Asıl adı Şeyh Nasîrüddin Mahmûd Ahî Evran b. Abbasdır. Ancak halk arasında Ahî Evran (Evren) adıyla tanınır. Lakabı dinin yardımcısı anlamına gelen Nasiruddindir. İran’ın Batı Azerbaycan bölgesindeki Hoy Kasabası’na XI. yüzyılda gelip yerleşen Türkmen bir ailenin çocuğu olarak 566/1171 yılında dünyaya gelmiştir. Asya içlerinden Anadolu’ya gelen mutasavvıflardan biri olan Ahî Evran, bir müddet Muhyiddin İbn'ül-Arabilerle birlikte Anadolu'ya gelerek Ahi Evran 1206 yılında Kayseri’de ve sonrasında Denizli ve Kırşehir’de ikamet ettikten sonra birçok şehir ve kasabayı gezerek ahîlik teşkilâtının kuruluşunda ve yayılışında önemli bir rol oynamıştır. Esas mesleği ve geçim kaynağı olan debbağlık (deri işçiliği) ile uğraşmıştır.
Gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir bölgesine giderek orada eğitim gören Evran; dönemin önemli alim ve düşünürlerinden ders alarak yetişmiştir. Bunlardan biri, meşhur Eş’arî kelâmcısı Fahreddin Râzî (606/1210)’dir. Ahi Evran, ondan hem dinî hem de beşerî ilimleri öğrenmiştir. Ayrıca tıpkı Hacı Bektaş Velî gibi, Türkistan’ın manevi pîri olan Ahmed Yesevî’nin yetiştirdiği talebeler vasıtasıyla tasavvufu tanımış, yine fütüvvet teşkilatının marifet pîri ve önemli bir düzenleyicisi olan meşhur mutasavvıf Şihâbüddin Ömer Sühreverdî (632/1234)’nin sohbetlerine katılarak ondan istifade etmiştir. Böylece gönül ilmi olan tasavvuf yanında tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi İslami ilimler ile felsefe ve tıp gibi ilimler öğrenmiştir.
Hayatının son dönemlerinde Kırşehir’e yerleşen ve ölümüne kadar burada kalan Evran XV. yüzyılda kaleme alınan Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’nde, menkıbevî şahıslarla münasebeti ve bu arada Hacı Bektâş-ı Velî (ö. 1270) ile olan yakınlığı bilinmektedir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda büyük görevler üstlenen ve binlerce sanatkârı yetiştirmiş olan Ahi Evran 1261 yılında 90 küsur yaşında görevi başında şehit edilmiştir. Kabri Kırşehir'de olup 20 kadar telif ve eseri günümüze kadar ulaşmıştır. XIV. yüzyılın başlarında Gülşehrî tarafından Ahî Evran üzerine kaleme alınan mesnevide Evran’ın sûfî bir derviş olarak tasvir edildiği görülmektedir.
Ahi Evran’ın yaşantısında ahlakla sanatın, konukseverlikle yardımseverliğin uyumlu bir terkibi görülmektedir. Bu bağlamda sosyal hayatın ve ticari hayatın kurallarını koyarak barışçı, huzurlu, adaletli, aydın ve bilge, bir toplum oluşturmak hedeflenmektedir. İnsanın ahlaki, mesleki bilgi ve becerisini artırmak ve toplumsal ferahı oluşturmaktır. Tasavvuf yaşantısı hoşgörü, paylaşımcı, seven ve sevilen ''İnsana hizmet, Hak'ka hizmet'' anlayışının bir tezahürüdür.
Ahî Evran, Fütüvet ahlakı ile ahiliğin temelini oluşturmuştur. Onun yaşantısında ve eserlerinde Kuran-ı Kerimin ışığında güzel ahlak esaslarını bulmak mümkündür. Mutasavvıfların ifade ettiği üzere fütüvvet, Peygamberlerden kalma güzel ahlaktır. Fütüvvet, nefis temizliğine, yüksek ahlâka ve cömertliğe dayanan, başkasını kendi nefsine tercih etmek şeklindeki ifadesini bulan bir yaşam şeklidir. İnsan yetiştirmek ve topluma faydalı olmak düşüncesi ile iş dışında eğitim, iş başında eğitime tabi tutulmuşlardır. İş dışındaki eğitimde dini ve ilmi bilgiler dışında, güzel yazma, güzel konuşma, musiki, davranış kaideleri, askeri ve sportif faaliyetlerdir. İşyeri sahibi ustanın gözetiminde ahlak ve sanat eğitimini birlikte alırdı.
Ahi Evran’ın gerçek bir gönül sultanı olup; “Namazını Ka’be’de kılıp kendi şehrine (Kırşehir) geri döndüğü; bazen doğuda dua ederken, bazen batıda ayakta durduğu; sabah namazını beytü’l-mukad-des’te, öğle namazını Dımışk (Şam)’ta, ikindiyi Medine’de, akşamı Urfa’da, yatsıyı Mekke’de (Ka’be’de) kıldığı ifade edilmektedir. Bir rivayette Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Ahi Evran’ı görmek için Kırşehir’e hareket ettiği, bu hâlin Ahi Evran’a malum olmuş; sonra o da gelip Kırşehir’in yakınındaki tepenin üstünde birbirleriyle buluştuğu söylenmektedir. Bu esnada Ahi Evran, ‘Erenler Şahı, ne olurdu burada bir pınar olsaydı da abdest almaya, içmeye yarasaydı’ demiştir. Bunun üzerine Hünkâr, eliyle işaret edip bir yeri eşmiş; arı duru güzelim bir su çıkmış ve akmaya başlamıştı. Ahi Evran, bu defa ‘Erenler Şahı, bir gölgelik ağaç da olsa, sıcak günlerde gölgelenirlerdi’ dediğinde Hünkâr ululuğu, ‘Ne ola Ahi’m’ demişti. Ahi Evran’ın kavak ağacından kesilmiş bir sopası vardı, bunun üzerine bir yeri kazmış, onu da alıp oraya dikmiş, bir anda ortalık yeşerip yapraklandığı ifade edilmektedir.
Kaynakça:
- TDV İslam Ansiklopedisi 1. Cilt ss.529-530
- Saffet ATAK, 2014, “Ahi Evranın Tasavvufu Yaşaması ve Yaşatması” Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması, Eskişehir.
- Ahmet KARTAL, 2009, “Kerâmât-ı Ahi Evran Mesnevîsi Üzerine Notlar”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 2, İstanbul.
- Kırşehir Valiliği web sitesi, http://www.kirsehir.gov.tr/ahi-evran-ve-ahilik