İnsan bu ya! Hiç şüphesiz ki çiğ süt emmiştir. Her bir insanın huyu, tüyü, yemesi, içmesi, oturması, kalkması, büyüklere ve küçüklere karşı davranışı, tembelliği, hasisliği, cömertliği ve edebi birbirine benzemez.
Yıllar önce bir köyde doğup büyüyen, ilkokulu köyünde okuyup, köyünden tahsil için ayrılan ve yıllar sonra kendi köyünü ziyarete giden bir genç köyüne geldiğinde çoğu akrabasını tanımaz bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Anne ve babası sılayı rahim bilmediği için çocuk ta yıllar yılı köye gelemediği için akrabalarını unutmuş, köydeki hayata bir başka şekilde bakmaya başlamış.
Genç delikanlı köyde bulunan emmisi, dayısı ve akrabaları tarağından karşılanmış ve misafir edilmiş. Genç delikanlı artisttik bir biçimde onu bunu gösterip sormaya başlamış gır gır olarak.
-Bu ne?
-Şu ne, ne işe yarıyor?
-Aaa bun da neyin nesi?
Emmi, dayı ve akrabaları bu sorulara bir yere kadar sabretmişler, ama gelin görün ki soruların ardı arkası kesilmeyince kafalarının tası atmış. Çünkü delikanlı bildiği şeyleri tam bir şehirli edasıyla bilmeme gibi bir tavır içine girip böyle bir tavır takınması köydekilerin garibine gitmeye başlamış. Bu durumu fark eden köydeki akrabalar bu duruda bulunan gencin bir derse ihtiyacı olduğunun fakrıma varmışlar. Emmisi ve dayısı sen bunların hepsini bezi sorup duyursun ama sen bu sorduklarının üstüne basarsan ismini kendilerini söyler demişler. Genç adam söyledikleri gibi aletin ucuna basınca;
-Aahh, Allah cezanı versin dirgen emi senin!...
Büyükler ne demiş:
-Ne oldum deme sakın ne olacağım de.
-Nereden geldim ve nerede kalacağım, nereye gideceğim, de.
-Dönüp dolaşıp geleceğim yer yine kürkçü dükkanı değil mi, de.
-Anne ve babanın sılayı rahim denen meseleyi sana anlatmamalı ve bunu yerine getirmemeleri ne kadar ayıp değil mi?
-Esas bu milletin efendisinin köylü olduğunu unutmak neden ve niçin? Onlar akmasalar, onlar dikmeseler bu şehirliler ne yiyip içecek? Diye düşünmemek ne kadar da bencillik olur değil mi?
-Sen sana verilen nimetleri bilmezsen, onlara şükretmezsen Yüce Allah onları azaltmaz mı?
-Yediğin lokmaların haram mı, yoksa helal mi olduğunu düşünmeden yemek sana neler kazandıracak hiç düşündün mü?
-Yenilen bir haram lokmanın bir vücudu tamı tamına kırk gün terk etmediğini ve yapılan ibadet ve taatlerin o vücuda kırk gün lezzet tattırmadığını ne zaman bileceğiz?
-Yenile bir lokmanın soframıza gelince kadar nasıl evrelerden geçtiğini bilmeyecek olursan o nimetlerin kadrini nasıl konuşabileceğiz?
-Çocuklarımız daha küçükken onları terbiye etmemek, milli ve manevi değerleri onların kalplerine nakşetmemek bizi nasıl bir durum ve vaziyet içine koyacaktır, hiç düşündük mü?
Konu ile ilgili olarak şöyle bir Asr-ı Saadet dönemine uzanmaya ve şu nükteyi değerlendirmeye ne dersiniz?
Bir gün bir gelip Peygamber Efendimize anne ve babasından şikâyet etmek istedi. Rasullullah Efendimiz ona
Buyurdu ki: “Annen seni dokuz ay karnında gezdirdi, doğduktan sonra iki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi e sakladı, Sen hasta olunca hasta oldu, sene sevinince sevindi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlandı, okuyup adam olman için o kadar masraf etmedi mi? Bu ana kadar iaşe ve maişetini temin etmedi mi? Ayrıca annen ve baban sana dinini, imanını öğretti. Seni İslam terbiyesi ile büyüttüler. Bütün bu şimdiye kadar yapılan bu iyilikleri ve güzelliklere karşı şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu? Şunu da iyi bil ki ana-babaya iyilik etmek, nafile namaz, oruç ve hac faziletlerinden daha faziletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara asi olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Ayrıca şunu da ifade etmek gerekir ki; Ana-babasına ası olan mel’undur.”
Yüce Rabbimiz yaşadığımız süre içinde anne ve babasının kıymetini bilenlerden eylesin. Onlar eğer ahirete irtihal etmişlerse her ay kazancımızın belirli bölümünü onlar için himmet etmeyi nasip etsin. Âmin.