ŞEKİLCİLİĞE KAPILMADAN !
O kadar ciddi ve hayati sorunlarımız var ki bunların öncelik sırasını tespit etmek bile kolay değilken insanımızın basit şekilciliklerle uğraşmasını anlamak zor.
Öncelikle yaradılış gayemizi hatırlayıp kendimizi silkelememiz gerekiyor.
Bir binayı bir köprüyü, bir camii ya da müzeyi inşa edip onun püf noktalarını bilen, mimar, mühendis ya da inşaat kalfasıdır.
İnsanoğlunu da en iyi bilen, hem insanı hem de kainatı yaratan Allah'tır.
Resulleriyle, Nebileriyle ve de onlara indirdiği kitaplarıyla insanoğluna niçin yaratıldığını sorumluluklarını, görevlerini, problem ve çözüm önerilerini beyan etmiştir.
Ne zaman ki insanoğlu bunun bilinciyle yaşamaya başladı o zaman huzur ve mutluluğa erişmiştir. Bu bilinç ve şuurdan uzaklaştıkça huzursuzluğa kapı aralamıştır.
İlahi kitaplar bunun için indirilmiştir.
İnsanoğlu kitapları okuyup, anlayıp ona göre hareket edeceği yerde, ondan uzaklaşmanın, onu yok saymanın peşine düşerek kitaba ve elçilere olmadık eziyetler yapmıştır. Bunun için de kendilerince başka kaynaklar uydurma kolaycılığını seçmiştir.
Gelişmeye, inkişafa yol gösteren ilahi emir ve yasaklar, tersyüz edilerek şekilci basit ucuz gizemli yöntemleri uygulayan sınıf, zümre, mezhep, tarikat, cemaat ve fırkalar oluşmuştur.
Allah'a şirk koşmayan gurup ve cemaatleri zenginliğimizden saymak gerek. Ancak, şeyhini, liderini gizli ya da açık tabu haline getirenlere de acımak gerek.
Apaçık ayan beyan anlaşılması gereken Kuran'ı huşu ile açıp okumuyoruz. Bu garip tavrımız yeni de değil. Eskiler Mushaf’ı işlemeli bir torbaya koyar odanın yüksek bir yerine asarlardı. Yükseğe asıp işlemeli torba saygıdandı. Ara sıra indirip gürül gürül okumakla birlikte ne anlatmak istediğine kafa yormazlardı. Hastaya ya da cenazeye okunan Kur'an, dirilere hayat vermek için indirilmiştir
Alman'a, Japon'a, Hindu'ya, Müslümana değil, çalışana veririm diyen yüce beyanı anlamayanlar geride kalmış çalışanlar kazanmıştır.
Her biri mesaj yüklü binlerce ayeti bünyesinde barındıran Kuran'ı anlayarak okusak ve çalışsak hiç bu durumda olur muyduk?
Bakınız Mevla’mız ne mesajlar veriyor;
"Kesin olan şudur ki, inananlar mutlaka kurtuluşa ereceklerdir."
"Onlar ki namazlarını gönül alçaklığıyla ve duyarlılıkla kılarlar."
"Onlar ki, boş ve anlamsız söz ve işlerden yüz çevirirler."
"Arınmak için yapılması gereken zekatı, gerektiği şekilde yerine getirirler."
"ve onlar ki, namus ve iffetlerini, haramdan ve şüpheli şeylerden korurlar."
Mü-minun suresinin sadece ilk beş ayeti bile huzur ve mutluluk kapısının anahtarlarını veriyor.
Hal böyleyken cübbeli mi olmak, sakallı mı olmak, kadınlara kara çarşaf mı giydirmek, bastonla mı dolaşmak, Mina’da şeytana sivri iri taş mı atmak gibi şekilciliklerle uğraşmanın anlamı yoktur.
Ar-namus, haya, duyguları, Müslümanın izzet ve şerefi Doğu Türkistan, Filistin ve Gazze'de çiğnenirken hala işi özünden saptıracak uygulamaları esastanmış gibi öne çıkaranlara Allah insaf ve düşünme yeteneği versin.
Bu durum biraz da ilim teknoloji ve fütuhatta ilerde olduğumuz Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi sırasındaki Bizanslıların halini anımsatıyor.
Fetih yaklaşmış, Ayasofya'daki papaz ve din adamları "bize erkek melekler mi, kadın melekler mi yardım edecek," diye aralarında tartışıyordu. Fetih toplumunu hazırlayan Fatih' in ordusu için gayri müslimler "Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz noktasına gelmişti.
Daha çok ve büyük camilere değil, içerisi ilim ve irfanla güçlendirilmiş okullara, üniversitelere, fabrikalara ihtiyacımız var. Atıl insanımızın, atıl arazilerimizin, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin çalışmaya, başarmaya ihtiyacı var.
Kutsal kitabımız Kuranın her türlü şekilcilikten uzaklaşmayı, öneren mesajları anlamaya ihtiyacımız var. Bütün bunlar için muhteşem Türkiye’ye ihtiyaç var.
Himmet KASAL
Sağolasın Himmet bey yazınızı okudum dertlerimize tercüman olmuşsunuz teşekkür ediyorum saygıdeğer hocam.