BU DEDE BİZİM DEDE!
İstek üzerine, Mübarek Ramazan ayında dostlarımızı bir kez daha analım diye bu yazımı sizlerle, affınıza sığınarak paylaşmak istedim.
Lütfen hoş görün.
Anılar bambaşka bir olaydır.
Allah sevenimizi ve dostlarımızı eksik etmesin.
***
İnsan önce ne ister?
Sağlık ve ekonomi!
O da insanca yaşamak için.
Ya sonra?
Sevgi/saygı güven ve bir de dost ister.
Dost ister ki, güvensin, dertleşsin ve de bir araya gelerek tatlı sohbetlerle gününü yaşasın diye.
İşte böyle bir bakış içersinde biz de, “dede” lakaplı sevgili dostumuz Mehmet Çınar’ın havuzlu bahçesinde sevdiklerimizle birlikte bazen bir araya geliveriyoruz.
Kimimiz biraz genç, kimimiz orta ve benim gibi de yaşlı biri olarak.
Allah eksikliklerini göstermesin ve gam keder de vermesin.
Sohbet bir başladı mı inanın saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varamıyoruz.
Hele bir de o geçmişte yaşanan anılar ve hatıralar dile gelince?
Hele bir de aramızdan ayrılıp hakkın rahmetine kavuşanlar olunca?
Zamanın nasıl geçtiğini inanın anlamak mümkün olmuyor.
Hem onları anıyor, hem anlatıyor, hem de rahmet diliyoruz.
Örneğin lakabı “Kül duman” olan rahmetli Kâzım Saçaklı arkadaşımızı da andığımız gibi!
***
Geçenlerde bu dostlarımızla yine, “ dede” lakaplı Mehmet Çınar kardeşimizin bahçesinde bir araya geldik.
Laf lafı açarken, emekli öğretmen olan Osman Kılıçkaya arkadaşımız dedi ki; “niye bizim bu sohbetlerimizi kaleme alıp da gazete köşende yazmıyorsun. Hiç olmazsa ileride bakar, okur ve birbirimizi anarız” diye ortaya bir laf attı.
Yarı istek, yarı sitemli bir şekilde!
Çünkü daha önce yazmış olduğum, dostlarımızla olan bu tür bir yazı şekli, yine dostlarımız tarafından oldukça beğenilmiş, konuşulmuş ve anılmaya bile başlanmış idi.
Bende bunu tekrar becerebilecek miyim bilemiyorum ama başladım işte yazmaya.
Biraz özele kaçtığım için de okurlarımdan özür diliyorum.
Bu seferlik bizi hoş görsünler.
***
Kimler var derseniz?
Bahçenin sahibi Mehmet Çınar kardeşimiz var.
Lakabı “Mehmet dede“!
Her ne kadar torun sahibi olup kendisi dede olsa da…
Bu dede başka dede!
Vücudunda bir/ kaç kurşun yarası olan emekli bir polis!
Efendi, mütevazı ve müthiş becerikli bir kişi.
Bahçesinde, ekmediği, yetiştirmediği bir ürün yok.
Her şey var.
Detayını anlatmama gerek yok.
Elinden her türlü hüner var!
Başka?
Yakın kadim dostum olan Orhan Çetingül’ün ağabeyi olan Hasan Çetingül var.
Çetingül inşatlarının ve petek tuğlanın sahibi.
Dürüst ve temiz iş yapan kişiler.
Toplantılarımızın da baş mimarı!
Bir bütün kuzu veya etler ayrıca, Eskişehir’den getirttiği şıralar da ondan!
Son derece efendi ve hoş sohbet kişi.
Tam ortam insanı!
Başka?
Tabii ki kardeşi olan arkadaşım Orhan Çetingül var.
Detaya gerek yok çünkü Hasan arkadaşımızın da kardeşi.
Yani aynı firmanın sahiplerinden biri!
Sohbeti ve birlikteliği seven güvenilir ve dobra/dobra olan bir dostumuz.
Başka?
Emekli öğretmen olmasına karşın, kömür satış firması sahibi olan Osman Kıılıçkaya arkadaşımız var!
Her zaman yüzü gülen, son derece şakacı ve çöl ovası türkülerinin de, yani “Âlim efe” parçalarının da hastası olan bir dostumuz.
Başka?
Her zaman ortama uyan, arada bir nükteleriyle insanı güldüren ve hiç ummadığımız şarkıları/türküleri dile getiren Lastikçi Yusuf Altın kardeşimiz var.
Başka?
Elindeki 25 ton patatesini bir türlü satamayan, Hasan ve Osman arkadaşlarımızın verdiği fiyata pek sıcak bakmayıp “hadi len” diye şaka zemini yaratan, arada bir; “ amaaan” gibi girişimleriyle de insanları güldürmeye çalışan emekli İbrahim Kılınçkaya arkadaşımız var.
Ama şimdi pataler satıldı ve yüzler de gülüyor ha.
Başka?
İstanbul sokaklarını her alanda arşınlamış, oraları iyi bilen ve tanıyan, kamyon şoförlüğü yapan, yanık sesiyle de arabesk parçalarını dile getirip neşe yaratan Mehmet kardeşimiz var.
Başka?
Eh bir de ben varım işte.
***
Ayda bir falan buluştuğumuz bu zeminde öyle dostluk, öyle arkadaşlık ve öyle tatlı sohbetler var ki bunu anlatamam.
Hele anılar ve yaşanlar dile geldiğinde.
Meselâ:
Osman hocamızın anlattığı bir olay var ki enteresan!
Aynı bir fıkra gibi.
Hasan Çetingül arkadaşımız İstanbul’da ikamet ederken, işinin bitiminde akşam evine gitmek ister.
Ama müthiş bir kar yağışı vardır.
Az sonra her yer bembeyaz olduğu gibi araba silecekleri de yetersiz kalır.
Önünü tam göremez ve arabayı yolun kenarına çekip çare aramaya başlar.
Birden aklına Osman hoca gelir ve onu telefonla arayıp yardım ister.
O da, sen nerdesin diye sorar.
Üsküdar’ın şurasındayım der.
Osman hoca da; hiç kımıldama hemen geliyorum der ve bu arkadaşımızda orada onu beklemeye başlar.
Aradan epeyi zaman geçmesine rağmen gelmeyince, hasan arkadaşımız Osman hocayı tekrar arar ve nerde kaldın diye sorar.
Osman hoca da; amma aceleci insansın be kardeşim biraz sabırlı ol. Şuhut’tan daha yeni çıktım deyince…
İşte gerisini artık siz düşünün.
Tam 48 yıllık birbirine hiç küsmeyen ve birbirini de hiç kırmayan nadir arkadaşlardan biri bunlar.
Allah dostluklarını, tatlı dil ve güler yüzlülüklerini, sağlıklarını daim etsin, hiç bozmasın.
Olay bu.
Olay bu ama…
Yine eklemek gerekiyor!
Bu arada yakın zamanda dostlarımızdan biri daha hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Aramızdan ayrılan bu Hidayet Karabostan arkadaşımıza da, Allahtan rahmet diliyorum.
Kabri cennet olsun.
Demek ki bizi bir yazı daha bizleri bekliyor!