SILA-İ RAHİM
Sıla-i rahim, câhiliye dönemi Arap toplumunda da değer verilen erdemler arasındadır. İslâm bu hususu daha da önemsemiş, câhiliyedeki birtakım yanlışları düzeltmiş ve onu ilk günlerden itibaren en temel öğretiler arasında sunmuştur. Câhiliyede bu ilişki, başkalarına karşı bir gurur, kibir ve övünme vesilesidir. Körü körüne, taassup derecesinde bir tarafgirlik, zalim de olsa, mazlum da olsa kan kardeşini tutma, kabilesini kayırma, kısaca nesebini âdeta putlaştırırcasına yüceltme söz konusudur. (Müslim, Birr, 62) İslâm ise bu ilişkileri ıslah etmiş, temel ilkeleri, karşılıklı hak ve sorumlulukları merkeze alan bir ilişkiler ağı kurmuştur.
Adalet, hakkaniyet, hukukun eşitliği ve suçun şahsîliği gibi İslâm’ın temel ilkeleri karşısında akrabalık bağları hiçbir avantaj sağlamaz. En yakın akraba da olsa, şahitlikte ve yargıda dürüstlükten ve adaletten asla ödün verilmez. (En’âm, 6/152; Nisâ, 4/135) Yakını bile olsa kimse kimsenin vebalini yüklenmez. (Fâtır, 35/18) Hatta bu konuda Peygamber Efendimizin dahi ayrıcalığından söz edilemez. Kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi, “kızı Fâtıma da olsa...” ne dünyada ne de âhirette yapabileceği bir şey yoktur. (Buhârî, Vesâyâ, 11; Müslim, Îmân, 351; Nesâî, Kat’u’s-sârık, 5)
Akrabalar arası ilişkiler konusu Kur’an’ın en temel öğretileri arasında yer alır. (Nisâ, 4/36.) Yüce Rabbimiz birçok âyette akrabaya hakkını vermeyi, (İsrâ, 17/26; Rûm, 30/38) yardım ve iyilik etmeyi emretmekte, (Nahl, 16/90; Bakara, 2/83,177) akrabalık haklarına riayetsizlikten sakındırmakta (Nisâ, 4/1.) ve akrabalık bağlarını koparmanın, fitne ve fesat ile ilişkisinden söz etmektedir. (Bakara, 2/27; Muhammed, 47/22.)
Akrabalar arası ilişkinin önemini bizzat yaşayarak öğrenir Allah Resûlü. Babasını hiç göremeyen bir yetimdir. Annesini de dayılarını ziyarete gittikleri zaman Medine dönüşünde kaybeder. Önce dedesinin, sonra da kendisine çok şey borçlu olduğu amcası Ebû Tâlib’in himayesinde yetişir. Resûl-i Ekrem, son nefesine kadar kendisini destekleyen ama İslâm’ı seçmeyen amcası Ebû Tâlib ile aralarındaki rahim bağının, rahmete dönüşmesi için çok çabalar. Hatta sırf bu yüzden ilâhî itaba (azarlanmaya) bile muhatap olur. (Kasas, 28/56; Tevbe, 9/113.)
İlk vahiy tecrübesinin ona verdiği ürperti ve heyecanı yatıştırmaya çalışan Hz. Hatice validemizin, “Çünkü sen, akrabalarla ilişkini sürdürürsün.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; Müslim, Îmân, 252.) demesi de Rahmet Elçisi’nin bu konuda eskiden beri ne denli hassas olduğunu gösterir. İslâm Peygamberi, ilk günlerden itibaren sıla-i rahmin önemini vurgular. Bizans kralı Herakleios, henüz Müslüman olmamış Ebû Süfyân’a, Hz. Peygamber’in neler getirdiğini sorar. Ebû Süfyân, Allah’a şirk koşmadan kulluk etme, namaz kılma¸ sadaka verme, dürüst ve iffetli olma, akrabalarla irtibatı devam ettirme şeklinde cevap verir. (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; Müslim, Cihâd ve siyer, 74.)
Hicret ettiği Medine’ye varır varmaz verdiği ilk mesajlar arasında yine sıla-i rahim vardır. İslâm’la şereflenen Yahudi bilginlerinden Abdullah b. Selâm şöyle anlatır: “Peygamber (sav) Medine’ye geldiği zaman halk onu karşılamaya çıktı. ‘Resûlullah geldi!’ çığlıklarını duyunca, bir bakayım diye halkın içinde ben de gittim. Onun yüzünü açıkça görünce, bir yalancı yüzü olmadığını anladım. Ondan işittiğim ilk buyruğu şu oldu: ‘Ey insanlar! Selâmı yayın, yemek yedirin, sıla-i rahmi yerine getirin (akrabalarınızla bağlarınızı koparmayın), insanlar uyurken namaz kılın ve cennete selâmetle girin.’” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme 42; İbn Mâce, Et’ıme, 1)
SAHABE HAYATI
AMMAR BİN YASİR (Ebü’l-Yakzân Ammâr b. Yâsir b. Âmir el-Ansî (ö. 37/657)
Ans kabilesinin Yâm koluna mensup olan babası Yâsir kaybolan kardeşini aramak için Yemen’den Mekke’ye geldi. Benî Mahzûm kabilesinden Ebû Huzeyfe’nin himayesine girdi ve Sümeyye adlı câriyesiyle evlenerek oraya yerleşti. Ammâr bu evlilik sonucu dünyaya geldi. Hz. Peygamber’in Dârülerkam’da bulunduğu sırada müslüman olan ve müslümanlığını ilân eden ilk yedi kişiden biridir.
