Öğrenmenin yeri ve zamanı yoktur kıymetli okuyucularım. İnsan olarak kendimizi yenileme, bilmediklerimizi öğrenme ve öğrendiklerimizi başkalarına anlatma durumundayız. Aşk, akıl, ilim ve adalet temelli bir dinin mensupları olarak bildiklerimizi başkalarıyla paylaşmak, bilmediklerimizi bilenlerden öğrenmek mecburiyetindeyiz. Bu cümleden olarak, iki konuyla ilgili sorunun doğru cevabını bilenlerden öğrenmek istiyorum.
Toplumu etkileyen organlardan biri televizyon ve yayınlarıdır. Bugün televizyonlarda, insanı insan yapan değerler üzerine hazırlanmış program yok gibidir. Neredeyse bütün televizyonlarda sabahtan akşama aile geçimsizlikleri, eşler arasındaki kavgalar, gelin-kaynana tartışmaları; yemek yapma, biçki-dikiş işleri, ev temizliği, oda düzenlemeleri gibi şekle yönelik programlar görülür. Öyle ki insanımıza doğruyu, güzeli, ahlakı, adaleti, sevgiyi, birlikteliği, kısacası dinimizi doğru olarak öğretme amacıyla kurulduğunu düşündüğüm bir devlet televizyonu bile bu modaya uymuş ve onca güzel ve gerekli programları arasına yemek, biçki-dikiş, ev düzenlemesi gibi programları da yerleştirmiştir. Haber programlarında ve dizi filmlerinde hep kavga, cinayet, ölüm, silah. Sokak ortasında kadına uygulanan şiddeti, hastanelerde sağlık çalışanlarına yapılan darbı, trafik ve çeşitli sebeplerden dolayı çıkan kavgaları seyretmekten içimiz karardı. Olaya karışanların yakalanıp adalete teslim edilmesi sonrası “denetim şartıyla” salıverilmesi, tutuklananların, “iyi hal” indirimine tabi tutulması veya serbest bırakılması ise adaletin ve sosyal hayatın tesisi açısından hepimizi düşündürmektedir.
Yine televizyonlardaki bütün dizilerde düzensiz aile hayatı normalmiş gibi anlatılmaktadır. Biri birini aldatan eşler, zinalar, çarpık ilişkiler, boşanmalar, çarpık ilişkilerden olan çocuklar, ruh halleri düşünülmeyen çocukların eşler arasındaki sorunlara alet edilmeleri ve en tehlikesi de bu çarpık ilişkilerin masumane imiş gibi işlenmesi aklıma geliverenlerdir. Dikkate almadığımız, önemsemediğimiz bu filmler ve işlenen konular sonucudur ki bugün aile hayatı bozulmuş, boşanmalar artmış, boşanan eşler arasında kalan çocuklar sahipsiz kalmıştır. Yine bu gelişmelerin sonucudur ki toplumda “aile” müessesesi dejenere olmuş; gençler evlenip aile kurmaktan kaçar hale gelmiştir.
Doğru olan aile hayatı, bildiğimiz Türk aile hayatı mıdır, yoksa televizyon dizilerinde işlenen hayat mı? Eğer değerler, inançlar değişti; dizilerde işlenen aile hayatı doğrudur, deniyor ise bir diyeceğim yoktur ve sözün bittiği noktadayız demektir. Eğer dizilerde işlenen aile hayatı yanlıştır deniyor, her geçen gün aile hayatının ve kadına uygulanan şiddetin arttığı kabul ediliyor ve geleceğimizin teminatı masum yavrularımızın olumsuz etkilendiği görülüyor ise bu meseleye çözüm bulacak, dur diyecek bir merci olmalıdır. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, konuyla ilgili Bakanlıkların, kısacası “Devlet”imizin bulacağı bir çözüm yok mudur?
