İkindi vakti serin bir havada, hafiften esen rüzgârda hışırdayan yaprakların ritmiyle bulutlardan yağmur damlaları serpiliyor arzın yüzüne. Baharı süsleyen çiçekler, renklerin ihtişamını yapraklara bırakmış eylülde. Tabiat, yüksek perdeden renklerin senfonisi ile seslenir, besteleri akan zamanın, geçen ömrün serencamını fısıldar kulaklara. Hayatın sırlarını, izlerini, işaretlerini bu mevsim gösterir. Nereye baksan arzın çehresinde bozulmuş bağlar, solmuş güller, susmuş bülbüller, bahçelerdeki kurumuş otların sarı rengi, derin sükûneti iftiraktan zeval ve fenadan bahisler açar.
Yaşlı gezegenin güz mevsimi, tabiatın olgunluk halini andırır. Ahir zaman ikindi vakti gibi akşamı hatırlatır, ha koptu, ha kapanacak. İhtiyar insanların, ahir ömründe yılların tecrübesiyle söylediği gerçeklere benzer, meçhul zamanın işaretleri. Kurumuş yapraklarla serin rüzgârlar, gelecek baharı hayale, ümide, nazara verdiği gibi geçip giden ömür dakikaları, ayrılıklar, göçler, ölümün soğuk yüzünü ve baki bir âlemi haber verir. Baharda şirin, süslü, tatlı, renkli, neşeli, güzel görünen her şeyin fani, geçici olduğu güz mevsiminde anlaşılır. Akıp giden zaman selinde hayat, ümit, hayal, bulut, su, gençlik, güzellik, varlıkların başka âlemlere yolculukları sonbaharda hissedilir.
Bur damla sudan, çekirdekten, tohumdan hayat bulmuş, sanatla süslenmiş, renklerle donatılmış, yiyeceklerle beslenmiş, büyütülmüş, hiçten, yoktan var olmanın şerefine kovuşmuş varlıklar yeryüzü sergisinde teşhir edilmişler. Ehl-i şuurun idrakine, nazarına, tefekkürüne arz edilmiş. Arzı şenlendiren her şey, Rabbimizin koyduğu nizam ve intizamla yeryüzü sayfasında ifade ettiği manalar, mektuplar, mesajlar, süsler, sanatlar ve güzelliklerle yaratan sahibini, malikini, sanatkârını tanıttılar.
“Hatta ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir.” Devamında: “bir nevi maddî ve mânevî rızık isteyen insanın duygularına, akıl, kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor.” Kâinatta mahlûkata ve masnuata tabiat ve tesadüf karışamaz.
Nizam ve intizamla Rabbimizi tesbih eden, emrine itaat eden, varlığında isimlerinin tecelli, tezahür ve cilvelerini gösteren mahlûkat, kudretin çizdiği bir programa göre ömrünü tamamlar, vazifesi biter, intizamla terhis olurlar. “Her sene, her gün bir kâinat ölür, bir tazesi yerine gelir.” Adem ve idam olmazlar. Cenabı Hakkın saltanatında, âlem-i gayba, levh-i mahfuza, ilim dairesine geçerler.
Sonbaharda hiçbir şey kararında kalmaz, baştan aşağı çehresi, çevresi, şekli değişir âlemin. Şair güz mevsimi için söylemiş olmalı “Bülbül hâmuş, havz tehî, gülistan harâb.” İsmine hazan dense de birçok değişikliklerin, ölümlerin, ayrılıkların iman, teslim, tefekkür, hikmet ve rahmet nazarıyla bakıp, sonbaharın vermek istediği mesajları tefekkürle anlamalıyız.
Güz mevsiminin gönüllere verdiği ulvi vuslat arzuları, lahuti hüzünler, muhabbet hissiyatları aşk-ı hakikinin arzularıdır. Kimsesizliğin matemli firak ve feryatları, yetimane ağlamaların hüzünlü nidaları olarak görmemeliyiz. Aksi takdirde: “Merhametsiz siyah bir kalp, kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat suretinde görür.”
Herkes kâinattaki faaliyet-i Rabbaniye ye “kendi ainesinin rengine göre görür.” İslam, iman ve Risale-i Nur penceresinden hakikatlere bakmalıyız: “Bak şu kâinat bostanına; şu zeminin bağına, şu semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne, dikkat et!”