İYİLİK AYI RAMAZAN
KUR’AN-I KERİM’DE İYİLİK
Hemen belirtelim ki her şeyin ölçüsü, İslami tespit ve tanımlardır. Yani iyi, dinimizin “iyi” dediğidir; iyilik de dinimizin “iyilik” olarak bildirdiğidir.
İyilik kavramı yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de birçok kelime ve terimle ifade buyrulmaktadır. Bunların en önde gelenleri -alfabetik sıra ile sayacak olursak: Birr, Cûd, Hayr, İhsan, İkram, İnfak ve Îsâr’dır. Hiç kuşkusuz bu terimlerin herbirinin hem ortak hem de farklı boyutları bulunmaktadır.
Çoğu kere Türkçemizde iyilik, hayır ya da yardımlaşma demekle yetinilir. Aslında bu üç kelime konunun anlatımı ve anlaşılması bakımından büyük ölçüde yeterli olmaktadır.
Biz de İyilik Ayı Ramazan konusunun ilk kelime olan iyilik kavramına yönelik bazı değerlendirmelerde bulunmakla yetineceğiz.
Son devrin büyük âlim ve müfessiri Elmalılı Hamdi Yazır merhumun ifadesiyle “İman mebde-i dîn, birr (iyilik) ise, gaye-i dîn demektir.”(1)
Bu tespit ve tarif, iyilik kavramının, dinin inanç, ahkâm ve ahlak bölümlerinden özellikle üçüncüsü yani ahlak alanıyla ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Esasen iyilik konusu bazı hadis kaynaklarında da “birr, sıla ve âdâb” bölümü olarak değerlendirilir. Ahlakın en meşhur tanımı ise “et-ta’zim li emrillah ve’ş-şefakatü ala halkillah = Allah emirlerine saygı yarattıklarına şefkat göstermek”tir.
Aslında iyilikten, iyi olmaktan ve iyi olarak anılmaktan hoşlanmayan normal bir insan düşünmek mümkün değildir. Herkes “iyi” olmayı ister, “iyisin” denilmesine sevinir. Bu, insanın yaratılışından kaynaklı bir duygu, istek ve sevgidir. Dolayısıyla bu noktadan hareketle iyiliği, hem “dinin gayesi” hem de insanlık ideali olarak tanımlamak mümkündür.
Eğitim öğretim kurum ve yöntemleri, bu alanda yapılan yatırımlar esasen hep bu ortak insanlık idealini gerçekleştirmek yani iyi insan yetiştirmek içindir.
Allah elçileri ve hidayet rehberleri peygamberlerin iki ortak sünnetlerinden biri de muvahhid yani tevhid inancına sahip inançlı ve iyilik ülküsünü benimsemiş nesiller yetiştirmektir. (2)
Değişik inanç ve anlayışa sahip toplumların “iyi”nin tanımında farklı görüşlere sahip oldukları açıktır. Kimi üretken insanı “iyi” kabul ederken, kimileri de “insanlık değerlerine saygılı” olanları, yaratılış gayesine uygun davrananları “iyi” görmektedir. Bu da bir kabul sorunudur.
Tanımlar ne kadar değişiklik gösterirse göstersin, hepsinde ortak nokta “iyi”liktir. Dinimiz iyiliği en kapsayıcı bir kelime ile “birr” terimiyle ifade eder.
Birr, hayr-i a’lâ, ihsan ya da asıl ve üstün iyilik (kemâl-i hayr) demektir ve bu kendiliğinden meydana gelmez. Hatta sadece iman etmiş olmak bile birr’e sahip olmak için yetmez. Birr’e ulaşmak belli bazı şartların yerine getirilmesine bağlıdır. İyilik şartlarına uyulmaksızın kuru bir iddia ile iyiliğe kavuşulamaz, iyi olunamaz.