Cevabını aradığım ikinci soru son günlerde birinci gündem maddesi haline gelen “faiz” konusudur. Bilindiği gibi halkımız, “kefen parası” veya elden ayaktan düşünce başkalarına muhtaç olmamak için yaptığı üç-beş kuruşluk tasarrufunu Türk lirası veya altın olarak bir kenara ayırır. Basında, “faiz oranı”, “faiz farkı”, faiz aralığı”, “faiz artırma”, “faiz düşürme”, “faizde üst sınır”, “faiz politikası” gibi söylemler dolaşıyor. Altın ve para politikaları uzmanları televizyonlarda, yeni uygulamaya göre bankalara para yatıracakların iyi bir “faiz” pazarlığı yapmaları gerektiği uyarısında bulunuyorlar. Her yerde ve herkesin ağzında “faiz”. Eskiden, faiz alıp verenler dahi faizden bu kadar söz etmez idi. Büyük iş adamlarının, ticaretle uğraşanların dışında halkın, üç beş kuruşunu değerlendirmek için faize yatırması az görülen bir durum idi ve “faiz” kelimesi bu kadar dile getirilmez idi. Hatta bu kelimeyi dile getirmekten hicap duyulur idi.
“Altın ve para politikaları uzmanları”, TV programlardaki konuşmalarında, Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı bir toplantıda verdiği mesajı okuyup işlem yapanların kazançlı olduğunu, okuyamadıkları için işlem yapmayanların kaybettiğini söylemektedirler. Sayın Bakan da, “Büyük yatırımcı uyandı”, “çarpılan küçük yatırımcı oldu” demektedir. Bu dünyada çarpılan “küçük yatırımcı”, “Yeni ekonomi programı” içinde yer alarak kendini korumak istiyor, ama işin içinde “faiz” olduğundan öbür dünyada da çarpılmaktan korkuyor. Eş-dost, konu-komşu, “Hocam siz profesörsünüz, okumasını yazmasını bilirsiniz; ne yapalım” diye soruyor. Allah’ıma çok şükür okumasını yazmasını bilirim. Yüce kitabımızı, Arap harfli eserleri okurum, ama bu ekonomik gelişmeleri “okuma” kabiliyetim yoktur, diye cevap veriyorum.
Allah nasip ederse yakında, kırk yıllık emeğimin karşılığı emekli ikramiyemi alacağım. Eskiden olduğu gibi bir araba veya bir ev edinmem mümkün değil. İkramiyemi değerlendirmek istiyorum, ama ne yapacağımı ben de bilmiyorum ve edineceğim bilgiye göre karar vereceğim. Benim gibi milyonlarca kararsız “küçük yatırımcı” yurttaşımız var. Konunun uzmanlarına sorup öğrenmek istiyorum. “Kur korumalı TL vadeli mevduat”ta verilecek “faiz”in dinen durumu nedir? Dinen haram kılınan “faiz”in kesin sınırları nelerdir? Hangi “model” veya hangi “mekanizma” “faiz” değildir veya “faiz”dir? Kişiden kişiye, bankadan bankaya, zamandan zamana, ülkedeki gelişmeden gelişmeye göre “haram” veya “helal” olma durumu değişebilir mi?
Bildiğim kadarıyla, dinen haram olan “yalan”, özel durumlarda söylenebilir. Yine dinen, yenilip içilmesi “haram” olanlar özel şartlarda yenilip içilebilir. Nitekim COVID-19 sebebiyle aylarca camilerimize gidemedik, Cuma namazlarımızı eda edemedik. Bu da özel bir durum idi. Acaba bunlar gibi “faiz” için de özel bir durum söz konusu olabilir mi? Memleket meselelerinde duyarlı olan Diyanet İşleri Başkanımız veya konunun uzmanı bir hocamız, bu konuda halkı bilgilendirici bir açıklama yapabilir mi?
Allah, milli birliğimizi bozmak isteyenlere fırsat vermesin ve cümlemizi “sırât-ı müstakim”den ayırmasın...