Kıymetli okuyucularım. Bildiğiniz gibi “İrfan Sofrası” köşemizde eserleri, ilkeleri ve fikirleriyle bizlere yol gösteren büyüklerimizi; Hakk’a yürüyüşlerinin sene-i devriyelerinde rahmetle ve hayırla yâd etmeye çalışıyorum. Geçen haftaki sohbetimizde, 17 Aralık’ta Hakk’a yürüyüşünün 748. yılı münasebetiyle Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî dedemizi rahmetle ve hayırla yâd etmiştik. Hoşgörünüze sığınarak bugün de evliliğimizin 17. yılında, Mevlâna’nın vuslat günü 17 Aralık’ta 47 yaşında Hakk’a yürüyen, Konyalı eşim merhume Ayşe’yi rahmetle ve hayırla yâd etmek istiyorum.
Bundan tam 18 yıl önce 18 Aralık 2003’te her taraf bembeyaz kar ve soğuk... Dünyamız kararmış, duygularımız sıcak bir halde. “Küllü nefsin zâ’ikatü’l-mevt” ve “İnnâ li’llâh ve innâ ileyhi râciûn” ilahi çağrısı gereği Hakk’a yürüyen kar beyazım eşim merhume Ayşe’yi, Bayraktepe kabristanında 42 numaralı kabre defnederek uğurladık. Kardan ve tipiden yollar kapanmış olmasına rağmen benim akrabalarım Manisa ve Kütahya’dan, merhumenin akrabaları Ankara ve Konya’dan gelmişler idi. Afyonkarahisar’da sevenimiz, dostumuz çoktu, ama bir akrabamız yoktu. Bizleri yalnız bırakmayan akrabalarımızla ağladık, sızladık, dövündük, çırpındık. Üç dört gün içinde her biri, “Hayat devam ediyor” diyerek memleketlerine dönmüş; merhumenin emaneti üç yavrumla evimizde yalnız kalmıştım. 22 Aralık Pazartesi sabahı kalkmış, sabah namazımı kılmış, yâsin-i şerif okuyarak dua etmiş ve kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçmiş idim. Hiçbir şeyin yerini bilmiyor, aradıklarımı bulamıyordum. Başladım ağlamaya. Bir müddet sonra Yüce Rabb’im bir güç vermiş, kendime gelmiştim. “Şimdiye kadar çocuklarımın babaları idim, bundan sonra hem babaları hem anneleri olacağım” diyerek işe koyulmuş ve hayata tutulmuştum. Bazı komşularımız, “Hocanın Afyon’da kimsesi yok, yuvası dağılır artık” demişler. Allah’ın yardımı ile bende öyle bir aşk ve öyle bir güç oluştu ve hayata öyle bir bağlandım ki, evimin tarhanasını, salçasını da yapar oldum. Söylediklerine göre bazı komşularımız, “Dul adam salça yapıyor da biz niye yapmıyoruz” diyerek salça yapmaya başlamışlar... Allah nasip etti, 2004’te hacca gittim; o mübarek topraklarda hac farizamı eşsiz ve yalnız bir halde yerine getirdim... Rabb’im, 2005’te etrafında hiç yapılaşma olmayan 500 metre karelik bir arsa nasip etti. Tek bir ağaç bulunmayan arsaya armut, ayva, elma, erik, kiraz, vişne gibi ağaçlar diktim ve Allah’ın bir lutfu olan arsayı bahçeye dönüştürdüm. Okuldan ve ev işlerinden artan zamanımı burada değerlendiriyor; burada esenlik buluyor ve burada nefesleniyordum.
Geçen zaman içinde Cennet-mekân eşimin emaneti yavrularıma hem ana hem baba oldum. Kimseye muhtaç olmadan, Allah’ın yardımı ve imkânlarım ölçüsünde çocuklarımı okutup büyüttüm. Merhumenin vefatından beş yıl sonra çocuklarımın izinlerini alarak, yine Konyalı bir ailenin kızı olan Dilek Hanımla ikinci evliliğimi yaptım. Allah razı olsun, çocuklarıma anneleri gibi sahip çıktılar. İlk göz ağrısı kızımız üniversiteyi bitirdi ve evlendi. Ailemize, oğlum olarak gördüğüm akıllı, imanlı, saygılı, ilim ehli bir damat ve nur topu gibi iki torun kazandırdı. Tek oğlumuz, anneye hasret bir şekilde, özlemini içine gömerek gurbette, Ankara’da liseyi ve üniversiteyi bitirip Eczacı olarak mezun oldu; Afyonkarahisar’da işinin başına geçti. Annesi Hakk’a yürüdüğünde 5 yaşında olan tekne kazıntısı kızımız büyüdü üniversite son sınıfa geldi... Bu zaman içinde Allahım, bana da Doçent, Profesör olmayı ve emekli olmayı nasip eylediler. Allah’ıma sonsuz hamd ü senalar ederim...
Okul, ders, kitap, bahçe, kabristan, ev, çocuklar derken bugünlere geldim. Geldim, geldim de gel şu kaynayan ve sönmek bilmeyen volkana bir söz anlat. Söz anlamaz, laf dinlemez; kaynar da kaynar deli divane gönül... Lavlar saçar, ateşler akıtır 18 yıldan beri... Gâh evde, gâh okulda, gâh bahçede, gâh kabristanda... Ümitsizliğe düşmeden, hayattan kopmadan, aşktan ve Allah’a sığınmaktan uzaklaşmadan...Yanardağ yanmaya, zaman zaman patlamaya ve lavlar saçmaya devam ediyor, bundan sonra da devam edecek:
KAR BEYAZIM
Kar beyazım!
Her taraf, kalbin gibi bembeyaz...
Evim, odam, duygularım;
Sensiz buz ve ayaz...
İsyan değil, Yüce Rabb’im;
Sen yarattın sen aldın...
Şu düzensiz kalbime,
Sönmez bir ateş saldın...
Günler geçti, aylar geçti,
Kar beyazım gelmedin...
Üç çocukla beni bıraktın gittin,
Kar beyazım, çok özledim çık da gel,
Hem kendine, hem bizlere ne ettin...
SARI GÜLÜM
Bahar geldi, güller açtı, sarı gülüm sen yoksun,
Bundan sonra güller bilmem nasıl açsın ve koksun...
Karlar ile buzlar ile eriyip toprak oldun,
Tez solarmış güller gülüm, sen de erkenden soldun...
17 Aralık vuslat gününde, Hakk’a yürüyüşünün 18. yılında eşim merhume Ayşe’nin ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Allah, Ayşe kuluna rahmetiyle, cennetiyle, cemaliyle muamele eylesin ve bizleri Cennet-i nâiminde buluştursun inşallah.