Ahirete Kalan Kul Hakkı:
Ahirete kalmış olan kul haklarının bağışlanması hakkında; hadis-i şerifte bildirildiği üzere: 'Borçlu olanın sevaplarından alacaklıya verilir. Yeterli gelmez ise, alacaklının günahlarından borçluya yükletilerek ödeştirilir.'
Bir rivayete göre, Allah (cc) sevdiği bir kulunu, kul borcundan kurtarmak isterse, alacaklıya cennetten köşkleri gösterir. O kişi 'Yarabbi bu köşk hangi peygamberin ve şehidin köşküdür?' deyince Allah Teala, 'Bu köşk alacağını bağışlayan kimse içindir.' deyince, alacaklı kul alacağından vazgeçer.
Tevbede Acele Etmek:
Tevbenin acele olarak yapılması vaciptir. Hatta Zeyniyye'de anlatıldığına göre, günahtan tevbe acele olarak bir farzdır. Günah ister küçük olsun ister büyük olsun. O halde tevbenin tehirinden tevbe lazım gelir. Dolayısıyla, kul ve Allah haklarının dışında, Allah'a karşı işlenmiş günahın tevbesinde üç şart vardır;
1- Günahtan tamamen vazgeçmek,
2- Yaptığına pişman olmak,
3- Bir daha ona dönmemek.
Bununla beraber, günahın ardından hasene yani sevaplı bir amel işlemektir.
Günahlarla ilgili bu bölümün tamamı Hâdimi'nin Berika Tercemesi'nin 2. ve 4. ciltlerinden aktarılmıştır.
Yukarıda küçük günahlardan sayılan niceleri, İbn-i Haceril Heytemi'nin Büyük Günahlar adlı dev eserinde büyük günahlardan sayılmıştır. Nitekim az önce ifade etmiştik.
Başkasından Tevbe Almak Var mıdır?
Tevbe ve istiğfar, günah işleyen kimsenin bizzat kendisi tarafından yapılması gerekir. Dua ve tevbe istiğfar, bedeni ibadettir. Kendi adına başkasına tevbe istiğfar yaptıramaz. Günahlarının bağışlanmasında başkasını aracı koymak, hristiyanların papaza günahını affettirmesine benzer. Ancak kendisine başkasından dua etmesini isteyebilir.
Tevbe alma genelde, bir mürşidi kâmile bağlanma ile ilgilidir. Öyle olunca itikatı, ahlakı ve takva yönü ağırlıklı olan bir mürşidi kâmilin huzurunda; o güne kadar işlemiş olduğu günahlarından tevbe ederek, nedamet ettiğine ve ondan sonra kötülük yapmayacağına, yalan söylemeyeceğine, kimsenin malına tecavüz etmeyeceğine dair söz verir ve bunun için Allah'ı, Rasulullah'ı ve kendi mürşidini şahit tutmasında sakınca yoktur.
Tarikata karşı olanlar, ilimlerin şubelerinden bir şube sayılan tasavvuf ilminden haberi olmayanlardır.
Ancak, arkasından gidilecek mürşidi kamilin, gerçekten işin ehli olanını seçebilmek kolay değil. Şu zamanda bunun ehli olanlarının sayısı çok azdır. Dikkatli olmak lazim. (H. Günenç 1/96)