Birr/iyilik kavramının içeriği Bakara suresinin 177. ayet-i kerimesinde şöyle açıklanmaktadır:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Lâkin asıl iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inananların iyiliğidir ve sevgisini yüreğinde duya duya yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere infak eden, namaz kılan, zekât veren ve sözleştiklerinde sözlerine vefâ gösterenler, zorda, darda ve savaş alanlarında sabredenlerin iyiliğidir. İşte bunlar doğru olanlardır ve Allah saygısıyla dolu olanlar da ancak bunlardır.” (3)
Bu ayet-i kerime, yüce kitabımızın en temel ve kapsamlı kavramlarından olan birr’i, iman, ibadetler, bireysel ve sosyal ahlaka dair erdemlerin tümü olarak ifade buyurmaktadır.
Büyük müfessir Fahreddin er-Râzî de bu ayetin tefsirinde birr’i “saygı ifade eden bütün davranışları, itaatleri ve insanı Allah’a yaklaştıran hayırlı işleri içine alan bir kelime/kavram”(4) olarak açıklamaktadır.
Esasen bu ayet-i kerime, kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilmesinden sonra bu olay üzerinde ileri geri konuşup fitne çıkarmak isteyenlere, gerçek iyiliğin ibadet ederken sırf şekil olarak yüzünü doğuya ya da batıya döndürmek olmadığı, içinde iman, ibadet ve ahlak gibi erdemlerin bulunması hâlinde şeklin bir anlam ifade edeceği hatırlatılmaktadır.
Böylece bir taraftan tahvîl-i kıble olayı ile ilgili tartışmalara son verilirken diğer yandan İslam’da özden, içerikten yoksun bir şekilcilikle birr’e, hayr-ı a’lâ’ya, gerçek iyiliğe ulaşılamayacağı bildirilmiş olmaktadır.
Ayet-i kerimede iyiliğin ne olduğuna yönelik olarak sayılan erdemleri üç noktada toplayabiliriz:
İman (İnanç sağlamlığı ve doğruluk)
İnfak (mal sarf etmek, paylaşım)
İbadet, sabır, vefa, sadâkat ve özveri / ferâgat
Bu üç özellik ve niteliği kısa kısa açıklamak iyilik konusunun anlaşılması açısından faydalı olacaktır:
İman
Dinimize göre her şeyin temeli İslam imanı yani tevhid inancıdır. İmansız hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (v. 1176) konuyu genelleyerek (ya da özelleştirerek) “Tevhid her türlü iyiliğin esasıdır.” demekte “Bütün iyiliklerin ve her türlü güzelliğin temelini tevhid inancı teşkil eder.” diye sözünü pekiştirmekte ve sonra da “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, tevhid inancının iyilik türleri karşısındaki konumunu kalbin beden karşısındaki konumu gibi olduğunu ve kalbin sağlıklı ve düzgün olması hâlinde bütün organların sağlıklı, bozulması hâlinde de tümünün bozulacağını beyan buyurmuştur.” diye görüşüne örnek vermektedir. ed-Dihlevî, şirke bulaşmamış bir tevhid inancı üzere ölen kimsenin “cennete gireceği”, ya da “Allah’ın ona cehennemi haram kılacağı” hadislerini hatırlattıktan sonra şu hadis-i kudsîyi zikrekmektedir: (5)
“Kim bana, yeryüzü dolusu kadar hata ile gelse, fakat Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamış olsa, ben de onu işlediği hata kadar bağışla karşılarım.” (6)
Şah Veliyyullah, her iyiliğin esası kabul ettiği tevhid inancının dört derecesi olduğunu belirtmek suretiyle aynı zamanda iman kavramının içeriğini de açıklamaktadır:
1. “Vacibu’l-vücûd” vasfını yalnızca Allah Teâlâ’ya özgü kabul edip ondan başkasının varlığını vacip görmemek
2. Kâinattaki her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu kabul etmek
3. Göklerde, yerde ve bunlar arasında bulunan her şeyin yönetiminin Allah’a ait olduğunu kabul etmek
4. Allah’tan başka hiçbir şeyi kulluğa layık görmemek
Ona göre ilk iki konuda genel bir kabul bulunmaktadır. Kimse bunlara karşıt bir fikir ileri sürmemiştir. Son iki derece de birbiriyle iç içe ve birbirinden ayrılmaz niteliktedir.” (7)
Allah Teâlâ bu derecelerden son üçünü ihtiva edecek kapsamda ve ehl-i tevhid ile seküler anlayış farkını belirleyici bir ilke olarak “İyi biliniz ki yaratmak da yönetmek de yalnız Allah’a aittir.” (8) buyurmaktadır. O hâlde her şey gibi hem imanın hem de iyiliğin olmazsa olmaz temeli -yukarıda anlatıldığı üzere-tevhid inancıdır. Elmalılı merhum da bu gerçeği pek veciz bir cümle ile “İman, mebde-i din, birr (iyilik) gâye-i din demektir.” (9) diye özetlemiş bulunmaktadır.
