ESKİ TÜRKİYE Mİ, YENİ TÜRKİYE Mİ?
“İnsanlar tecrübe ile değil, tecrübelerinden çıkartıp aldığı derslerle olgunlaşıp bilgi/beceri sahibi olurlar”!
***
Bu günlerde ikide bir temcit pilavı gibi önümüze konan…
Açıkça da ifade edilmeyen ama bir duruşu/bakışı da kapsamı içersine alan…
Ayrıca buna da eski ve yeni Türkiye diyerek kategorik yapıya sokulan, siyasi sistemin dillendirildiği bir süreçten geçiyoruz!
Yani bir tercih yapmamız ifade ediliyor.
Yani eski Türkiye, yeni Türkiye gibi.
Sanki biri eskimiş de, onu atıp yenisini de marketten alacakmışız gibi!
Hem de 93 yıl sonra!
Ve Süphan Allah!
Hayret değil mi?
Şunun adını açıkça söyleseniz olmaz mı?
Biz bu sistemi ve rejimi değiştirmek istiyoruz hedefimiz de bu diye!
Ama bunu da şu sıralar açıkça söyleyemezler, çünkü referandum var!
O zaman seçmen bunu yutmaz.
Eh biz de, eski ve Yeni Türkiye’de neler var, neler yok şöyle bir bakalım.
***
Eski Türkiye:
Yazımıza başlamadan önce, bu günlere gelinceye dek, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve bekası adına kanlarını/canlarını veren bütün kahraman şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum.
Nur içinde yatsınlar.
Onlar bu vatanın onuru, şerefi, ırzı, namusu ve bağımsızlığı için bu toprağa düştüler ve bizleri bu günlere kadar taşıdılar.
Bundan sonrası da ne olur, onu da kafamızı iki elimizin arasına alıp oturup düşünmeliyiz derim?
***
Gelelim eski Türkiye’ye:
Anadolu yedi düvel denilen namussuz emperyalistlerin işgali altındadır!
İngiliz’inden, Fransız’ına. İtalyan’ından, Yunan’ına. Kanadalısından, Anzak’ına ve ta Hintlisine kadar!
Irzımız, malımız, canımız ve yurdumuz büyük tehlikeler altındadır.
Başta padişah Mehmet Vahdettin ve halkımız büyük baskı altında ini/inim inlemektedirler.
Ama Vahdettin kendi çaresini bulur ve tahtını kurtarmak adına İngilizlerle gizli bir anlaşma yapar!
Kendisi sultan kalmak şartıyla, Osmanlı topraklarını İngiliz sömürgesi olması konusunda hazırlanan bir antlaşmaya imzasını atar! (Kaynak, İşgal kuvvetleri komutanı ve aynı zamanda İstanbul valisi olan İng. Gen. Harington’un anıları kitabı)!
Ya halk?
Halk yalnız kalmıştır, sorunlarına bakan yoktur ama onlara da ancak Padişahın telkini vardır!
Bu arada M. Kemal ve arkadaşları da, Kuvva-i Milliye yi kurmakta ve İstiklâl savaşına hazırlanmaktadırlar.
Bunu duyan Padişah, Şeyhülislama bir ferman hazırlatır!
Kısaca;” ben bu savaşa karşıyım. Kim ki bu savaşa katılırsa önce bana karşı gelmiş olur, padişahına karşı gelen de Allah’a karşı gelmiş sayılır” demektedir!
İstiklâl savaşına katılmak için yazılan askerin birçoğu da bu fetva üzerine askerden kaçarlar.
Bu bilgiyi alan Kuvva-i Milliye yani, ulusal ordu, yani; M. Kemal ve arkadaşları da hemen harekete geçip bunun önlemini almaya çalışırlar.
Bu arada Padişahımız M. Vahdettin de bunun duyumunu alır ve hayatım tehlikede diyerek İngiliz komutandan sığınma ister.
Dört eşini ve çocuklarını bırakarak bir İngiliz zırhlısıyla İngiltere’ye kaçar!
Koskoca bir Osmanlı imparatorluğunun koskoca padişahı başka hangi nedenle ve niye kaçsın ki?
