Adanalı Ziyâ’nın Hayatında ve Şiirlerinde “Meyhane”
Osmanlıdan bugüne varlığı bilinen, hakkında eserler yazılan, şairlerin toplandığı ve işret ettiği edebî muhitlerden biri olan meyhaneler, hayatımızda, kültürümüzde ve edebiyatımızda var olan bir gerçektir. Felsefî, fikrî, sosyolojik ve psikolojik yönleri üzerinde durulmadan sadece inanç ve sağlık boyutuyla değerlendirilen “meyhane”, “mey” ve hakaretâmiz bir söyleyişle “ayyaş” denilen “mey-hâr”, dün olduğu gibi bugün de varlığı devam eden toplumsal bir gerçektir.
Hayatında ve şiirlerinde “aşk”ın ve “meşk”in ayrı bir yeri bulunan Ziyâ’nın, 73 yıllık ömrünün ilk yirmi ve son üç yılı dışında elli yılı mey, meyhane ve işretle geçmiştir. Yaşadığı dönemin adaletsizlikleri ve baskısı karşısında hakkı ve hakikati yazdığı için “deli” diye tımarhaneye yatırılan, tevkif edilip Fizan’a sürülen Ziyâ, zamanla kendini alkole vermiş; buna rağmen, hiçbir zaman alkolün emrine girmemiş, kendini kaybetmemiş ve etrafına zarar verecek derecede sarhoş olmamıştır. Aklı başında olarak haksızlıklara ve adaletsizliklere; kimseden çekinmeden, edep dâhilinde yazdığı hicviyeleriyle direnmiş, yazdıkça içmiş, içtikçe yazmıştır.
Alkolün dertlerine derman olamayacağını bilerek içen Ziyâ, bir gazelinin makta beytinde; “Ziyâ, biz de meyhaneden meyhaneye uğradık, gamı def eden bir “mey”i görmedik” der ve içinde bulunduğu durumun farkında olduğunu, kendini anlayamayanlara haykırır gibidir:
“Hangi meymiş görmedik def-i gam eyler böyle şey
Uğradık biz de Ziyâ meyhâneden meyhâneye”
Ziyâ, alkolün maddi ve manevi yönden kendine zarar verdiğini bilerek içmiş, aklı başında ve duyarlı bir insan olarak yazmış, kendini değil toplumu düşünmüştür. İçtiği için kendisini ayıplayan ve hakkında ileri geri konuşan bir "kasap" ve bu düşüncede olan gâfiller için yazdığı bir kıt'asında; “Aybım sadece demkeşlik mi, bende daha neler var neler. (Mesela) Müziğe yangınım, güzellere pek baygınım. (Hak hukuk tanımayan) A hukuk kasabı, bir aybın yok mu, sen de söyle. Bendeki (kusur) şahşi, seninki kul hakkı. (Benim ağzımdaki kırmızılık içtiğim şarabın rengi; senin ağzındaki kırmızılık hakkını yediklerinin kanının rengi).Bu felsefi kıt'a onun, san'atı ve şahsiyeti hakkında bir belge gibidir:
"Sâde dem-keşlik mi aybım var daha bende neler
Mûsikîye yangınım pek baygınım hûb-rûlara
Sen de söyle yok mu bir aybın a kassâb-i hukûk
Bendeki şahsî seninki hûn-i hakla gargara"
“Adanalı Ziyâ’nın Hayatında Meyhane” konusu “İstanbul Yılları”, “Afyonkarahisar Yılları” başlıkları altında değerlendirilmelidir. Alışmasında yakın dostu olan Neyzen Tevfik’in rolü olan İstanbul’daki meyhane hayatını yine yakın dostlarından Ahmed Râsim’in Muharrir, Şair, Edip-Matbûat Hatıralarından-adlı eserinde görüyoruz. Muallim Nâci, Andelîb, Müstecâbî, Hayri, gibi ediplerle buluştukları mekânlardan Balıkpazarı meyhanelerindeki Ziyâ için, Ahmed Râsim, “Adanalı -Ziyâ ki ince, zayıf bir bedene bilek kadar ince bir boyun ile birleşmiş, büyük bir kafadan ibaret gibi idi- melankolik gözlerini bayılta bayılta hafif hafif söyler, müteakîben gülerdi”der. Buralarda gazeller, kıt‘alar, rübâiler yazılır ve okunur. Balıkpazarı meyhanelerinde, doğru söylemekten, fikirlerini dile getirmekten ve yazdığı şiirlerini okumaktan çekinmeyen Ziyâ’nın en yakın dostu içkidir.
Ziyâ, Afyonkarahisar’a geldikten sonra da işrete devam eder. Merkezde, ilçelerde ve köylerde dostlarıyla kurulan işret âlemlerinde, yenilir, içilir , sohbet edilir ve şiirler yazılır. Afyonkarahisar merkezde, Tılı/Tığlı Murat’ın Kahvesi, İbrahim Ağa’nın Kahvesi, Eseney’in kahvesi, Maarif kıraathanesi bahçesi, Karabet’in oteli gazinosu, Anadolu kıraathanesi, Zafer kıraathanesi, Gebecilerin oteli, Sefa oteli bahçesi, Kolordu bahçesi, Askerî gazino, “İzmir İstasyonu” civarındaki bahçeli oteller, Ermeni komisyoncuların yazıhaneleri bu mekânlardan bazılarıdır.
Mümkün oldukça akşamları demlenmeyi, hoşsohbet ve güvenilir kişilerle oturmayı, dostlarına usanç verecek hâl ve hareketlerden çekinerek izzeti nefsini korumayı ve böylece kendisine hürmet ettirmeyi bilen Ziyâ, ne zaman, nerede ve kiminle içmesini bilir ve buna özen gösterirdi. Sohbetinin hoşluğu ve zarafeti, okuduğu felsefî şiirlerin ve hicivlerin güzelliği, onunla beraber demlenmeyi arzu edenlerin sayısını artırır. Her Ramazan ayı gelişinde birkaç gün önceden alkolü bırakan Ziyâ, Ramazan çıkıncaya kadar içki kullanmaz. Kendisi için “Namaz kılmıyor, yoksa Allah’ı unutmuş mu?” diyenlerin yanında, inancını ve Hakk’a bağlılığını iyi bilen dotlarından Vicdânî’nin; “Onun sarhoşluğu, dine karşı olan saygı duygusu yanında hiç kalır bir durumda idi” sözleri dikkate alınması gereken değerlendirmelerdir. “Adanalı Ziyâ’nın Tevhîd ve Münâcât Manzûmeleri” (Asos Journal -The Journal of Academic Social Science-Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 94, Temmuz 2019, s. 91-122) başlıklı akademik çalışmada da Ziyâ’nın Felsefî ve tasavvufî yönü ile sağlam bir inanca sahip oluşu ve Allah’a candan bağlılığı görülmektedir.
“Garâmiyyât-i Kadimeden”, “Feverân-ı Tahassür”, “Enîn-i Garîbâne”, “Meyhâneden Meyhaneye”, “Hüviyyet-i Rindânem”, “Perestiş-i Hayâl”, “Meşrutiyetten Evvel”, “Mahfil Bahçesi İçin” manzumeleri meyhane konulu felsefî eserlerdir. Bu bölümü de üstadın beyitleriyle noktalayalım:
“Şîşe ceybim gibi boş sanki kesildim memeden
Bir kalaysız kaba döndü içerim içmemeden”
**
“Âlâmına rağmen feleğin bir iki atsam
Âlâmı değil kendimi dünyâyı unutsam”
**
“Bir acı meydir hemân varım yoğum bilmem hased
Yoksa da iller gibi çay kahve şerbet sahlebim”
**
“Egerçi hoş gelir evvel dile sefîl hayât
Humârı pek acıdır zehrdir nevâl-i hayât”
(Bu konu, yakında yayımlanacak olan “ADANALI ZİYA ve ŞİİRLERİ” adlı kitabımızda kaynakları ile birlikte daha geniş ele alınmıştır).
(YARIN DEVAM EDECEK)