İşte ancak bu nitelik ve çerçevedeki tevhid inancına sahip olan imanlı kişi iyi olmaya adaydır. Çünkü bizzat iman, en üst perdeden değerler manzumesine ve iyiliğe yönelme irâdesidir. Nitekim Allah Teâlâ “İnanan ve iyi işler yapanlar halkın en hayırlıları, en iyileridir.” (10) buyurmuş, önce imanı, sonra iyi işler yapmayı iyiliğin ve iyilerin niteliği olarak bildirmiştir. Yüce kitabımızda genellikle bu iki özellik (inanmak ve iyilikler yapmak) daima birlikte zikredilir. Bu da her çeşidiyle iyiliğin tevhid inancı (iman) temeline dayalı olması gerektiğini ortaya koyar.
Öte yandan dinimize göre asıl iyilik, âhirette de geçerli olan iyiliktir. Peygamber Efendimiz bu gerçeği, “Allah’ım, asıl hayır âhiret hayrıdır.” (11) diye vurgulamıştır. Âhirette tek geçerli değer iman, tevhid inancı olduğuna göre orada hayrı görülecek iyilik de imana dayalı olarak yapılan iyiliktir.
İnfak
İnfak, Allah rızasını kazanma niyeti ve Allah kullarına iyilik yapma duygusu ile fakir akrabadan başlamak üzere yetimler, düşkünler, yolcular, yoksullar ve kölelere maddi yardımda bulunmak demektir. Daha genel ve ahlaki bir terim olarak “Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek maksadıyla bir Müslüman’ın kendi servetinden muhtaçlara aynî ve nakdî (eşya ve para olarak) yardımda bulunması ve harcama yapması” diye de tanımlanabilir.
Gerçek müminler tanıtılırken Kur’an-ı Kerim’de hemen daima mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerden söz edilir. Öncelikle malla cihada yer verilir. (12) Daha çok maddi ve aynî yardımları ifade eden infak, iyilik kavramının bir türü olarak bazı özelliklere sahip bulunmaktadır. Bunların belli başlılarını şöylece sıralamak mümkündür:
İnfak, infak-ı ilahi ile karşılanır. “Siz hayr için bir şey harcarsanız (infak ederseniz), Allah onun yerine yenisini verir. Çünkü O, en hayırlı rızık verendir.” (13) ayet-i kerimesi ve “Ey Âdemoğlu, sen infak et ben de sana infak edeyim!” hadis-i kudsîsi (14) bunun açık delilidir. Yine her sabah yeryüzüne inen iki melekten birinin “Allah’ım, infak edene sen de infakının yerine ver!” (15) diye dua ettiğini bildiren hadis-i şerif de “infak”ın eldeki malda gerçekte bir eksiklik meydana getirmeyeceğini göstermektedir.
İnfak, belli bir kaliteye de sahip olacaktır. Mal sarfındaki kaliteyi ”Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe ulaşamazsınız.” (16) ayetinde bulmaktayız.
Sevilen şeyleri, seve seve infak etmek ve bunu asla bir karşılık beklemeden, sadece Allah rızası gibi yüce bir amaç uğrunda yapmış olmak iyilik için şart olmaktadır.
“(İyiler) yoksula, yetime ve esire O’nun sevgisi/hoşnutluğu için yedirirler; ‘Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür de beklemiyoruz.’ derler.” (17)
Hem bolluk hem de darlık zamanlarında infakta bulunanların Kur’an-ı Kerim’de müttakiler olarak övülmüş olması da “infak”ın iyilik niteliğinin değerini gösteren bir başka kesin gerçektir: ِ"O takva sahipleri bollukta da darlıkta da infak ederler.” (18)
İnfakın en küçük veya büyük birimiyle asla zayi olmayacağının, kaybolup gitmeyeceğinin Yüce Rabbimiz tarafından bildirilmiş olması, infak konusundaki en büyük teşvik ve infakın temel özelliği niteliğindedir. Rabbimiz: “Onlar, Allah yolunda küçük veya büyük bir harcama yapsalar (infakta bulunsalar) veya bir yol kat etseler, bunlar da kendileri lehine mutlaka yazılır. Neticede Allah onları işledikleri amellerin en güzelleriyle ödüllendirir.” (19) buyurur.
