İYİLİK AYI RAMAZAN
PAYLAŞMA ERDEMİ (Mal ve Bilgi Paylaşımı)
Yüce Rabbimiz, kerim kitabımızın daha ikinci suresinin üçüncü ayetinde, takva sahiplerini nitelendirirken, “kendilerine verdiklerimizden bağış ve paylaşımda bulunanlar, infak edenler”
buyurmaktadır.
Maddi manevi her çeşit bağış ve paylaşım “infak” teriminin kapsamı içindedir. İnfak edilenler de ilahi koruma ve artırma güvencesine sahiptir.
Bağış ve paylaşımın istekle, gönülden gelerek sevdiği varlıklardan verilmesi gerektiği, gönülden yapılmayan bağış ve paylaşımların kabul görmeyeceği de ayet-i kerimelerin vurgulu bir
şekilde ortaya koyduğu gerçeklerdendir.
İstatistiğini yapmanın mümkün olmadığı ilahi nimetlere sahip olmak insanlar için elbette büyük bir bahtiyarlık vesilesidir. Ne var ki gıpta edilecek, imrenilecek, özenilecek, öykünülecek
bir konumda olmak için sahip olunan nimetleri paylaşmasını bilmek gerekmektedir. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Sadece iki haslet (veya iki kişinin durumu) imrenmeye değer. Birincisi, Allah’ın verdiği malı hak yolda harcamayı başaran kişinin bu hâli. İkincisi, Allah’ın kendisine verdiği hikmet (ilim) ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimsenin durumu.”
Peygamber Efendimizin bu beyanının çoğu rivayetleri doğrudan doğruya “iki haslet iki özellik (isneteyn) gıptaya değer” diye tercüme edilecek şekildedir. Buna göre iki özellik, iki tavır,
iki durum öne çıkarılmış olmaktadır. Bazı rivayetleri ise “iki kişinin durumu” diye anlaşılacak şekildedir. Her iki hâlde de her iki nimetin paylaşılmaları imrenme konusu olarak takdir ve takdim edilmiş olmaktadır. Yoksa her mal ve hikmet sahibi gıpta/imrenme konusu olarak bildirilmemektedir.
Hadis-i şerifteki “haset” kelimesi, “gıpta anlamındadır. Gıpta, imrenmek demek olup başkasının elinde bulunan mal ve imkânların onun elinde kalmakla birlikte, bir benzerinin veya bir
o kadarının da kendisine verilmesini temenni etmektir. Haset ise başkasının elindeki malın ondan alınıp kendisine verilmesini dilemektir. Bu manasıyla hasedin dilimizdeki karşılığı kıskançlık,
çekememezliktir.
Hasedin, insanı mutsuz ve huzursuz eden manevi bir hastalık olduğu ise herkes tarafından bilinmektedir. “Allah’ın sizi birbirinize üstün kılmasına haset etmeyiniz.” ayeti inananları bu hastalığa kapılmamaya çağırmaktadır. Haset edenin hasedinin şerri Muavvizeteyn’de Allah’a sığınmak gerektiği bildirilen konular arasında yer almaktadır. Bu da hasedin hem haset edene hem de muhatabına zarar verdiğini göstermektedir.
Gıpta imrenmek, hayır ve güzelliklerin artmasını temenni etmek demektir. Ayrıca gıptanın kendisi de layık olanlara yönelik olmak şartıyla başlı başına bir iyilik ve erdemdir.
Hadiste Müslüman’ın bu güzel duygusuna muhatap olmayalayık görülen iki sınıf insanın iki tavrı iki özelliği öne çıkarılmaktadır: Allah’ın verdiği malı hak yolda harcamayı başaran kişinin yaptığı. Allah’ın verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimsenin durumu. Yani paylaşımcı olmaları.
Mal ve servet sahibi olmak, daha doğrusu Allah Teâlâ’nın böyle bir lütfuna erişmiş olmak elbette büyük bir bahtiyarlık ve güzelliktir. Ancak bir kez daha vurgulamak gerekir ki asıl güzellik ve hüner, Allah’ın lütfu olan malı, hak yolda harcamayı başarabilmektir. Çünkü tecrübe göstermiştir ki malı harcamakta insanların çoğu başarılı değildir. Aslında “imtihan vesilesi” olarak verilmiş olan “mal”, çoğu kere, birçok insanın başarısız bir imtihan geçirmesine vesile olmakta, cimri davranmasına, azmasına, sapmasına, haksızlık yapmasına kapı açmaktadır. Bu sebeple asıl gıpta edilecek, imrenilecek, özenilecek olan, mal sahibi olmak değil, az olsun çok olsun malı hak yolda harcayabilmek, paylaşabilmektir.
Ka’b b. İyad radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ‘Şüphesiz her ümmetin bir büyük fitnesi (imtihan vesilesi) vardır. Benim ümmetimin baş fitnesi (sıkıntı sebebi) de maldır (ekonomik değerler).’ buyururken duydum.” demiştir.
“Sıkıntıya düşmeleri kendisine çok ağır gelen, müminlere düşkün” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin “Ümmetimin imtihan vesilesi maldır.” beyanında varlığın, yani ekonomik değerlerin en büyük sıkıntı odağını oluşturacağına dikkat çekilmektedir. Böylece ümmet hayatında en hassas nokta da belirlenmiş olmaktadır.
Hadis-i şerif, her şeyden önce ümmet-i Muhammed’in, başlangıçtaki durumunun aksine, zaman içinde zenginleşeceğini, “dünya hazinelerine sahip olacağını” geleceğe yönelik bir gerçek
olarak dolaylı bir anlatımla haber vermiştir. Bu gerçek, başka hadis-i şeriflerde doğrudan açıklanmış bulunmaktadır.
Hiç kuşkusuz hadisteki mutlak ifade, malın varlığının yanında, yokluğunun da fitne unsuru olduğunu akla getirmektedir. Ancak burada asıl vurgulanmak istenen, mal denen iktisadi değerlerin varlığının imtihan vesilesi olduğu gerçeğidir.
Malın insan psikolojisi ve davranışları üzerindeki derin ve çoğunlukla da olumsuz etkisini dikkate alan âlimlerimiz, Peygamber Efendimizin bu genel uyarısını, daha çok fert planında değerlendirmiş, diğer dinî nassların da desteğiyle mal ve mülkün aldatıcılığına, taat ve âhireti unutturacağına dikkat çekerek Müslümanları sözü edilen fitne konusunda bilinçlendirmeye
gayret etmişlerdir.
Başta hadis kitaplarımız olmak üzere ahlak, terbiye ve bilhassa tasavvuf ile ilgili eserlerde mal ve servetin mümine verebileceği zararlar ve bu zararlardan korunmak için alınması gerekli
tedbirler uzun uzun anlatılmıştır.
Aynı imanı paylaşan aynı dünyanın insanları için, birbirlerini başkalarına tercih, zülüm ve haram söz konusu olmadığı sürece her şeyden önce iman borcudur. Aslında böyle bir tercih, aynı
zamanda kendine güven ve saygının bir gereği olup kendini, kendi dünyasını tercih demektir. Özellikle bu tercih, iki ayrı dünyaya mensup kişi, toplum ve uygulamalar arasında olursa, elbette mümin, mümini tercih edecektir. Aksi hâlde, “Mü-minleri bırakıp kâfirleri dost edinen o münafıklar, onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? İzzetin tümü Allah’a aittir.” ayetinin muhatabları durumuna düşülecektir.
Böylesi bir ortamda özellikle ve öncelikle bilgi ve bilinç olarak öz değerlerimiz çerçevesinde yenilenmenin gereği ortadadır. Bunun için de Ramazan ayı, iyi bir kendine gelme, her şeyi yeniden düşünüp değerlendirme fırsatıdır. Eğer değerlendirilebilirse ümmet çapında büyük bir iyilik ve iyileşme elde edilmiş olacağı açıktır.
Söz buraya gelmişken paylaşma erdeminin bir başka boyutuna daha temas etmekte fayda görmekteyiz.
MÜSLÜMAN’IN SIKINTISINI GİDERMEK
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz “Kim bir müminin, dünya sıkıntılarından birini giderip sevindirirse, Allah da Kıyâmet gününde onun bir büyük sıkıntısını giderir.” buyurmuştur.
Hadis-i şerifte yer alan “nefes aldırır,” “önünü/yolunu açar,” “rahatlatır,” “kurtarır,” “sevindirir” anlamlarına gelen farklı kelimeler, aslında Müslüman’ın başındaki sıkıntının küçük veya büyük olduğuna bakılmadan bir şekilde giderilmesini ve ona böyle bir iyilikte bulunmayı kapsamaktadır. Hatta böyle bir neticeye vesile olmayı içermektedir.
“Sıkıntı” diye tercüme ettiğimiz hadisteki “kürbe” kelimesi, insanın âdeta nefes almasını zorlaştıran, teneffüs yollarını tıkayan nesneye ve verdiği rahatsızlığa benzetilmiştir. Bu durumun
giderilmesi de kişinin “nefes almasını sağlamak”, âdeta sıkıntı içindeki kişiyi yeniden hayata döndürmek gibi fevkalade önemli bir işlem olarak takdim ve takdir edilmiştir. Böyle bir işlemin,
zorluğu veya kolaylığı ya da basit bir şekilde yerine getirilmiş olması değil, bizzat bu ilginin kendisi ve rahatlatmanın gerçekleştirilmiş olması önemli görülmüş ve gösterilmiştir.
Küçük bile olsa bir üzüntü, keder, güçlük ve sıkıntı bazı insanlar için önemli ve büyük görünür. Böyle bir durumda onlara yardımcı olmak da aynı şekilde önem ve anlam kazanır. Bizim
hiç önemsemediğimiz bazı şeyler, başkaları için çok önemli ve pek öncelikli olabilir. Sıkıntıyı, onu çekene göre değerlendirmek gerekir.
Bu hadis-i şerif Müslümanlar için büyük önem taşıyan ahlaki kural ve edepleri bir arada toplamış uzunca bir rivayetin başında yer almaktadır. Bu durum İslam ahlakının “yaratıklara şefkat”
diye tanımlanan bölümünün açılım noktasına işaret etmektedir. Ayrıca çok önemli bir noktayı, yani bir mümine yardımcı olmak için, onun mümin olma niteliğinin yeterli olduğunu belirlemektedir.
Dolayısıyla günahkâr ve fasık da olsa mümin, öteki müminlerin ilgi, alaka ve yardımlarına layıktır. Bu, asla bir ayrımcılık ve kayırma anlamına gelmez. Çünkü “kardeşlik” kavramının
dayanağı nasıl “ortak iman” ise bu alaka, iyilik ve yardımlaşmanın gerekçesi de müminin iyiliği, dürüstlüğü ya da hata ve günahları değil, imanıdır. Hadisteki “mümin” veya “müslim” kayıtlarının mutlak olarak zikredilmiş olması bunu göstermektedir. Zira herhangi bir kayda bağlanmamış ifadeler, genelliği içinde değerlendirilir.
Hadis-i şerifin devamında “bir Müslüman’ı sevindirme” işlemine bir anlamda örnek verilmek üzere “borcuna sıkışmış olana süre tanımak, borcun bir kısmını ya da tamamını bağışlamak” gibi rahatlatıcı davranmaktan ve Müslüman’ın ayıbını örtmekten bahsedilmekte ve bunların karşılıklarının da yine âhirette aynı cinsten görüleceği bildirilmektedir. Sonunda da “Kişi din kardeşine yardımda bulundu-ğu sürece Allah Teâla da o kuluna yardıma devam eder.” müjdesi
verilmektedir.
Hadis-i şerifte dikkatten uzak tutulmaması gereken nokta “dünya sıkıntılarından” kaydıdır. Zira dünya nasıl fâni/sonlu ise “dünya sıkıntıları” da neticede gelip geçicidir. Temel niteliği ve
konumu geçicilik olan herhangi bir sıkıntıyı bir Müslüman’dan gidermenin karşılığı, baki/sonsuz ve sürekli olan âhiret sıkıntılarının birinden kurtulmak olarak bildirilmiştir. Yani dünyada bir mümini sevindirenin elde edeceği karşılık âhirette sevinmektir. “el-Cezâ min cinsi’l-amel = Karşılık, amelin/eylemin cinsindendir.” Sevindiren, sevindirilir. Pek tabii olarak böylesi güzel bir sonuca kavuşmak, âhirete inanan ve hesap kaygısı taşıyan herkesin emeli ve arzusu olmak gerekir.
Küçük ve önemsiz sayılan herhangi bir sıkıntıyı mümin kardeşinden herhangi bir yolla gidermek bir iyilik ve “ihsan”dır. “İyiliğin karşılığı da ancak iyiliktir.” Ayrıca Allah Teâlâ: “Kim
bir iyilik getirirse, ona getirdiğinin on katı vardır.” diye iyiliğin âhiretteki karşılığını da bildirmiş bulunmaktadır.
Müslümanların sırf imanlarından dolayı olmadık dayatmalarla karşı karşıya kaldıkları dikkate alınınca, Müslüman’ı rahatlatma ya da sevindirme gayret ve eyleminin ne denli bir iyilik demek olduğu iyice anlaşılacaktır.
Aynı imanı paylaşan kimselerin birbirlerine sahip çıkmaları, yardımcı olmaları ahlaki bir davranış olarak tasa ve kıvanç paylaşımı anlamına gelir.
Taziye ve tebrik ilke ve uygulamaları da aslında birer tasa ve kıvanç paylaşımı vesileleridir. O hâlde öz nefsine iyilik etmek isteyen, sıkıntı içindeki mümin kardeşini rahatlatıp sevindirmeli, sevinç içindeki Müslüman’ın mutluluğunu paylaşıp onu artırmalıdır.
Diğer taraftan paylaşım erdeminin dua paylaşımı boyutu da bulunmaktadır. Bir hadis-i şerifte kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemek, imanın kemal/olgunluk şartı olduğu
bildirilmektedir.
Müslüman “dua alan adam” olmayı, yaptığı iyilikler karşılığında başarabileceği gibi duasını öteki Müslümanlarla paylaşmak yoluyla da elde edebilecektir. Duanıza ortak ettiğiniz Allah kullarıyla, diğer konularda paylaşımda bulunmak daha kolay olacaktır.
Bir Müslüman’a gıyabında yapılacak duanın Allah katında makbul olduğu Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiş ve dua paylaşımının önem ve faziletine işaret edilmiştir.
Özellikle kulluk yoğun Ramazan ayında değişik vesilelerle tanıdık tanımadık Müslümanlara, ümmete ve ümmetin sıkıntılar içindeki kesimlerine yönelik duada bulunmak bu kutlu günlerin
feyiz ve bereketinden küresel ölçekte yararlanmak anlamına gelecektir. Ramazan ayı hem fiilî hem de sözlü duada bulunmak için büyük iyilik imkânı ve fırsatı demektir.
Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN
Yorumlar
Kalan Karakter: