Türkeli Gazetesi’nin aziz okuyucularına selamlarımı ileterek bu haftaki yazıma başlıyorum.
Hayat ,bir su misali. İnsanın ömründen hızlıca akıp gidiyor. Bu geçen ömrün hiç muhasebesini yapıyor muyuz? Geçen zaman diliminde neler yaptık, neler gördük? Yaptıklarımızı hiç değerlendirdik mi? Biraz da öz eleştiri yaptık mı kendimize?
İyisiyle, kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla ömrümüzden her geçen gün geçip gitmekte .Ne kadar sorguluyoruz kendimizi? Ne kadar özeleştiri yapıyoruz? Geçen bu ömürde neden kötülüğe karşı gelemiyoruz? Kötülük olmadan hayatın tadı olur mu der gibisiniz. Evet yanlışlar olacak ,evet kötülükler olacaklar güzelliğin ve doğruluğun anlamını önemini insanoğlu daha iyi kavrayacağız. Hayatın o kadar silsilesinde kendimizi kaptırıp kötülükler ve yanlışlar belli bir süre sonra kötü hırsa ve kine dönüşmekte. Anlamsız savaşlar, manasız düşmanlıklar oluşmakta. Medeniyetler arası çıkan çoğu savaş sebeplerinde bile manasız düşmanlıkların baş göstermesiyle çıkmadı mı? 1.Dünya Savaşı’nın çıkış sebepleri belki de bu söylediğime iyi bir örnek olabilir. Toprak hakimiyetleri, güç kazanma istekleri. Bu istekler hep daha da büyüyerek devam etmeyecek mi? Neden, neden…?
Ama şöyle baktığımızda hayat günden güne güzelliğini kaybetmiş ve çıkarlar daha ön planda tutulur hale gelmiş. Bize okullarda verilen eğitimler de “Mutlu olduğunuz mesleki gerçekleştirin” denilmişti. Ama şimdi öyle bir duruma geliyoruz ki mutluluktan ziyade, “hangi işin daha büyük getirisi varsa onu seçin” yeni gelişmekte olan kurala rastlıyoruz. Bu durum ilerleyen yaşlarda maddi gücün getirebileceği öğeleri de doğuruyor. Maddi gücü sağlayan bir birey bununla yetmiyor ve anlamsız hırslara kendini kaptırıp gereksiz kendi dünyasında kurabileceği savaşlar ,meydan okumalar vs. vs. unsurlar meydana geliyor.
Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün bize bahşettiği “ Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözüne bugün ne kadar riayet edilmekte. İnsanoğlunun bu bitmek bilmeyen hırsı, düşmanlığı , savaşı ,ne zamana kadar devam edecek?
Önemli dini günlerde hepimiz mutlaka geçmişlerimiz için kabir ziyaretine mutlaka gidiyoruzdur. Orada aslında idrak ediyoruz. Şöyle diyoruz : Ya bu hayatta yaşamış olan akrabam bu dünya da şu mesleği vardı .Ne kadar büyük itibarı, ne kadar çok parası ,ne kadar gücü vardı. Şimdi geldiği nokta da ahirete bir kefenden başka bir şey götüremedi.” Gibi şeyler düşünüyoruz. Ölüm bize de hakim. Ölüm, şahdamarımız kadar bize yakın. İşte tüm bunları ancak o kabir ziyaretinde düşünüp sonra hayatın getirdiği noktaya dönüyoruz.
Kalp kırgınlıkları, düşmanlıklar, nefretlikler ve bitmek bilmeyen gereksiz savaşlar ne kazandıracak , neyin çözümü ,kötülükler ne kadar çözüm noktası olacak?
Birbirimize artık tahammül edemeyecek duruma günden güne geliyoruz. Bu söylediğimi gündelik yaşamımızda büyük olaydan, küçük olaya kadar sıralamak mümkün. Trafikten ,ekmek alırken sıra da rastlıyoruz.
Eğilim çizgimiz de sanki biraz da bu yönlere mi sevk ediliyor diye düşünüyorum. Değişen öz benlik kavramları günden güne yaşam çizgimizi çepeçevrelemekte.
Yazıma son verirken hayat insanın ömründen hızlıca gidiyor. İşte geldik gidiyoruz. Hiçbir şey için hayatta geç değildir.