Küçük bir köyden şehre gelip ortaokula kayıt yaptırmıştık. Üç arkadaş gezdik, dolaştık, açıktık. Gözlerimiz hep lokantalardaki cazip lüks yemeklere kaymaya başlasa da içimizdeki arzuya, ihtiyaca, damak tadına cüzdanımız cevap vermiyordu.
Aldığımız taze ekmek, peynir, domatesle kenar mahalledeki dar bir sokakta gölge bir yere oturduk. Bir taraftan yiyecekleri açarken bir taraftan da buraya oturduğumuza karışan, kızan, laf eden olur endişemiz vardı. Yukarı kattan bir teyze pencereyi açarak bize seslenince irkildik. Önce söylediklerini anlamadık. “Bir şeye ihtiyacınız var mı?” Dediğini sandık. Peşin olarak hemen: “yok, yok” Dedik.
Anlamadığımızı fark eden teyze tekrar sordu: “Pişi alır mısınız?” Diye tekrar edince konuyu anladık. Aslında canımıza minnet ama hayır dedik bir kere. Ben hemen bir manevra yaptım: “Teyze bu arkadaş istiyor.” Arkadaş bana kızsa da durumu düzelttik. Gelenleri sıcak pişileri afiyetle beraber yedik.
Şu mani de böyle bir durumdan çıkmış olmalı:
“Ulu cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım tok ama
Arkadaşım börek ister.”
Söz yemekten açılmışken bir arkadaş anlatmıştı. “Köy odalarına gelen misafirlerle misafirperver köylülerimiz ilgilenir. Atının, kendinin ihtiyaçları karşılar, karnını doyururlar. Komşular tepsilerle yemekler getirir, misafirlerle beraber her evden gelen yemekler yenirdi. Hoş sohbet, muhabbetler edilir, dini menkıbeler anlatılır, küçükler de hem dinler, hem de hizmet ederlerdi.
Uzak köyden şehre giden bir yolcu odaya misafir olmuş. Yiyecekler, ikramlar, ziyafetler verilmiş. Misafir gelen tepsilerdeki yemeklerin hepsini bitirmiş. Evden takviye yiyecek getirelim mi? Diye sorulunca, iyi olur demiş. Böylece misafiri epey izzet ikramdan sonra zorla doyurmuşlar!
Yemekten sonra tanışma ve sohbet başlamış. Misafire nereden gelip nere gittiği sorulmuş. O da uzak köyden şehre doktora gittiğini söylemiş. Hastalığını merek edenlere: “ Bende iştahsızlık var! Doktora görüneceğim.” Deyince köylüler şaşırmış, hayret etmişler. İçlerinden birisi: İştahsız halin böyleyse! Sen tedavi olduktan sonra iştahın iyice açılır, o zaman buraya uğrama! Demiş.”
İhsan Akbel Bayramoğlu’nun mısrası Yirmi Üçüncü Sözdeki misale ne kar da benziyor:
“Değerini ölçtür ehli sarrafa
Bakırcıya gidersen eder kör on para”
Rahmetli Mustafa Nezihi Polat’a ait olarak hatırımda kalmış dörtlük, sıkıntılı, üzüntülü ve ümitsizlik durumlarının kasvetini dağıtmaya yetecek gücü, kuvveti, kudreti taşıyor:
“ Bu bizim şerefimiz, hilalimizdir.
Konuşmamız, susmamız melalimizdir.
Bir gün olur yollar kapanırsa ey dost;
Hak yolunu açacak celalimizdir.”