Annesi Sümeyye, babası Yâsir ve kardeşi Abdullah da onun yönlendirmesiyle İslâm’a girdiler. İlk müslüman olan kırk kişi arasında yer alan Yâsir âilesi, Mekke’de kendilerini himaye edecek kimseleri olmadığı için Kureyşli müşriklerin ağır zulüm ve işkencesine uğradılar. Fakat imanları sebebiyle başlarına gelen bu sıkıntılara sabırla göğüs gerdiler. Annesi Sümeyye bu işkenceler sonunda Ebû Cehil tarafından öldürülerek İslâm tarihindeki ilk şehid oldu. Babası Yâsir de aynı gün işkence edilerek öldürüldü (muhtemelen milâdî 615).
Müşriklerin dayanılmaz baskılarına artık tahammülü kalmadığı bir gün Ammâr, sırf bu işkencelerden kurtulmak maksadıyla onların arzusuna uyarak Lât ve Uzzâ lehinde ve Hz. Peygamber’in aleyhinde konuşmak zorunda kaldı. Müşriklerin elinden kurtulur kurtulmaz doğruca Resûl-i Ekrem’in yanına giderek başına gelenleri anlattı. Hz. Peygamber ona bu sözleri söylerken kalbinde neler hissettiğini sordu. Ammâr da iman ile dolu olan kalbinde en ufak bir değişiklik olmadığını söyleyince, Hz. Peygamber yine işkenceye uğrarsa aynı sözleri söylemesinin bir mahzuru bulunmadığını ifade etti. Nitekim bu konuyla ilgili olarak nâzil olan âyet-i kerîmede kalbi imanla dolu olduğu halde dininden dönmeye zorlananların söyledikleri sözlerden sorumlu olmadıkları belirtildi (bk. en-Nahl 16/106).
FIKIH (BİR SORU BİER CEVAP)
Iskât-ı savm ne demektir?
Iskât-ı savm, ölünün üzerindeki oruç borçlarını düşürmek demektir. Iskât, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği oruç, adak, keffâret gibi dinî mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtulması anlamını taşır.
Ölünün üzerinden, sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi hususu, âyet ile sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumuna yetecek kadar fidye öder.” (el-Bakara, 2/184) buyrulmaktadır.
Bu âyetin hükmüne göre, oruca güç yetiremeyen veya sağlık mazeretleri sebebiyle Ramazan’da ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan aciz olan kimselerin, tutamadıkları her bir gün için fidye ödemeleri gerekir. Âyette, hayatta olup oruç tutmaya sağlığı imkân vermeyenlerin fidye vermeleri söz konusu edilmektedir. Hayatta iken imkân buldukları hâlde oruç tutmadan ölenler için oruç keffâreti ödenip ödenemeyeceği konusu âlimler arasında tartışmalıdır.
Fakihlerin çoğunluğu, yukarıdaki âyet-i kerîmeden hareketle, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için de fidye ödeneceğini, hatta bu kimselerin bu konuda vasiyette bulunmaları gerektiğini ifade etmişlerdir (Merğinânî, el-Hidâye, 1/124). Çünkü fidyenin gerekçesi, oruç tutmaktan aciz olmaktır. Ölen kimse de oruç tutmaktan mutlak surette acizdir. O hâlde bunların durumu, tutamadıkları oruca karşı fidye vermeleri nass ile sabit olan kişilerin durumuna kıyas edilebilir (Serahsî, el-Mebsût, 3/100; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/151). Başta Şâfiî mezhebi olmak üzere bazı görüşlere göre ise bir kimse imkânı olduğu hâlde fidyeyi vermeden ölürse vasiyete de gerek olmaksızın bıraktığı mirastan ödenir. Zira onun fidye ödemesi, hasta ve yolcunun orucu kaza etmesi gibidir (Nevevî, el-Mecmû’, 6/259).
Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017
HER GÜNE BİR KİTAP
Kitabın Adı: Asr-ı Saadetten 365 Güne Bir Ayet Bir Hadis Bir Kıssa Birkaç Hisse
Yazar: Ömer Faruk Arslan, Ramazan Dağlı, Ahmet Ünal, Ahmet Sünetci, Fatih Çelik, Faruk Turhan, İsmail Arabacı, Yusuf Şahiner, Bünyamin Önder, Hüseyin Teniz, Bünyamin Albayrak
Yayınevi: Türkiye Diyanet Vakfı
İslam’a gönüllerini açıp Allah yolunda her türlü fedakârlığı yapmış ve İslam’ın yayılmasına vesile olmuş ashab-ı kiram, örnek hayatlarıyla bugünümüze ışık tutmaktadır.
Bu kitapta, konuya uygun seçilmiş bir ayet, bir hadis ve bir asr-ı saadet örnekliği işlenmiştir.
BİR AYET BİR HADİS
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 3/103)
“Birbirinizle ilginizi kesmeyiniz, sırt dönmeyiniz, kin tutmayınız ve haset etmeyiniz. Ey Allah'ın kulları! kardeş olunuz. Bir Müslüman’ın, din kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helâl değildir.” (Buhari, Edeb 57)