Gara’da şehit edilen vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı dilerim. Allah bir daha böyle acılar yaşatmasın.
***
Yazılarımızda bazen yineleme olsa da, konusunda muhakkak bir değişiklik vardır.
Bu yazım da, vatandaşlarımızın bir serzenişi, bir söylemidir!
Bunu dillendirmek ve okurlarımızın bilgisine sunmak da görevimizdir diyorum.
Hani elçiye zeval olmaz babından.
***
Bu günlerde öyle söylemler ve de öyle uygulamalar/yaptırımlar yaşıyoruz ki akıl alması mümkün değil.
Hiç görmediğimiz ve duymadığımız düşünce tarzları ile de karşılaşabiliyoruz.
Hayret değil mi?
Sanki Necip Fazıl Kısakürek’in; İdeologya örgüsü kitabında yazılı olan “ Baş yüce” lik sistemi gibi!
Sakın yanlış algılamayın; bunda da, dirlik var, düzen var, hak var, hukuk var ama adalet yok. Çünkü en son sözü de yine “ baş yüce” söylüyor!
Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, isterse yargı kararı bile olsun, yine de son karar “ baş yüce’nin”!
O ne derse o dur!
Ötesi yok.
Hiç kimse kusura bakmasın ama düşman başına dostlar, demeden de geçemeyeceğim.
Bu durumlar da vatandaşlarımızı öyle tedirgin, öyle kırgın, öyle kızgın ve kuşkulu yapıyor ki, Allah sonumuzu hayır etsin diyebilirim.
Vatandaşlarımız da; “sanki kutuplaşmış bir ülke ve insanlarıymışız gibi” diyorlar!
Ve Süphan Allah!
Sizler kim?
Bizler kim?
Merak ediyorum doğrusu.
Ha bu tür olaylar geçmişte yaşadığımız 15 Türk Devleti içlerinde de yaşandı!
Ama her biri de bu tür olaylardan, fitneden, siyasi erk ve hırstan dolayı da tarihsel işlevliğini yitirmiş oldu.
Yazık ve üzücü!
Sizler üzülmüyor musunuz ki?
Bu ana kadar hırslı siyasi çıkarlar ve siyasi erkler yüzünden, geçmişteki devletlerimiz de bazı nedenler dolayısıyla tarih olmasalardı, içerden yıkılan bu devletlerimiz ayakta kalsaydı ve tek devlet olarak bu günlere gelinseydi…
Şimdi dünya coğrafyası içersinde inanın ilk üç devlet arasında olurduk.
Yazık ki ne yazık!
Tarih somut bilgilerle dolu!
Ve hepsi de bizim Atalarımız, dedelerimiz, kanımız/canımız, nur içersinde yatsınlar.
Ama son pişmanlıklar da asla fayda vermiyor.
Çünkü dinimiz belli, cinsimiz belli, ırkımız belli; ayrıca bu topraklarda dini/dili/kültürü belli ve ayrı olan insanlarımız var olduğu gibi, onların inançlarına, bakışlarına, duruşlarına da saygımız var.
Eğer ellerinde nüfus cüzdanları varsa ki var, tek bayrak altında tek devlet olarak kardeşçe yaşamaktan başka da ne derdimiz olabilir ki?
Geçmiş de hepimizin, gelecek de hepimizin.
Yolumuz tek, inancımız tek, Bayrağımız ve Devletimiz de tek!
Bunun ötesi olmaz, olamaz da.
Daha ne olsun ki be dostlar?
Nedir bu kem bakışlar ve ötelemeler?
İnanın birlik ve beraberlikten başka hiçbir şey bizi mutlu kılmaz, büyütmez, geliştirmez…
Geliştirmez be kardeşim, geliştirmez!
Dilerim düzelir.
***
“Bu dünya en uzun Sultanlık yapan Davut Peygamber oğlu Sultan Süleyman’a bile kalmamış ki” kime kalsın!
Baki olan; dinimizle, dilimizle, bayrağımızla ve Devletimizle ebediyete kadar yaşamak değil mi?
İşte halkımızın genelde düşünce yapısı bu!
Daldan dala geçiyor gibi olmasın ama…
Hz. Sultan Süleyman’ın dile getirdiği bir vasiyetini de, hiç kusura bakmayın ama kısaca ele almadan da geçemeyeceğim.
Ki bu kişi, İlk kitaplı Peygamber olan Hz. Davut’un da oğludur!
Bakın ne diyor:
“Ben ki Hz. Sultan Süleyman’ım; bu toprakların en zengin, en güçlü insanı olduğum gibi, kurt’a, kuş’a da hükmeden bir kişi de olarak, bu söylediklerim tebaa’ma vasiyetim olsun!
Ben öldükten sonra, bir elimi salın dışına çıkarın...
Çıkarın ki bunca güç ve bunca zenginlikten sonra, öbür tarafa giderken elimin boş olduğunu bütün tebaam görsün ve bundan da ders alsınlar” demiş!
Ne güzel değil mi?
Bir peygamber oğlu olsa da, inançlarımız ayrı olsa da, kimse de bu düşünce ve bakışı da yadsıyamaz.
Tanrım bizlere de böyle düşünenler nasip etsin!
***
İşte bu günlerde yaşananlar da aynı “ bir taş ve bir kuyu konusu” gibi!
Birileri kuyuya bir taş atıyor, kırk akıllı çıkaramıyor, hesabı!
Yazık!
Bunun hiç de akıllı yapılan bir olay olmadığı görüldüğü gibi, kimlerin bu davranışlarıyla ve söylemleriyle, nerenin değirmenine, nasıl bir su taşımak istenmesi de tedirgin edici bir olay olmaktadır!
Bu tavır da, vatandaşlarımızı ziyadesiyle tereddütlere/şüphelere taşımaktadır.
Kısaca yakın tarihimize şöyle bir bakacak olursak…
Hiç de tasvip etmediğimiz olayları görmüş/yaşamız oluruz!
Detaya girmek istemiyorum ama…
Bir Çanakkale’yi dahi geçemeyen yedi düvelin askeri ve gemileri, İstanbul’a, Dolmabahçe sarayın önüne nasıl geliyor, önce bunu bilmemiz gerekir?
“İşgal Kuvvetleri Kom. İstanbul Valisi İngiliz C. Harington’un Anıları” kitabı. Lütfen okuyun!
Bizler tabii ki biliyoruz ama hala bilmeyenler de var!
Yazık!
Tarih sarihtir, bellidir ki bu ulus, bu devlet, bir İstiklâl savaşı yaşamıştır!
Bu da çok şükür Türk Milletinin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Bu yaşanan var olma savaşı da hepimizin onurudur, şerefidir!
Şanlı Türk Devletinin bir yeniden var oluşudur, kendi küllerinden yeniden doğuşudur!
Yoksa şimdi bu ülkede kimler var olacaktı?
Birileri sultan olarak kalacaktı ama kimler tarafından da bizler bir sömürge olarak yönetilecektik?
Kahrolmaz mıydınız a beyler/ bayanlar kahrolmaz mıydık?
Tabii ki olurduk.
O nedenle ki “Onlar kim, bizler kim” gibi yorumlara da halen daha neden olmaktan kurtulamamışız!
Hem de çok yazık?
***
Yüz yıllarca nice savaşları görmüş, yaşamış; yüz binlerce şehitler, kayıplar ve gaziler vermiş ama sonunda istiklâline kavuşmuş bir neslin evlâtları olarak da, bu zamana kadar böyle bir olay ne görülmüş ne de duyulmuştur!
Şimdi ana konumuza gelelim bakalım:
Bakın bir hanımefendi ne diyor?
Dilini inşallah eşek arısı soksun!
Bunun da sırtını sıvazlayanlar utansın!
“Ben mahallemde bulunan kişilerin listesini yaparak belirledim!
Bizim aile en az elli kişi götürür, bu donanımın hepsi de bizde var”!
Lafa bak lafa!
Aynı Sivas ve de Kahraman Maraş’ da olan, yaşanan acı olaylar gibi!
Vay anasını!
Yazıklar olsun be dostlar.
Ne diyeyim, seni doğuranlar, seni besleyenler, seni büyütenler utansın!
Dilerim hakkında hukuki işlem de yapılmıştır.
Hemen aklıma “Yüzbaşı Selâhaddin’in romanı” geldi”.
İşte bu tipler, Kuvva-i Milliye oluşurken; donanmış ve yola çıkmış olan askerlerimizi de savaşa katılmaktan caydırmış olan kişilerin bakışları ve düşünceleridir!
Hakkında ferman ve Fetva çıkarılan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e karşı olan bakışlardır/duruşlardır!
Bu devlete; “asker de, vergi de verilmez” diyenlerin bakışlarıdır!
Yazık be dostlar, yazık!
İnançlara ve düşüncelere saygı duyarım ama…
Bu bayana bir kez daha yazıklar olsun demeden de geçemeyeceğim.
Tanrım; bu tiplere akıl fikir versin.
Başka diyeceğim yoktur.
***
Tanrım gülen yüzlerinizi hiç eksik etmesin.
Sevgi saygı bizden sevgili dostlar.
Sayın yazar, Başyüce'nin kanuna rağmen son sözü söylediğini nereden çıkarmış acaba?