SÜNNET-İ SENİYYEDE RAMAZAN VE İYİLİK
SÜNNET-İ SENİYYEDE RAMAZAN
Hadis kaynaklarının savm veya sıyam bölümleri Ramazan ayının fazileti, başlangıcının ve sonunun nasıl tespit edileceği, oruçla ilgili uygulamalar ve bu aya özel iba- detlere yönelik bilgi veren hadis-i şeriflerden oluşur. Fedâil bölümlerinde de bazı bilgiler bulunur. Ayrıca başlangıçtan beri Ramazan ve oruç ibadetine mahsus hadis-i şerifleri bir araya toplayan değişik hacim ve nitelikte müstakil risale (cüz) ve eserler de mevcuttur.
Hadis kitaplarının anılan bölümlerinde Resûl-i Ekrem sallalla- hu aleyhi ve sellem’in hem sözlü değerlendirmeleri ve hem de fiilî uygulamaları hakkında çok sayıda bilgi ve belge bulunmaktadır. Mesela inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağı müjdesini veren ve Ramazan’da cennet kapılarının açılıp cehennem kapılarının kapandığını ve şeytanların bağlandığını bildiren hadisler oruç ve Ramazan ayının tanıtımını yapan rivayetler arasında yer almaktadır.
Ayrıca Ramazan’da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in manevi hayatında açıkça görülecek derecede bir değişiklik meydana geldiği de bildirilmektedir. Bu ayda Cebrâil ile buluşup karşılıklı Kur’an okudukları (mukabele/arza), dolayısıyla bu günlerde Hz.Peygamber’in cömertliğinin zirveye ulaştığı, Ramazan ayının son on gününde ise geceleri ihya edip ev halkını uyandırdığı ve kendisini tamamen ibadete vermek suretiyle (itikâf) eşleriyle ilişkisini kestiği hadislerde nakledilen fiilî sünnet bil- gileri arasındadır. Ramazan ayının sünnette yer alan belli başlı özelliklerini şöylece sıralamak mümkündür:
Kur’an-ı Kerim’in indirildiği bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir Gecesi bu ayın son on gününün tek gecelerinden birindedir.
İslam’ın beş esasından biri olan oruç bu ayın gündüzlerinde tutulur.
Hz.Peygamber’in inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kılan kişinin geçmiş günahlarının bağışlanacağını bildirdiği ve kendisi de bizzat kılarak ümmeti için sünnet olduğunu gösterdiği teravih namazı bu ayın gecelerine özel bir ibadettir.
Fıtır sadakası (fitre), Ramazan’ın sonunda ve bayram namazından önce ödenir.
Ramazan’da yapılan farz ibadetler dâhil nafileler ve yardımlar diğer aylarda yapılanlara göre daha sevaplı ve üstündür.
Bu özelliği dikkate alan çoğu Müslüman zekâtını da bu ayda öder.
Sünnet olan itikâf ibadeti bu ayın son on gününde yerine getirilir.
Mukabele uygulaması bu ayda yerine getirilir.
RAMAZAN ÖZLEMİ
Ramazan ayının bu muhtevası ve Müslümanların hayatına getirdiği değerler manzumesi ve iyileşme imkân ve fırsatları dolayısıyla böyle bir aya duyulması gerekli özlem ve istekle ilgili olarak Hâdimu’n-Nebi Enes İbni Malik radıyallahu anh’den nakledilen bir rivayete burada yer vermek yerinde olacaktır.
Enes b. Malik radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Receb ayına girdiği zaman şöyle dua ederdi: “Allah’ım, Receb ve Şaban’ı bize mübarek (ve bereketli) kıl ve bizi (sağlıkla) Ramazan’a ulaştır!
Hadis-i şerifin Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde yer alan rivayeti “Allah’ım, bize Receb ve Şaban’ı mübarek kıl ve bize Ramazan’ı da mübarek kıl!” ifadelerini taşımaktadır. Ahmed el-Bennâ es-Sââtî’nin dediği gibi bu rivayetlerde Receb ve Şaban’a atfedilmeksizin Ramazan’ın müstakilen duaya konu edilmesi, onun üstün faziletine işarettir. İslam’a göre dünya ve âhiret mutluluğunun anahtarı iman ve ona bağlı olarak güzel ameldir.
