İYİLİK AYI RAMAZAN
HAYRA ÇAĞRI: EMİR Bİ’L-MA’RUF VE NEHİY
ANİ’L-MÜNKER, TEBLİĞ VE İRŞAD HİZMETİ
1.bölüm
“İylik Ayı Ramazan” derken hiç kuşkusuz sadece maddi iyilikler kastedilmemektedir. Tatlı tebessümden gönül alıcı birkaç kelimeye hatta dakikalar sürecek faydalı bilgiler aktaran sohbet ve irşad faaliyetlerine kadar uzanan bir yelpazede bilgi, duygu ve davranış aktarımı yapılan iletişim etkinliklerinin her türü -niyete göre- iyilik kavramı içindedir.
Ramazan ayında en yoğun ve yaygın olarak tanıklık ettiğimiz tebliğ ve irşad faaliyetleri, din adamları ya da din görevlileri tarafından yerine getirilen bir iyilik, eğitim, aydınlatma, bilgilendirme ve iyileştirme yani hayra çağrı, emir bi’l-ma’ruf ve nehiy ani’l-münker hizmetidir. Her hizmetin olduğu gibi bu din hizmetinin ve iyiliğinin de içerik ve uygulamaya yönelik birtakım gerekleri bulunmaktadır. Böyle olunca en klasiğinden en modernine kadar bu alanda tebliğ ve irşada yönelik olarak gerçekleştirilecek faaliyetleri hayra çağrı ya da tebliğ ve irşad hizmetleri diye tanımlamak mümkündür.
Tebliğ hizmeti denince İslam’ın insana ulaştırılması temelinde gerçekleştiren yazılı-sözlü-görüntülü irşad, eğitim ve davet faaliyetleri anlaşılmaktadır. Ramazan ayında yoğunlaşan vaaz ve irşad faaliyetleri ve bunların planlı ve usulüne uygun olarak gerçekleştirilmesi hem din hizmetlerinin hem de toplumu din yönünden aydınlatma görevini üstlenmiş olan Diyanet İşleri Başkanlığı merkez ve taşra kadrolarının etkinliği bakımından son derece önem arz etmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve bağlı kuruluşları ve personeli eskiden hademe-i hayrat/hayır işleri hizmetlileri diye anılırdı. Hademe-i hayrat, camilerde ve vakıf müesseselerindeki imam, hatip, müezzin, kayyım gibi görevlilere verilen isimdi. Böylece din hizmetlerine hayrat/iyilikler deniliyordu.
Peygamberlerin önderlik ettiği din hizmetleri her yönüyle hayırlarla dolu ve bedeli/ücreti ancak Allah’tan beklenen iyilik hizmetleri idi. Bütün peygamberler, tebliğ, davet ve irşad görevleri karşılığında muhataplarına hep “Ben sizden bir ücret-karşılık istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.” diye insanların dünya âhiret mutluluğuna giden Allah’a kulluk yoluna davet/çağrı görevi yaptıklarını bildirmişlerdir. Peygamberler insanları Allah’a, Allah yoluna; Allah da “daru’s-selam”a cennete çağırır. En büyük iyilik de budur.
Ulemanın peygamber varisleri olduğu gerçeği de yaptıkları hizmetin esasen aynı olduğunu ifade etmektedir. Ramazan ayı, bu peygamber mirası hizmetlerin diğer zamanlara göre daha
yoğunlaştığı ve toplumun hemen hemen her kesimine bir şekilde ulaştığı ve ulaştırıldığı bir kutlu ve asıl iyilik vaktidir. İyilik Ayı Ramazan’da en yaygın ve yoğun iyiliğin tebliğ ve irşad faaliyetleri olarak öne çıktığını dikkate alıp bu alandaki bazı özelliklere -meslektaşlara yönelik bir iyilik paylaşımı olarak- dikkat çekmek istiyoruz.
Yüce Rabbimiz, ehl-i kitaptan bir fırkanın (şimdilerde müşteşrikler) kendilerine uyulması hâlinde Müslümanları iman ettikten sonra küfre döndürecekleri uyarısında bulunduktan sonra bu
konuda alınması gerekli tedbirlerin arasında “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emir ve teşvik edip kötülükten sakındırıp alıkoyan bir grup (kadro) bulunsun.”(1) buyurmaktadır. Böylece Yüce Rabbimiz ümmet-i Muhammed’in kendine özgü özellik, güzellik ve iyilikleriyle hayatlarına devam edebilmeleri açısından yetişkin ve yönlendirici özel bir kadronun bulundurulmasının zaruretini çağrı ve uyarı olarak ortaya koymuş bulunmaktadır. Hatta Allah Teâlâ böyle bir grup veya kadronun düşmanla fiilen savaşılırken bile savaşa gidenlerin dönüşte bilgilendirilme hizmetlerini görmek üzere “dinde tefakkuh” için geride kalmalarını emretmiştir. 2
Nahl suresinde ise Hz. Peygamber’e doğrudan, biz ümmetine de dolaylı olarak “Rabbinin yoluna insanları hikmetle, güzel öğütle (meviza-i hasene) çağır ve onlarla en güzel şekilde tartış.” (3) buyurmaktadır.
Bu üç ayet-i kerime hayra çağrı, Allah yoluna davet işlev ve hizmetinin ümmet hayatı için olmazsa olmaz nitelikli kadim ve güncel bir hizmet olduğunu göstermektedir.
Yüce Rabbimiz Peygamber Efendimizin işlevsel konumunu ve onun ümmet için büyük bir ilahi lütuf olduğunu bildirirken şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Allah müminlere büyük bir lütufta bulundu: Zira daha önce apaçık bir sapkınlık içindelerken, onlara ayetlerini okuyan, onları günahlarından temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten kendi içlerinden bir peygamber gönderdi.”4
Efendimizden sonra onun bu işlevlerini ümmetin uleması “peygamber varisi” sıfatıyla çağlar boyu sürdürmüşlerdir. Bundan sonra da aynı emirlere uygun olarak sürdürülecektir. Bu durum özelde tebliğ, irşad ve davet hizmetinin genelde ise dinin devamlılığı demektir.
Dini “ihlas, dürüstlük, hayırhahlık ve nasihat” olarak tanımlayan hadis-i şerif(5) “hayra çağrı” çizgisinde değerlendirilince din hizmetinin tam anlamıyla “iyilik hizmeti”, “gönül ve gönüllü hizmeti” olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü din hizmeti, toplumun iyiliğini isteme ve gerçekleştirme gayreti demek olmaktadır.
Esasen insan, iyiliğini istediği kişilere bir şeyler söyler, öğüt verir, onların bir yanlışı terk etmelerini veya bir doğruya sahip çıkmalarını ister. Yani marufu emredip münkerden sakındırmak
ya da öğüt vermek, başlı başına bir iyilikseverlik, sözlü iyilik ortaya koymak demektir. Zira din yani İslam, insanların iki cihan mutluluklarını temine yönelik ilkeler dinidir.
Durum özetle bu olunca kimsenin, verilecek din hizmetinden rahatsız olmaması, aksine bütün insanlığa yönelik hayır ve iyilik hizmeti olarak onu desteklemesi, yardımcı olması gerekir.
Ne gariptir ki çoğu zaman hem kişisel planda hem de toplum ve sistem planında bu hiç de böyle olmamaktadır. Din adına yapılan hemen her hizmetten kuşkulanma, hatta onu kısıtlama
eğilimleri görülmektedir. Bu tür girişimler ne adına yapılırsa yapılsın din, onların da iyiliklerini isteyen bir çizgide kalarak onları da kendi iyilikleri istikametinde yönlendirmeye devam edecektir.
Çünkü İslam, tüm insanlığın doğruyu bulması hedefine yönelik
en son hidayet çağrısı ve sistemidir.
Yetişmişlik ve salah şartları yerinde olmayan din hizmetlileri, devlet memuru zihniyetini ve mesai kavramını aşamaz. Oysa saygınlık, hayırhahlık temelinde verilecek din hizmetiyle kazanılır. İslam’ın, gönüllerin fethini, ülkelerin fethinden üstün tuttuğu asla unutulmamalıdır. Beldelerin ya da ülkelerin fethinin asıl amacı da gönüllerin fethidir. Çünkü İslam’a insan, insana İslam gerek. Din hizmeti ve nasihat bu birbirini arayan iki değeri buluşturmaktır. Tabii din görevlisi de aslında bu kutlu göreve kendi şartlarında gönülden aracılık etmeye çalışan iyilik insanıdır.
Unutulmamalıdır ki din hizmeti, birtakım din ve hizmet dışı kaygı ve kuşkular içinde verilecek bir hizmet değil, aksine, tam bir gönül huzuru içinde samimiyetle ve herkese yönelik bir dürüstlük ve hayırhahlık duygusuyla yürütülebilecek ulvi, nazik ve kutlu bir hizmettir.
Din hizmetinin her alanında bilgi, gönül ve üslup üçlüsü olmazsa olmazdır.
Ebu’d Derdâ radıyallahu anh’ diyor ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize hitabetti ve şöyle buyurdu: “Bizden bir hadis (bilgi) duyup belledikten sonra onu işittiği gibi başkasına ulaştıranın Allah yüzünü ağartsın.”6
Dün olduğu gibi bugün ve yarın da İslam’ın doğru ve güzel anlatımı her şeyden önce bir eğitilmişlik yani ilim ve uslup meselesidir. Gerçek “yetki” budur. Ne ünvan ne şöhret ne de
meslek konuya ait “yetki” için yeterli değildir.
Eğitilmişlik veya ilim, her şeyden önce eğitim ve araştırma sonucu olarak İslam’ı doğru tanımayı, gönül onu inanç ve amel olarak içselleştirmiş olmayı, üslup ise güzel ve doğru anlatımı
gerektirir. Bu, gerçek anlamda yetişmişliğe ve iyi bir hizmet anlayışına sahip olmak demektir. Kısacası İslam’ın doğru ve güzel anlatımı, güncel deyimi ile “işin uzmanı” olma meselesidir.
Tebliğde Sünnet Örneği
Biz burada, hadis ilminin olduğu kadar tebliğ faaliyetlerinin de ana prensibini ortaya koyan ve fakat şimdiye kadar sadece hadis usulü kitaplarında, rivayetin gereği ve keyfiyeti konularını işlerken söz konusu edilen Ebu’d-Derdâ’nın naklettiği hadis-i şerifin, aslında İslam’ın doğru ve güzel anlatımı konusuna yönelik mesajı üzerinde durmak istiyoruz.
İslam’ın insanlara ulaştırılması demek olan tebliğ, ümmeti Muhammed’in en vazgeçilmez görevidir. Tebliğin doğru ve güzel olabilmesi için duyulup bellendiği gibi, yani “aslında olduğu gibi” kaydına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu dikkat, öncelikle, kasıtlı olarak uydurulmuş veya yorumla saptırılmış unsurlara kesinlikle yer vermemeyi zorunlu kılmaktadır. Bu konuda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in uyarısı son derece açıktır: “Bile bile kim bana isnad ederek yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.”7
Tebliğ görevinin vazgeçilmezliği ve Hz. Peygamber’e söylemediğini söyletmeme dikkat ve titizliği, hadis ilminin oluşum ve gelişimini ve öteki İslami ilimlerin sağlamlığını temin etmiştir.
Asırlar boyu Müslümanlar, araştırma ve kesin kanaat edinme (teharri ve tesebbüt) sonra da öğrenileni aslına uygun şekilde nakletme ilkelerine bağlı kalmaya çalışarak dinin anlatım ve hizmetine gayret etmişlerdir. Bu, dinin sadece genel çerçevesi ve safiyetini koruma (yani doğruluk) gayreti değildir. Fakat aynı zamanda dinin güzel anlatımını da temin etmek demektir. Çünkü dini en doğru ve en güzel anlatan, yorumlayan, tanıtan Hz. Peygamber’dir. Sünnet onun doğru ve güzel anlatım ve uygulamalarının toplamıdır. Bunun böyle olduğuna bizzat Kur’an-ı Kerim şehadet etmekte ve Peygamberimizi bize “en güzel örnek” diye takdim etmektedir.8
PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN
DİPNOTLAR
1 bk. Âl-i İmrân, 3/100-104.
2 Tevbe, 9/122.
3 Nahl, 16/125.
4 Âl-i İmrân, 3/164.
5 bk. Dârimî, Rikâk, 41. Aynı hadisin Temim ed-Dârî rivayeti için bk. Müs-
lim, Îmân, 95; Ebû Dâvûd, Edeb, 59; Tirmizî, Birr, 17; Nesâî, Bey’at, 31;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 102,103. Muallak olarak bab başlığında
rivayeti için bk. Buhârî, Îmân, 42.
6 Dârimî, Mukaddime, 24; Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İlim, 10: Tirmizî, İlim,
7 İbn Mâce, Mukaddime, 18, Menâsik, 76; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 7; 111, 225; IV, 80, 82, V, 183.
8 Buhârî, İlim, 38, Cenaîz, 33, Enbiyâ, 50, Edeb, 109: Müslim, Zühd, 82;
Ebû Dâvûd, İlim, 4; Tirmizî, Fiten, 70; İbn Mâce, Mukaddime, 4; Dârimî,
Mukaddime, 25, 26: Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11, 47, 83.
9 Ahzâb, 33/21.
Yorumlar
Kalan Karakter: