FARELER YEMİŞ!
Günümüzde/ yaşamımızda öyle olayları yaşıyor/ gözlemliyoruz ki hayret etmemek ve üzülmemek elde değil!
Bir taraftan siyasetçilerin kışkırtan ve hakaret vari insanlarımızı adeta bölen/öteleyen/üzen söylemleri/bakışları/duruşları…
Diğer taraftan, kafalarda izler ve istifamlar bırakan akçeli işlerin halk tarafından varsayımlı algılanan durumları/söylemleri!
Sanki inanç/hak/hukuk ve adalet kenara çekilmiş, adeta iki dudak arasına sıkışmış da arada bir çıkıyormuş gibi de bir durum!
Hep tereddüt…
Hep şüphe!
Hep tartışma ve dedikodu!
Yazık!
Oysa bu böyle mi olmalı?
Tabii ki olmamalı.
Halk, halkımız, en büyük güçtür ve onlar da bazı konularda bilgilendirilmeli, onların düşüncelerine de saygı duyulmalıdır!
Kısaca…
Al gülüm…
Ver gülüm…
“İşte durum bu, bunu da bilesin gülüm” gibi!
Milletin kafasında istifam yaratmadan bu tür bilgiler hakkında sunum yapılmalıdır!
Çok mu zor?
Hayır.
O zaman yapılmalı derim.
Çünkü halkın ağzı torba değil ki büzesin!
Konuşuyorlar kardeşim, konuşuyorlar!
Dilerim düzelir ve devletin yetkili organlarınca da bu yapı ele alınarak gereği yapılır.
Yoksa halkın ağzında bulunan bu sakız her zaman çiğnenecek ve istifamlar da bu süreçte devam edecektir.
Bizden elçilik görevi!
***
DEMİRCİ!
Demir Tüccarlığı yapan inançlı biri Kâbe’ye gitmeye karar verir.
Karar verir ama o tarihte Kâbe’ye gitmek için de aylar, belki de yıllar gereklidir!
Çünkü at veya deve sırtında gidilmektedir.
Her neyse, demirci elindeki dükkânı da komşusuna bırakmayı düşünmektedir.
O yokken hem ticaret yapsın ve hem de dükkân kapalı kalmasın diye.
Komşusuna gider ve durumu ona açıklar!
Komşusu da buna tamam der.
Komşusuna dükkânda bulunan mallarla daha doğrusu demirlerle ilgili bilgi verir.
Ve ertesi gün yola düşer
Gidiş o gidiş!
Aradan 6/7 ay geçer ve geri döner, hemen dükkâna gidip bakmak ister.
Bakar ki dükkân kapalıdır.
Kendi kendine; “her halde komşu demirleri sattı bitirdi ve dükkânı da onun için kapattı” diye düşünür.
Dükkânın kapısını açar bakar ki bir tek mal yani demir bile kalmamıştır.
“Her hal bizim komşu demirlerin hepsini de sattı” diye düşünür.
Hemen komşuya gider, gider ama komşunun suratı asıktır!
Hoş beş ten sonra, demirci komşusuna; “her halde demirleri satmışsın. Dükkânda hiç demir göremedim” der.
Komşusu da şöyle bir bakar ve “ ne satması be kardeşim, senin dükkânda fare doluymuş, bu nalet fareler senin demirlerin hepsini de yemişler!
Bir tek demir bile kalmamış. Banim yapacağım bir şey yok, diyerek sözünü bitirmiş.
Demirci şok olmuş!
“Komşu, bu demirleri bu fareler nasıl yer kardeşim, bu mümkün mü” deyince…
Komşusu da biraz hırçınlaşarak, “yediler kardeşim, yediler işte, ben ne yapayım” diyerek oradan uzaklaşmış.
Bizim demirci, ulan hiç fare demir yer mi, yemez tabii. Desene bizim demirler komşu tarafından hiç edildi?
Diye düşüne/düşüne evin yolunu tutmuş!
Dediği tek şey; “ ben komşuma bunca yıl güvendim, inandım ama onun yapısı bozukmuş!
Bizim mallar gitmiş. Yapacak bir şey yok!
“Ben de seni Allahın adaletine bırakıyorum” demiş ve aradan aylar geçmiş…
Bir gün evinin kapısı çalınmış, bakmış ki komşusunun eşi!
Hayır olsun komşu hanım bir isteğin mi var diye sormuş?
Komşu hanım üzgün ve suçlu bir şekilde; bizim bey rahatsızlandı, kısmi felç geldi, seninle helâllik almak için evde bekliyor, gelir misiniz acaba demiş?
Bunun üzerine demirci; ellerini havaya kaldırarak, sen yücesin, sen bilirsin tanrım” demiş!
Ve komşu kadına dönerek; komşum bunda senin bir vebalin yok ama ben kocanı o zaman Allaha havale etmiştim. Benim yapacak bir şeyim yok. Kusura bakma ama gelemem deyip kapıyı kapamış.
Hani büyüklerimiz, atalarımız hep der ya?
“Alma mazlumun ah’ını çıkar aheste, aheste diye?
İşte böyle be dostlar.
Yine de gülümsemekte bir güzellik vardır.
Ben gülümsedim, ya siz?
Gülen, gülümseyen yüzleriniz solmasın inşallah.