Konuya giriş yapmadan önce sizlere küçük bir canlandırma yapmak istiyorum. Kendinizi yüksekçe bir yerde hayal etmenizi istiyorum. Bu bir köprü de olabilir, yüksek bir apartmanın son katı da olabilir, bir dağ da olabilir… Fark etmez. Bu yüksek yerden aşağı doğru bakıyorsunuz ve gördüğünüz şey vızır vızır arabaların geçtiği bir otoban. Hem gidiş hem de dönüş yolu olan iki tarafta da üçer şeritin bulunduğu geniş mi geniş bir yol. Arabalar durmak bilmiyor soldakiler hızla giderken sağdakiler biraz daha yavaş ilerliyor. Kimi zaman büyük yükleri taşıyan tırlar geçerken kimi zaman küçücük motosikletler geçiyor. Şimdi biraz bu otobana yaklaşmaya karar veriyoruz. Yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Yukarıdan aşağı iniyoruz ve şimdi yerdeyiz. Otoban hemen karşımızda. Biraz gerildiniz değil mi? Hızla geçen arabalardan size çarpan rüzgâr ve o müthiş gürültü…
Pekâlâ sizi daha fazla germek istemiyorum. Burası size bir yerden tanıdık geldi mi? Neresi olduğunu ben söyleyeyim. Beynimiz! Her an beynimizde düşünceler tıpkı bu arabalar gibi vızır vızır geçiyor. Ancak ne yazık ki otoban metaforunda olduğu gibi yukarıdan izleme şansını her zaman elde edemiyoruz. Bazen kıyısında bazen de tam ortasında buluyoruz kendimizi. Panikliyoruz! Nasıl mı? Aklımıza gün içerisinde olumlu şeyler gelebildiği gibi olumsuz düşüncelerde geliyor. Ancak bu olumsuz düşünceler geldiğinde genelde ya kaçmaya çalışıyoruz (düşünmemeye çalışıyoruz) ya da o düşünceye sanki gerçekmiş gibi inanıyoruz. “Beni kesin beğenmiyorlar”, “Asla başarılı olamayacağım”, “Hiçbir zaman sevilmeyeceğim” gibi… Şunu unutmamak gerekir “DÜŞÜNCEN SEN DEĞİLSİN!”. Aklımıza gelen her düşünce doğru değil. Her düşündüğümüz şey gerçekleşecek diye bir kaide yok! Bu yüzden kaçmaya çalıştığınız veya inandığınız sizi mutsuz eden bir düşünceniz varsa oturup mantık çerçevesinde tekrar değerlendirin. Onunla yüzleşin. Belki o otobanda o düşünceyi durdurup ona sıkı sıkı sarılan sizsinizdir. Bıraktığınız zaman tıpkı diğerleri gibi o da yoluna devam edecek.