HUZURUN EN SAF HÂLİ
Modern hayatın karmaşasında, şehirlerin gürültüsü, ekranların parıltısı ve durmadan akan zaman içinde sıkışıp kaldığımızda… Bazen bir durup nefes almaya, sadece doğayı dinlemeye ihtiyacımız olur. İşte o anlarda, doğanın sesi bize kendini hatırlatır. Bir sabahın ilk ışıkları gibi yavaşça içimize süzülür. Sessiz ve nazik bir dokunuştur bu. Acele etmez. Zorlamaz. Sadece varlığıyla sarar ruhumuzu.
Rüzgârın hafifçe ağaçların arasından geçişi, yaprakların fısıltısı, doğanın her şeye uygun bir sakinlikle akışını hatırlatır. Zaman yavaşlar. Anlamlı bir suskunluk doğar içimizde. Karmaşanın yerini, sadece var olmanın huzuru alır.
Bir ormanın derinliklerinde yürürken, toprağın kokusu ve havadaki hafif nem, bedene değil, ruha işler. Düşünceler yavaşlar. Nefes alırsın ve fark edersin: Buradasın. Ve bu yeterlidir. Şehirde unuttuğumuz bir duygudur bu; sadece şimdiye ait olmanın hafifliği.
Bir nehrin kenarına oturursun. Su akar. Ne geçmişin yükü vardır burada, ne de geleceğin telaşı. Suyun her damlası başka bir dünyanın başlangıcı gibidir. Doğa konuşur ama sesini duymazsın. Sadece saf huzuru hissedersin.
Doğa, bize zamanı unutturmaz; aksine, zamanın ne demek olduğunu hatırlatır. Telaşsız bir yaprağın düşüşü, bir kuşun sabah şarkısı, rüzgârın tenimize nazik dokunuşu… Hepsi bir bütünün parçasıdır ve o bütün, bizim de içinde olduğumuz yaşamın ta kendisidir.
Belki de doğanın bize söylediği en basit ama en derin şey şudur: Her şey olduğu gibidir ve bu, yeterince güzeldir. Ne geçmişe tutun, ne geleceği bekle. Sadece bu anın dinginliğinde kendini dinle.