İmanı ve güzel ameli birey ve toplum hayatına daha yaygın ve yoğun olarak hâkim kılmaya imkân tanıyan zaman kesitlerine kavuşma dileği, aslında daha diri bir dinî yaşayış özleminin sonucu ve göstergesidir. Çünkü böyle bir dilek iyilik ve güzelliklerin peşinde olmaktır. Müslüman’a da böylesi bir uyanıklık yakışmaktadır. Zira Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir başka hadis-i şerifte “Müslümanların en hayırlısı, ömrü uzun, ameli güzel olandır.” buyurmuş, konuya yönelik gerçeği tüm açıklığı ile duyurmuştur.
Bu çalışmanın başından beri gerek Kur’an ve gerekse sünnette yer alan üstün niteliklerine işaret etmeye çalıştığımız Ramazan ayına duyulan özlem, iyiliklerin, güzelliklerin tekrarını istemek, kötülüklerden ve zararlılardan uzak kalmayı dilemek demektir.
Böyle bir niyet ve özlemin, özellikle Receb ayına girildiğinde yapılması, Receb ve Şaban’ın asıl değerlerinin, kulu Ramazan’a hazırlamak olduğunu, yani onların bereketinin ancak Ramazan’la tamamlanacağını da göstermektedir.
Bir başka deyişle Receb ve Şaban aylarının asıl değeri, Ramazan’a hazırlık imkânı sunmalarıdır. O hâlde Ramazan’ın feyz ve bereketinden tam anlamıyla istifade edebilmek için üç ayların girişiyle birlikte yeni, daha bilinçli ve ihlaslı bir kulluk hayatını yaşamaya gayret etmek, bu ayların “hakkımızda mübarek ve bereketli kılınması” dileğinin açılımı anlamına gelmektedir. Bunu başarmak ise herkesin kişisel gayretine kalmaktadır.
Daha diri bir dinî hayata sahip olabilmek için, dinî bilgiler ve pratiklerle yani sağlam bilgi ve ihlaslı amellerle güçlenmiş olmak temel şarttır.
Bir anlamda yıllık bakım ya da tahsil ve tatbikat zamanı olan üç ayları ve özellikle Ramazan’ı gereği gibi değerlendirmek ve o havayı bütün bir yıla taşımak ve taşırmak, hiç şüphesiz daha diri olduğu kadar daha verimli ve tatlı bir dinî hayatı yaşamak olacaktır. Yaşlandıkça ömrün sonlarına doğru daha fazla tövbe, zikir, tesbih, ibadet, hayır ve hasenat yapılması tavsiyeleri de aslında giderek gücünü artıran bir dinî dirilik çağrısı anlamına gelmektedir.
Bu hadis-i şerifi, Peygamber Efendimize ait bir dua olma özelliğine itimaden dua olarak okumakta ve dolayısıyla onun zihinlerimize ve hayatımıza kazandırmak istediği dinî diriliği elde etmeye çalışmakta hiç kuşkusuz büyük fayda ve hayır vardır.
Dilek ve özlemlerimizin böylesi bereketli mevsimler ve Ramazan gibi mübarek günler istikametinde yoğunlaşması, millet ve ümmet olarak Müslümanlığımızın olgunlaşması ve etkinlik kazanması anlamı taşır.
Nerede ne zaman biteceği önceden bilinemeyen ömrün, maddi manevi fazilet ve bereket günlerine olan ihtiyacını dile getiren bu dua, aynı zamanda ilahi iradenin mutlak hâkimiyetini kabul ve itiraf etmek anlamında iyi bir mümin tavrını yansıt- maktadır. Bu ise Ramazan ayının daha gelmeden önce özlem düzeyinde mümine kazandırdığı bir iyilik demektir.
