DIŞARISI BAHAR
Sabahın erken saatlerinde huzurevinde bir hareketlilik, bir faaliyet, bir canlanma olur. Geceden kalan uyku mahmurluğunu, yeknesaklığı, durgunluğu, ölü toprağı tabir edilen sessizliği atmanın bir yöntemi olarak çalışanlarla katlara ve odalara atarız kendimizi.
Selamlaşmalar, konuşmalar, şakalaşmalarla yeni bir günün aydınlığını hissettirmek, tebessümle, neşeyle, iyi duygular ve temennilerle hayata yeniden başlamak için bütün bunlar. Yaşlı ve hasta insanların yataklarından doğrulmaları, toparlanmaları, kalkıp hareket etmeleri, canlanmaları sanki haşir sabahını hatırlatıyor.
Yüksek bir tepenin üzerinde bulunan binanın en üst katındaki merdivenden inerken karşı yamaçlarda ormanlarda ve aşağısında bulunan bahçelerdeki ağaçlarda, meralarda, toprakta çiçeklerin süslediği, güzelleştirdiği baharın renklerini, canlılığını, cazibesini görüyorsunuz. Yaşlanmış, durgunlaşmış, hayat emaresi azalmış bakışlardan, konuşmalardan sonra birden karşımıza çıkan ve nazarımıza ilişen berrak güneş ışığında renkli, sanatlı güzelliklerin bütün duygularımızı mest eden cazibesine kapılıyoruz. Hayretle Rabbimizin güzel isimlerinin tecellilerini tefekkür ediyoruz.
Aşağı katta yaşı hayli ilerlemiş, koltuk değnekleriyle zoraki adım atabilen İzzet Amca, gözümün içine bakıyor, bir şeyler söylemek istiyor gibi bir hali var. Selamlaştıktan sonra sustu, ben ayrıldım. Bir saat sonra tekrar odanın kapısının önünde gördüm. Personele anlatmaya çalışıyor, ciddiye alınmadığını da düşünerek sesini yükseltiyordu. O konuşmalardan kulağıma gelen: “Dışarısı bahar.” Diyordu sık sık…
Yardımcı olmalarını söylediğimde; köyüne kendi başına gitmek istediğini, sağlık problemlerinin buna elverişli olmadığını ikna etmek isteseler de onun ısrar ettiğini, inat ettiğini söylediler. Yakınlarıyla görüştürmenin belki bir çözüm getirebileceğini düşündük. Onlar da sonra geleceklerini, şu an kendi başına gidemeyeceğini söyleseler de onun gönlü ferman dinlemiyor. Kendine olan güveni ve canlılığıyla sürekli izin alıp gitmenin bütün yöntemlerini deniyordu, usanmadan sonuç almaya çalışıyordu.
Günlük iş akışı, gelen ziyaretçiler, misafirler ve başka meşguliyetlerin arasında gözden kaybolunca, o mesele kapanmıştır, diye düşünürken öğleden sonra İzzet Amca’nın hiç kimsenin ikazına aldırmadan kendini koltuk değneklerin yardımıyla odaya attığını gördüm. Artık doksan altı yaşında hasta bir insanın gün boyu ısrarının bir sebebi olmalıydı. Bu esrarının çözülmesinin zamanı gelmişti. Kolumdan tuttu bak dedi anlatmaya başladı:
“Bak ben yaşlı ve hasta bir insanım. Şu yaşa kadar geldim. Hastalıklarım var biliyorum, ama dışarısı bahar. Ben gitsem bir şey olmaz. Akşam gittiğim, gördüğüm yerlerde burcu burcu çiçek kokusu, toprak kokusunun tadı damağımda kaldı. Dışarısı bahar, bir şeyler olmaz Allahın izniyle… Kırlarda, dağlarda, ovalarda bembeyaz çiçekleri kokladım, içlerinde dolaşırken kalbim sevinçten duracak gibi oldu. Bana bir can geldi, heyecan geldi…”
Bahar mevsiminin rüya âleminde bile olsa yaşlı bir insanın özlem dolu duygularına ve halet-i ruhiyesine tesir ederek heyecanla hayallerine verdiği hayat iksirinin, bu kadar etkili olabileceğini düşünmemiştim.