Bugünkü yazımda siz değerli okurlarıma peygamber efendimizin tevhit halkasında bulunmuş, Dünya karşılığında Ahireti tercih eden, Allah ve Resulünü, bütün isteklerinin önünde tutan, sahabe-i kiramdan SAİD BİN AMİR' in kısaca hayat hikayesinden bahsederek, zamanımızda mevki ve makam sahibi olan idarecilerimizin örnek almaları ümidiyle yazıma başlıyorum.
SAİD BİN AMİR önceleri Müslüman değildi. İslama girmesine Hubeyb Ibni Adiyy' in şehadeti vesile oldu. İslamın ilk yıllarında Müşrikler Hubeyb'i Mekke’de idama mahkum ederler. Şehir dışında halkı sindirmek için toplayıp herkesin gözü önünde darağacında sallandırırlar. Asılmadan önce yanına varıp "Senin yerinde Muhammed'in olmasını istemez misin?" diye sorarlar. Hubeyb' de "Vallahi Muhammedi'in (S.A.V.) değil burada olmasını, ona bir diken batırılması karşılığında dahi kurtulmayı istemem" diye cevap verdiğini duyar. Bu iman genç Said'in kalbinde bir iman ışığı yanmasına vesile olur. Halkın içinde yüksek sesle bağırarak Müslüman olduğunu açıklar. Burası kendisi için tehlikeli olduğundan Medine'ye hicret eder. Peygamber efendimizle Hayber ve sonraki gazalara katılır.
Peygamber efendimiz bu dünyadan göçmüş, hilafete Hz. Ebubekir'den sonra Hz.Ömer göreve gelmiştir. Adaleti ve takvasıyla Sahabenin önde gelen isimlerinden olan SAİD BİN AMİR'E, kendisine ihtiyaç duyduğunu belirterek Valilik teklifinde bulunur. SAİD BİN AMİR bir türlü verilen Valilik görevini kabul etmek istemez. Fakat Hz.Ömer'in ısrarı üzerine sonunda Suriye'nin HUMUS şehrine vali olarak tayin edilir. Humus’ta adalete ve fakirlere yardım etmesiyle ünlenir. Arabistan dışından gelen hacı adaylarını Hz.Ömer (R.A) kabul ederek, bulundukları yerlerde fakirlerin listesini alıp, onlara yardım gönderirdi. Hz.Ömer Suriye Humus'tan gelen hacı adaylarının kabulünde "Beldenizde bulunan fakirlerin ismini yazıp verin" der. Listeyi aldığında listenin başında Vali SAİD BİN AMİR' in ismini görür. Bir yanlışlık olduğunu sanarak tekrar listeyi yapmalarını söyler. Yine Valinin ilk listede olduğu gibi görür ve bu kim diye sorar. Gelen hacılar "Bu şehrimizin Valisi SAİD BİN AMİR' dir. Şehrimizin en fakiri validir" denince, Hz.Ömer in gözlerinden yaş akmaya başlar. Başka bir diyeceğiniz var mı dediğinde Valimiz "Gece kimseyle görüşmez, Hediye kabul etmez. Görevine geç gelir. Haftada bir gün dışarı çıkmaz" derler. Hz.Ömer bunları valiye sorduğunda, gündüzü dünya işlerine geceyi ahret için ayırıyorum. Hanımım özürlü. Bütün ihtiyaçlarını görüp ondan sonra göreve geliyorum, Tek elbisem olduğu için haftada onu yıkıyorum. Başka giyeceğim olmadığı için dışarı çıkamıyorum. Hediyeyi de rüşvetle karıştırılır diye kabul etmiyorum" diye cevap verir. Hz.Ömer ihtiyaçlarında kullanılmak üzere Bin dinar gönderir Para Vali AMİR'e geldiğinde evinde bir şey olmadığı için karısı sevinir. Buna rağmen Vali gelen Bin dinarı fakirlere dağıtarak ahretine yatırım yapanlardan olur.
Evet sevgili okurlarım. Asri saadetin idarecileri böyleydi. İstemeyene görev verilirdi. Bir yere atanabilmek için kapılar aşındırılmazdı. Kendilerine takdir edilen maaşla görevlerini yaparlardı. Üç beş yerden maaş alınmazdı. Görev yandaşa değil hak edene verilirdi. Ecdadımız göreve gelenlerde liyakata önem verirlerdi. Bu konuda Osmanlı İmparatorluğu’nun manevi mimarı ŞEYH EDEBALİ, BİR KİŞİYE İKİ İŞ VERME BİR KİŞİNİN İŞİNİ DE İKİ KİŞİYE VERME, TANIDIK VE HATIR İŞİ DİYE EHLİ OLMAYANI HAK ETMEDİĞİ İSE MEMUR KILMA, RÜŞVETİ YİYENİN ASLA GÖZÜNÜN YAŞINA BAKMA." buyuruyor
Sevgili dostlar önceleri görev istenmez verilirdi. Şimdi görev almak için takla atılıyor. Koskoca adamlar bir üst görevlere, derneklere, sivil toplum kuruluşlarına başkan olabilmek için birbirini kırıyor. Başkan olunca da yıllarca oraya çöreklenip beylik boğaları gibi yıllarca oradan besleniyor. Bir türlü gitmiyorlar. Kimse de ne kadar maaş yolluk aldıklarını bilmiyor. Maaşları memur maaşlarıyla sabitlendiğinde dururlar mı acaba diye merak ediyorum. Allah dünyalık için ahretini yıkanlardan eylemesin. Amirlerimizce atama yapılırken de Şeyh Edabali’nin sözlerine kulak verilerek görev verilir inşallah.