Sonrası malum!
Çanakkale savaşları!
İnönü, 2. İnönü ve Sakarya savaşları! Sonrası, yani son noktayı koyan, Afyon’dan başlayıp ta İzmir’e kadar süren ve Dumlupınar meydan Muharebesini de içine alan “Büyük Taarruz”!Dünyadaki mazlum devletlere de örnek olan bir İstiklâl savaşı.
Anadolu’nun ve Türk ulusunun bağımsızlığı!
Büyük Millet Meclisinin var oluşu, Parlamenter sistemi de içine alan, laik, çağdaş, sosyal ve hukukun üstünlüğünü savunan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin” yeniden oluşumu.
Ve bir yaşam süreci!
Ha bundan sonraki yaşam süreci içersinde hatalar yok mudur?
Tabiî ki vardır.
Ama önemli olan, bu hataları giderecek seçilmiş hükümetlerin de başa gelmesidir.
Burada da yeterli olunamamıştır.
Özgürlükler ve demokrasi az da olsa, kör topal da olsa, bu da ta zamanımıza kadar süre gelmiştir.
Burada önem arz eden, geçmişte olan bu hataları örnek göstererek bahaneli davranışlar sergilemek değil, bunları düzeltecek, giderecek çareler/çözümler aramaktır.
İşte bu da, değiştirmek istedikleri eski Türkiye’nin ta kendisidir.
Yenisi de ne getirir, ne götürür hiç belli olmaz.
Ama özünde bellidir.
Hani bir söz vardır ya!
Arap’ın derdi ne diye?
“ Arap’ın derdi bu değil ille de kırmızı pabuçtur” şeklinde!
İşte durum da aynen böyledir.
Son söz tabii ki seçmenin olacaktır.
Eski Türkiye mi, yeni Türkiye mi diye?
Dilerim tasvip etmediğimiz olaylar yaşanmaz.
***
Yeni Türkiye:
Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği günden bu tarafa da söylenen ve yapılmak istenen yeni bir Türkiye’de işte bu!
Tam 16 yıldır devam eden bir siyasi yapı ve bir bakış!
2010 yılına kadar iyi.
Sözüm yok.
Çünkü söylemleri ve projeleri vardı!
Önce acil önlem plânları ve sonra “üç Y”!
Yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar!
Peki, ne oldu?
İş tam tersine döndü.
Sanki bunlar buhar oldu ve yerine de çok değişik bakışlar, icraatlar ve söylemler geldi!
Meselâ: Biz aynı hedefe ayrı yollardan giden kutsal bir birlikteliğin mücadelesini veriyoruz!
Biz beyazlarımız giydik de geldik!
Bize doksan yıldır neler çektirdiler!
Hedefe varmak için Papaz cüppesi bile giyerim!
Bu sözler kime karşı ve ne için söylendi, enteresandır ki hiçbir siyasi yetkili de çıkıp bunu sormadı!
Nesiniz, kimsiniz diye?
Ama bunların hepsinin de bir anlamı vardı tabi.
Günümüze kadar bu tür bakışlarla ve söylemlerle gelmiş olduk.
Şimdi ne isteniyor?
Bir referandum.
Yani nasıl bir sistemin geleceğine dair belirlenmesi gereken bir Anayasa!
Nasıl bir Anayasa?
Büyük yetkilerle donanmış ama dünya coğrafyası içersinde hiç görülmemiş ve işitilmemiş bir başkanlık sistemi!
Yani Türk tipi bir başkanlık!
Veya Cumhur Başkanı başkanlığı!
İşte oylanacak ve Yeni Türkiye olarak da ortaya konmak istenen bu.
Yani yeni bir sistem!
Ya sonra?
Sonrası, monrası yok.
Yani adiyos Cumhuriyet!
Adiyos parlamenter sistem!
İşte 17 Nisanda seçmenin belirleyeceği referandum da bu.
Yani yeni Türkiye imiş!
Ne yapalım sonuç hepimize ve ülkemize hayırlı olsun bakalım.
Evet oyu da, hayır oyu da bu ülkenin evlatlarının oyudur.