dr. Mehmet SARI'nın merhum M. Akif'in yakılmasını vasiyet ettiği halde vefatından sonra basılan Kur'an Meali üzerine hazırlamış olduğu makaleyi ilgiyle okudum ve tanıdıklarıma okumaları hususunda tavsiyede bulundum. İlim ve irfana adanmış kaleminizin hiç durmaması temennisiyle, çalışmalarınızın devamını diliyorum.Saygılarımla.
Sayın hocam yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum.İlminize,kaleminize,yüreğinize sağlık.Saygılarımla.
Mehmet Akif’in meali, hep merak ettiğim, bizzat M. Akif tarafından hazır hale getirilip yayımlanabilirseydi nasıl olurdu sorusuna cevap aradığım çok önemli bir kültür çalışmasıydı. Mehmet Hoca’mın bu son derece değerli makalesinde sorularımın cevabını öğrenmiş oluyoruz. Günümüzde bir çok meal, çok sayıda tefsir yayınlanmış durumda. Bunlara rağmen ben hala Mehmet Âkif’in meali keşke yayımlanabilseydi diyorum çünkü mealin hem Arapçaya tam hakim hem Kur’an‘ın indiği yılların dil ve edebiyat özelliklerini bilen, o dönemki kültürün yansımalarını izleyebilen, sebep-sonuç ilişkilerini değerlendirebilen ve özellikle İslam’ı özümsemiş Bir sanatçı tarafından yazılmasını çok isterdim. İşte Âkif’in meali bana göre böyle bir eser olurdu. Bu düşünceler ışığında daktilo ile yazılmış metni merak ettiğimi de ifade etmek isterim. Mehmet Sarı Hoca’mın kalemine sağlık… Okurlarını yine bilgiyle donattı.
Değerli hocam, yaşanmış bir tarihi olayı var olan bilgiler çerçevesinde anlaşılır olarak yorumlamışsınız. En azından bu yaşanmışlığın daha fazla tartışılmasının önüne geçmişsiniz. Ancak yüce kitabımızın Türkçe meali konusunda günümüzde de yetkin bilim insanları mevcut. Onlar tarafından da yazılmış mealleri mercek altında tutuldukları bir gerçek. Ancak buradaki sıkıntı dinimizi siyasallaştıranların menfaat odaklı olarak kendi algıları üzerinden olan müdahaleleridir. Sayın hocam yazılarınızı ilgi ile takip ediyorum. İlminize, kaleminize ve yüreğinize sağlık. Saygılarımla.