Sarı ve kızıl renklerin bütün tonlarının her tarafı kuşattığı zamanın adına hazan mevsimi demişler. Göçler, iftiraklar, yolculuklar, terhisler, tebdiller ve ölümler… Sonbaharın hüzünlü vedalarını çağrıştırır. Bütün tabiat ve mahlûkat güz mevsiminin büyülü havasından etkilenir, tedirgin olur, belki de korku içinde ecelin soğuk nefesini hissederler. Ayrılık acısının çaresini baki ve sermedi aşkta ararlar. Her yer ve her şey sonsuzluğa olan istek ve iştiyaklarını kendi diliyle seslendirmeye çalışır.
Rüzgârın fısıltısı, ağaçlardan savrulan altın rengi yaprakların hışırtısı, gökyüzünde gurbetin son kuşlarının kanat çırpınışları, böceklerin telaşları fenayı, zevali ve son nefesin hüzünlü yolculuğunu hatırlatıyor. Baharda mis kokulu çiçeklerle süslenmiş yeryüzünün gönülleri cezbeden güzellikleri, süsleri, renkli desenleri solarak yerini soğuk kışların habercisi hüzünlü bulutlara, fırtınalı yağmurlara bırakmış olmanın burukluğu, durgunluğu her an ve her yerde hissediliyor.
Son baharda kuşlar, karıncalar, sinekler, böcekler her şey varlığıyla, yapısıyla, yaptıklarıyla, rızıklarıyla güzel isimlerin tecellisine mazhar olduktan sonra vazifelerinden paydos emrine uyarak terhis olup kafileler halinde bu dünyadan ayrılıyorlar. Güz zamanında etrafta olan, ölen, solan, yiten, göçen, giden her şey insanların vehmine ve ruh dünyasına ebedi ayrılığın, gurbetin yetimâne hüzünleri gibi izler, etkiler bıraktığı kimsesiz ve yalnız insanların duygusallıklarından dana bariz fark ediliyor.
Her gün görüştüğümüz huzurevi sakini Fatma Teyzeye sonbaharda bir hal oldu. Alabildiğine hassas, hüzünlü ve duygusallaştı. Üzgün, mutsuz, isteksiz ve her şeyi kendine dert edinir, vara yoğa ağlar. Hem de içten, kederli, ciddi ağlamalarıyla yüzünden gözyaşları süzülür gider. Her an onu mutsuz edecek bir sebep bulur. Annesi seksen altı yaşında kendi evinde oturmakta, kızı Fatma hanım huzurevinde anne özlemi çekmektedir. Bu özlem ve tutku mevsimin etkisiyle hüzünlü ağlama krizlerine, depresif davranışlara döndü. “Kara gözlü anam, ölmüş mü acaba? Geçen rüyamda gördüm öldüğünü …” Sözleriyle iç dünyasındaki yalnızlığın, kimsesizliğin fırtınalarını dışa vuruyordu.
Başka memleketteki annesiyle, kardeşiyle görüşerek, konuşarak ziyarete gelip bir süre izinli olarak götürmelerini önerdik. Epey görüşme ve ısrar üzerine Fatma hanımı ziyaret edip Bayram iznine götürmek üzere geldiler. Yaşlı bir insanın bütün üzüntüleri ve kederleri bir tarafa bırakarak çocuklar gibi sevindiğini, yüzünün güldüğünü ve neşelendiğini açıkça görebiliyorduk. Sonbaharın hüzünlü bulutları, kederli fırtınaları gitmiş; ruhunda, iç âleminde ve yüzünde bahar çiçekleri açmıştı. Memnuniyetinden dualar, niyazlar, teşekkürler peş peşe geliyordu.
Aslında bütün zamanlar, mekânlar, varlıklar nizam ve intizam içersinde hikmetlerle, rahmetlerle ve sonsuz güzelliklerle Cenab-ı Hak tarafından tezyin, tavzif, tanzim edilmiş, yaratılmıştır. Bütün ölümler, iftiraklar, kaybolmalar ebedi yok olmanın değil; yeniden dirilişin müjdeleridir. Yeni bir baharın, taze bir başlangıcın habercileridir. Allahın varlığı ve birliği her şeyin rahmet dolu güzel yüzünü, hikmetli tatlı neticelerini şuurlu insanların, düşünüp, anlayıp tefekkürle idrak etmeleri içindir.
“Bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cavvad-ı Kerim’in misafirine fakr ve ihtiyaç nasıl elim ve ağır olabilir?”(1)
“ …ta güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına… mevt ve hayatın…değişmelerine ve dövüşmelerine ve çarpışmalarına kadar o derece hassas bir mizan ile ve o kadar ince bir ölçü ile tanzim edilir ve tartılır ki,…”
Altın rengine bürünmüş sonbaharın hasat mevsimi olarak bolluğu, bereketi, cömertliği ve kendine has güzellikleriyle meyveler gibi duygularımızı, hayallerimizi, umutlarımızı olgunlaştırıp gaye-i hayatımıza ait manalar, sırlar, hakikatler için derin tefekkür ummanlarına doğru yelken açmamıza vesile olmalıdır.
“Onu bulsan, her matlubunu (isteğini) buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
Dipnot: (1)Sözler, Yedinci Söz.