Küçükken akşamları bizlere masal anlatan yakın komşulara giderdik.
İnanın akşam olmasını da sabırsızlıkla beklerdik.
Rahmetli ebe nine de bizleri kırmaz, masal üzerine masal anlatırdı!
Ne masallar ama?
Kıssadan hisse kapardık!
Şaşarsınız, sanki hepsi de yaşanmış gibiydiler.
Eh devir bu!
Şimdi nerde böyle ortamlar?
Ancak dağarcıkta varsa veya bir dost anlatırsa bulabilirsiniz bu tür eski masalları/fıkraları veya hikâyeleri.
İşte Sayın Şensoy dostumuzun bir hikâyesi!
Okuyun bakalım beğenecek misiniz?
VASİYET:
Yaşlı ve varlıklı bir baba son vasiyetini söylemek üzere oğlunu yanına çağırır ve ona: “Oğlum ben bu fani dünyadan göçmek üzereyim.
Onun için sana son olarak iki vasiyette bulunmak istiyorum. Bu vasiyetlerimi yerine getirirsen, benim de mezarımda huzur içerisinde yatmamı sağlarsın.
Sana iki kese altın bırakıyorum!
Birisi senin, diğeri de dönemin en azılı eşkıyasının olacak yani onu bulup bunu ona vereceksin”, der ve hakkın rahmetine kavuşur.
Oğlu üzerine düşen son evlatlık görevlerini, yani defin işlemlerini yaptıktan sonra zamanın en azılı eşkıyasını aramaya başlar.
Sormadık kişi, araştırmadık yer bırakmaz.
Ama bu namlı ve azılı eşkıyanın kim olduğunu bir türlü bulamadım derken…
Birisi ona “şu dağa git bak!
Senin aradığın eşkıya kesinlikle orada olacaktır” diye bir ipucu verir.
Bizim genç yollara düşer ve dağın yamacına geldiğinde, eşkıyanın kızanları tarafından durdurulur.
Sorgu/sual derken; bizimki eşkıya başını görmek istiyorum, ona bir emanet getirdim, deyince…
Eşkıya başının yanına götürülür.
Eşkıya başı sert bakış ve ses tonuyla ona sorar!
“Sen beni niye ararsın bre gafil?
Ne istersin ki buralara kadar geldin” deyince…
“Bizim genç de; “ ben falancanın oğluyum. Babam geçen gün vefat etti.
Vefat etmeden önce de bana bir vasiyette bulundu!
İşte ben de o vasiyeti yerine getirmek için buralara kadar geldim. Babamın vasiyeti; şu içi altın dolu torbayı en namlı eşkıyaya vereceksin şeklindedir, ben de onun için bunu size vermeğe geldim.
Geliş sebebim de budur.
Bunu alın ki ben de babamın vasiyetini yerine getirmiş olayım ve üzerime düşen bu kutsal görevi de yapmış olayım” der.
Eşkıya başı şöyle bir bakar vee..
“Bak yavrum baban bu parayı bana neye göndermiştir bunu bilemem/ anlayamam ama sen iyi ve mert bir insansın, şimdi bu parayı al ve falan yerin kadısına git ona ver.
Ben bir eşkıyayım ama böyle paralara de el sürmem!
Bu dünyada ne eşkıyalar vardır ki bilinse de söylenmez/dillenmez!
Sen şimdi var git bu parayı o dediğime ver” der ve genci geldiği yere
Geri gönderir.
Genç giderken; “ hayatta ne eşkıyalar varmış da bizim haberimiz yokmuş” diye de kendi kendine söylenir.
Genç, araya/ sora kadı efendinin yerini bulur ve onunla görüşmek istediğini kadının odacısına söyler.
Kadı genci odasına alır ve şöyle bakıp sorar:
“Kimsin nerden gelirsin ve şikâyetin nedir” der?
Genç evlat’da malum konuyu başlar anlatmaya!
Sonunda “babamın vasiyeti gereği bu altın torbasını alması gereken kişi bunu size vermemi önerdi. Nedenini ben de bilmem ama lütfen bu altın kesesini alın da ben de babamın vasiyetini yerine getireyim” der.
Kadı şöyle bir bakar ve “ Kadıya ne için para veriyorsun ki, ben rüşvetçi miyim bre gafil” diye genci fırçalar?
Bu böyle ulu orta olmaaaz” derken…
Dolaptan kara kaplı kitabı çıkarıp bir iki sayfa çevirdikten sonra “tamam buldum” der ve gence dönerek…
“İmdiii!
Benim şimdi bu parayı alabilmem için sana muhakkak bedeli karşılığı bir şeyler satmam lazım ki bu para bana helâl olsun!
Pencerenin önüne gelir ve bahçeyi göstererek; şu bahçeyi görüyor musun, buranın tamamı benim. Şimdi bak bakalım bahçenin içinde neler var bana söyle” der.
Genç bahçeye bakar ve “bahçe boş ama üzerinde kar var” derken...
Kadı hemen atılır ve “ işte bu kar’ı sana satacağım, sen de bunun karşılığı keseyi bana vereceksin. Böylece ala vere helâl bir şekilde hal edilmiş olacak, tamam mı” diye sorar?
“Hay ömrünüze bereket kadı efendi, siz doğru neyse onu yaparsınız”, diyen genç altın kesesini verir ve oradan ayrılır.
Geceyi bir han da geçirmek üzere girer ve bir oda kiralayarak yatar.
O da ne?
Gecenin bir yarısı kadının zaptiyeleri gelir ve seni kadı efendi istiyor diyerek kadının yanına götürürler.
Kadı genci görünce başlar bağırmaya!
“Bre gafil!
Ben sana bahçedeki karları satmadım mı?
Bunun için aramızda kontrat imzalamadık mı?
Sen niye o karları alıp ta götürmüyor ve benim bahçemi işgal ediyorsun?
Hangi hakla ve nedenle, şimdi seni falakaya mı yatırayım yoksa zindana mı atayım ” diye bağırarak genci iyice azarlar ve korkutur.
Genç, iki büklüm; “aman kadı efendi ben ettim sen etme!
Ne ise bunun çaresi göster onu yapayım”, deyince…
Kadı hemen kara kaplı kitabı çıkarır ve tamam buldum der.
“İmdiii sen bu bahçemi işgal eden karı kaldıramıyorsan bunun için işgaliye bedeli ödeyeceksin…
Öbür keseyi de bunun bedeli olarak bana vereceksin ve bu iş yasaya göre de tamamlanmış olur” deyince…
Genç sevinçten sıçrayarak, geriye kalan altın kesesini de kadıya vererek oradan uzaklaşır.
Giderken de şöyle bir düşünceye varır!
Eşkıya dağda mı yoksa bağda mı?
Ne günlermiş bu günler?
Biri dağda adıyla /sanıyla resmen belli!
Ya diğeri?
Vay anasını be diyerek yürür gider.
Sevgi/saygı bizden değerli okurlarımız.