Yazar: Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN
HAYIRDA YARIŞMAK
Kur’an-ı Kerim, her vesileyle insanlığı hayırda yarışmaya davet eden ve bu yarışın yollarını gösteren bir kitaptır. Bu bağlamda ibadetler beden ile yapılanlar (namaz, oruç gibi), mal ile yapılanlar (zekât, sadaka gibi), hem beden ile hem de mal ile yapılanlar (hac gibi) şeklinde tasnif edilmiştir. İslam’ın sosyal bir yönünün bulunması, denge dini olması ve ideal bir toplum oluşturma hedefi, mal ile yapılan ibadetlerin önemini oldukça artırmaktadır. Bunun için fakir fukara ve garip gurebaya sahip çıkanları, insanlığın faydasına güzel işler yapanları Cenab-ı Hakk “hayırda yarışanlar” olarak tanımlamaktadır: “Hayırda yarışanlar var ya, onlar öncüdürler ve Allah’a yakın olanlar işte onlardır.” Kur’an-ı Kerim ayrıca “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” ifadeleriyle hayırda yarışmanın önemini ortaya koymaktadır. Allah Resûlü (s.a.s.) de “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” sözüyle bu ayetleri adeta açıklamaktadır.
Kur’an’da 255 kadar yerde bazen doğrudan bazen de dolaylı olarak infak konusu ele alınmaktadır. Hadislerde de aynı durum söz konusudur. Zekât, fitre, sadaka, karz-ı hasen, yardımlaşma, dayanışma, vakıf ve dernekler vs. İslam toplumunun ayakta kalabilmesi için hayatî önem taşıyan unsurlardır. Allah Teala, birbirleriyle kaynaşma ve dayanışma içerisinde yaşamaları için başlangıçtan beri insanları hep birbirlerine muhtaç yaratmıştır. “Hiçbir konuda benim kimseye ihtiyacım yoktur” diyen bir insan bulmak imkânsızdır. 1999 yılı depreminde bu gerçeğin delili olacak yüzlerce manzarayla karşılaştık. Her tabakadan ve sınıftan insanın ekmek dağıtılan arabanın etrafında toplanıp elini uzatması, akşam zengin olarak yatıp sabah fakir olarak kalkan pek çok insanın ortaya çıkması vs. unutulacak gibi değildir.
Yüce milletimizin hamiyetperver insanlarının hayırda yarışma amaçlı koşuşturma-ları, hatırladığımızda hâlâ gözlerimizi yaşartmaktadır. Tarih boyunca Müslümanlar, Kur’an ve Sünnet’ten almış oldukları ilhamla yakın-uzak demeden bu yarışı hep sürdürmüşlerdir. Medine’de muhacir kardeşlerine yardımcı olmak için yarışanlar “Ensar (yardımcılar)” ismini kazanarak tarihin altın sayfalarına geçmişler, sonra onları örnek alan diğerleri ve diğerleri aynı çizgiyi devam ettirmişlerdir.
Günümüzde de aynı ruha sahip Müslümanlar kendi yakınlarından, komşularından başlayarak, Anadolu’da ve dünyanın neresinde aç, muhtaç ve mazlum varsa oraya yardım elini uzatmakta, hayırda yarışma ya devam etmektedirler. Başta Bosna ve Filistin olmak üzere dünya mazlumlarına yardımda elinden geleni yapan milletimiz, şimdi Pakistan’ın uğradığı büyük sel felaketinde onun yaralarını sarmak için çalışmakta, dünya Müslümanlarına örnek olmaktadır. Verecek bir şeyi olmayanlar da dualarıyla ve mazlumun yanında yer alarak bu yarışa ortak olmaktadırlar. Allah Resûlü’nün “Üç dua vardır ki, kabul olunmasında şek ve şüphe yoktur: Anne-babanın çocuğu için duası, yolcunun duası ve mazlumun duası” sözü bunu oldukça açık bir şekilde dile getirmektedir. Esasında verenler kendi öz mallarını biriktirmektedirler. Zira Allah Resûlü (s.a.s.), “verdikleriniz sizin, vermedikleriniz başkalarınındır.” demiştir. Ayrıca “veren elin alan elden üstün olduğu”nu belirtmiştir. Alan ellerin değil, veren ellerin sayılarının artması dileklerimle.
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ - I
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI
Yorumlar
Kalan Karakter: