Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır, ne ağaç, ne kuş sesi, ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin, gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için ve dünya karanlıkta daha bizim, daha yakın,
daha küçük kaldığı için ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir ve Hıdırlık-tepesi olmasa Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim dağları ve dağlarda tek tek ateşler yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
Akarçay belki bir akar su, belki bir ırmak, belki küçücük bir nehirdir.
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip ve kılçıksız yılan balıklarıyla Yedişehitler kayasının gölgesine girip çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun kırmızı, beyaz, ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde Altıgözler Köprüsü'nün altından gündoğuya dönerek ve Konya tren hattına rastlayıp yolda Büyükçobanlar Köyü'nü solda ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp gider.
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
Ne güzel anlatmış Nazım Hikmet Ran, Kuvayi Milliye Destanında, büyük taarruzu.
Sadece büyük taarruzu değil, Antep, Maraş Urfa, Karayılan’ı o kadar güzel anlatır ki insan okumaya, dinlemeye doyamıyor.
Sanki Nazım Hikmet, Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta, Kocatepe’de tek tek dolaşmış.
Tepeleri, dereleri, ovaları bize bizden daha iyi anlatıyor.
Nazım Hikmet Ran 1901 tarihinde doğdu.
Ama nüfusa ailesi 1902’de yazdırdı.
Kurtuluş savaşı ise o henüz 18 yaşındayken başladı.
Yani Urfa’yı, Antep’i, Maraş’ı Afyon’u ve Kocatepe’yi bilmesi imkansızdı.
Peki tüm bunlara rağmen nasıl böylesine dünya çapında bir Epik Destan yazdı?
Savaş bitti.
Urfa’yı, Antep’i Maraş’ı Afyon’u günlerce gezdi, tanıkları dinledi, belgeleri mi topladı?
Hayır.
Peki tamam da nasıl böyle mükemmel bir eser ortaya çıktı.
Nazım Hikmet 1939’da İstanbul’da hapis yatarken kendisini ziyarete gelen arkadaşlarından Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı Nutuk kitabını ister.
Kitap geldiğinde büyük bir heyecanla soluksuz bir şekilde okur ve bitirir.
Sonra Türk Kurtuluş Savaşının anlatıldığı Kuvayi Milliye Destanını yazmaya başlar.
Dört duvar arasında parçalar halinde yazar.
Bir yıl sonra 1940’da Çankırı Hapishanesine gönderilir.
Nazım Hikmet Kuvayi Milliye Destanına orada devam eder.
Yine dört duvar arasında.
Beklide rüyalarında, hayallerinde Urfa’ya, Antep’e, Maraş’a ve Kocape’ye çıkmıştır.
Beklide hapishane duvarlarında kaç defa o günleri yaşamıştır.
Nazım yazdıkça birileri rahatsız oluyor.
Çankırı Hapishanesinde bir yıl bile kalmadan bu kez 1941 tarihinde Bursa Hapishanesine gönderiliyor.
Nazım bu durur mu?
Yazmaya devam ediyor.
1.bap
2.bap
3.bap
4.bap
5.bap
6.bap
7.bap
Ve 8.bap.
İşte 8. Bapta Afyon’u, Kocatepe’yi, o geceyi o kadar güzel anlatır ki sanki o gece Mustafa Kemal’in yanı başında, onun yaveri gibi.
Nasıl bir hayal gücü, nasıl bir anlatım.
Bilindiği gibi Epik destanı denilen bu tür destansı anlatım Antik çağlardan günümüze kadar gelen savaş ve kahramanlık destanı yazım şeklidir.
Antik kaynaklarda birçok örnekleri var.
Nazım Hikmet’in 1939’da başlayıp üç farklı hapishaneden sonra 1941’de tamamladığı bu eser Türkiye’de ilk kez 1965 yılında Kurtuluş Savaşı Destanı adıyla yayınlandı.
1973 v3 1975’te yine aynı isimle tekrar yayınlandı.
Kuvayi Milliye Destanı adıyla ise ilk kez 1968’de yayınlandı.
Bir kez daha Kurtuluş savaşı ile Anadolu’yu işgalden kurtarıp zafer kazanan Gazi Mustafa Kemal’den yurdun dört bir tarafından gelip geri dönmemecesine savaşıp şehit olan herkese binlerce kez teşekkür ederim.
Bize bu güzel yurdu vatan yapıp Cumhuriyeti kuranlara selam olsun.
Ve Nazım Hikmet Ran.
Bize böylesine mükemmel bir destan yazdığın için sana da selam olsun.
Zafer, Zafer benimdir diyebilenlerindir.
30 Ağustos zafer bayramımız kutlu olsun.