Kıymetli okuyucularımın, kütüphanelerde görev yapan değerli kardeşlerimizin ve bütün kitapseverlerin Kütüphanecilik haftasını kutlarım. Allah kitaptan uzak eylemesin. Ülkemizde 1964 yılından bugüne Mart ayının son haftasında kutlanılan bu günde öğrencilerimize ve halkımıza kitap sevgisini ve okumanın önemini anlatmak için hafta boyunca kütüphanelerde ve okullarda; konferans, panel, kitap sergisi, kütüphane ve kitap tanıtımları, gezi ve okuma yarışmaları gibi faaliyetler düzenlenir. Çok şükür bize de doksanlı yıllarda gazetelerde yazma, panel ve konferans düzenleme, Fen Edebiyat Fakültesi öğrencilerini Anıtkabire götürme gibi faaliyetleri nasip olmuş idi. O yıllarda başka bir aşk, başka bir gayret, başka bir haz var idi... Şartlar mı değişti, biz mi yaşlandık bilmem; bu hasletlerden uzak kaldık velhasıl...
Dünyada, kitap sevgisini başka sevgilerden önde tutan milletlerden biri Türklerdir. Hat sanatına verilen önem, bunun bir meslek haline gelişi, zarif bir üslupla yazmaların süslenmesi, cilt sanatında gösterilen özen, bize has olan ebruculuk; altın yazmalı ve tezhipli binlerce yazma elyazması eser bunun ispatı gibidir (bkz. Türklerde Kütüphanecilik, Mustafa Yazıcı, Ankara 1969). Dünyanın en köklü milletlerinden olan Türklerin oluşturduğu medeniyet içerisinde kitaba verilen önem büyüktür. Tarihte ilk matbaanın tahta harflerle Uygur Türklerince icat edilmiş olması bunun delili gibidir.
Moğol Tarihi adlı eserinde Marujo D’ohsson, Çinli bir seyyahın ifadesinden hareketle, Uygur hâkimiyetinde bulunan memleketlerde halkın faydalanacağı genel kütüphanelerin açıldığını yazar. Uygur kütüphanelerinden günümüze 30 binden fazla yazma tomar kalmıştır. Karahoca ve Turfan’da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçirilen bu tomarların bir kısmı, Almanya’da Berlin Devlet Kütüphanesindedir (bkz. Yazıcı, s. 12). Deri ve kâğıt üzerine yazılmış bu eserlerin sayfa başlarına yapılan süslemeler dikkat çekicidir. Buradan anlaşılıyor ki, Orta Asya’da kâğıt, Türkler tarafından kullanılmaya başlanmış, “cilt” yapma işi bir sanat kolu haline gelmiştir. Ciltçilikte derinin kullanılması, ilk defa deri üzerine madeni kalıplarla süslemelerin basılması da kitaba verilen önemin başka bir delili gibidir.
Bu eserlerin gün ışığına çıkarılmasında Dr. Aurel Stein ile Albert von Le Coq’un rolleri önemli olmuştur. Soca Nehri’nin doğusundaki, kütüphanenin bulunduğu sahanın adı Tun Huang’dır (bkz. Yazıcı, s. 13). Büyük Türkolog Wilhelm Thomsen, “Şarki Türkistan’ın Mazisi” başlıklı yazısında Dr. Aruel Stein’in bu kütüphaneyi nasıl keşfettiğini ayrıntılı olarak anlatır (Türkiyat Memuası, c.4. s.44).
674-999 yıllarında İran ve Mâverâünnehir’de hüküm süren Samanoğulları devrinde önemli kütüphaneler mevcuttu. Buhara sultanı Nuh b. Nasır’ın sarayındaki kütüphane meşhurdu. “Büyük Türk İslam bilgini İbni Sina bu kütüphanenin hazırlığında bulunmuştur.” Büyük tıp âlimi İbni Sina, daha önceleri isimlerini duymadığı ve görmediği nice yazma eseri burada bulduğunu söyler (bkz. T. Kütüphanecilik, s.16). Gazneliler çağının da en meşhur kütüphanesi yine saraydadır. Gazneli Mahmud’un sarayındaki kütüphanede hükümdara yazılmış ve sunulmuş binlerce yazma eser vardır. Germanşah Kütüphanesi de 5000 ciltlik zengin bir kütüphanedir (bkz. T. Kütüphanecilik, s.17).
Anadolu Selçukluları ve beylikler çağında kurulan kütüphaneler hakkında fazla malumat bulunmamakla birlikte, 1064’te Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi Kütüphanesinin Selçuklu devrinin en önemli kütüphanelerinden olduğu bilinmektedir. 1274’te Konya’da kurulan Sadreddin-i Konevi Kütüphanesi ile Candaroğulları’ndan İsmail Bey’in 1380’de Kastamonu’da kurduğu kütüphanesinde zengin yazma eserlerin varlığı da bilinmektedir. Gerek beylikler, gerekse Selçuklular devrinde pek çok medrese açılmış ve her medresede bir de kütüphane kurulmuştur (bkz. T. Kütüphanecilik, s.18-21).
Türk kitap ve kütüphanecilik tarihinde milli özelliklere sahip olması itibarıyla Fatih Sultan Mehmed devrinin ayrı bir önemi vardır. Fatih, Sahn-ı Seman ve Tetimme medreselerini yaptırır yaptırmaz yanlarında birer de kütüphane açtırmıştır. Kendisine has kütüphanesi Manisa’da kurulmuş, hükümdar olunca kütüphanesi buradan Edirne Saray’ına, İstanbul’u fethinden sonra da İstanbul’a taşınmıştır. Böylece Fatih kütüphanesi -bilhassa yazma eserler bakımından- çok gelişmiştir. Bu gelişmede, Fatih’in özel kütüphanesinde çalışan hattatların, nakkaşların, müzehhiplerin, tezhipçilerin, ciltçilerin payı da büyüktür. Fatih İstanbul’da başka kütüphaneler de kurmuştur... Diğer padişahlarımız da okumayı ve kitabı çok seven, aynı zamanda birer ilim adamı ve şair olan muhterem simalar idi... Osmanlılarda kütüphane kurma geleneği İstanbul dışında Anadolu’ya da sıçramış; Afyon, Manisa, Kütahya, Konya, Kayseri, Bursa gibi pek çok kültür ve eğitim merkezine kütüphaneler kurulmuştur. Atalarımızın bu kitap ve kütüphane sevgisi günümüze kadar süregelmiştir.
Bugün araştırmacılar tarafından okunup incelenmeyi bekleyen yüz binlerce ata yadigârı kitapla dolu bu kütüphaneler, atalarımızın kitap ve kütüphane konusundaki hassasiyetini ve ilme verdiği önemi göstermektedir. Bizlere düşen görev, bunları korurken yenilerini açmak, mevcut olanları okuyucuya teknik imkânlarla donatıp sunmaktır. Kitapları okunmayan kütüphane kitap deposudur. Hayata geçirilmeyen bilginin, yaşanmayan görgünün yük olduğu gibi...
Allah nasip ederse gelecek sayılarda “Niçin Okumalıdır” diyeceğiz...