Rahmân’ın has kullarının infak konusundaki tavırları şöyle tanıtılmaktadır: “Onlar harcama yaptıkları zaman ne israfa kaçarlar ne de cimrilik ederler. Bu ikisi arasından dengeli bir yol izlerler.” (20)
O hâlde infak, sevip isteyerek ve sevilen maldan ama ölçülü bir şekilde ve mutlaka zayi olmayacağı inancı ve bilinci ile yapılması hâlinde makbul bir iyilik olmaktadır. Aksi hâlde istemeye istemeye ya da gösteriş olsun diye infakta bulunmak, iyilik yapmak ve iyi olmak değildir.
İnfakta ölçü, verilenin ihtiyacı ya da kimliği değil; verenin imkânı ve kim için verildiğidir. Gerçekten Allah için veriliyorsa ona göre davranmak gerekir. İmanlı olmasına rağmen paylaşımcı olmayanlar ve cimri davrananlar -iddiaları ne olursa olsun- iyilikten uzaktırlar. Bilhassa ekonomik şartların ağırlaştığı zamanlarda iyilik, “eli açık” olmakla anlam kazanır.
İbadet ve Feragat/Özveri
Ayet-i kerimeye göre iyi olmanın üçüncü şartı, nefis terbiyesini gerçekleştirecek olan ibadetleri yerine getirmek, ahde vefa göstermek, sözünde durmak, hayatın ve cihadın zorluklarına katlanmak, tek kelime ile feragattır.
Kulluk görevlerinde tembellik edenler iyi olma yolunda değillerdir. Çünkü ibadetler “iyi” niteliğinin kazanılmasının araçlarıdır.
Namazın büyük küçük kötülüklerden alıkoyduğunu bildiren ayet-i kerimeyi (21) burada hatırlamak, ibadetlerin “iyi” olmaktaki etkisini ifadeye yetecektir.
İbadetsiz “iyilik” doruğuna ulaşmak araçsız-gereçsiz sarp kayalara tırmanmaya kalkmak gibidir, sonu pişmanlık ve başarısızlıktır.
Diğer taraftan herkes bilir ki rahat günlerinin, esenlik zamanlarının iyiliği kısmen kolay bir iyiliktir. Can tehlikesinin söz konusu olduğu savaş alanlarında sabırla hareket etmek, zorda ve sıkıntıda kalındığı anlarda dişlerini sıkıp sıkıntıları göğüslemek, iyiliğin gerçek göstergeleridir. Yukarıda metin ve mealini verdiğimiz ayet-i kerime, bu durumu pek kesin ve açık ifade etmektedir.
Aynı gerçek bir başka ayet-i kerimede şöyle açıklanmıştır:
“Ey inananlar, sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine inanır, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihat edersiniz. Bilseniz bu sizin için en iyi yoldur.” (22)
Demektir ki gerektiğinde inançları uğrunda, Allah yolunda can vermeye hazır bir ruh hâli içinde bulunmayan “iyi” niteliğinden uzaktır. Esasen infakın bir anlamı da gerektiğinde canı da Allah yolunda harcamak demektir.
“İyi” olma niyeti ve iradesi, daha başka bazı şartların yerine getirilmesini de gerektirir. Bunlardan birkaçını şu ayet-i kerimelerden öğrenmekteyiz:
“... İyilikte ve fenalıktan sakınmakta birbirinizle yardımlaşınız!” (23)
“Ey inananlar, gizli konuştuğunuz zaman günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygamber’e karşı gelmeyi fısıldaşmayın; iyilik yapmayı ve Allah’a karşı gelmekten sakınmayı konuşun. Kıyamet günü huzurunda toplanacağınız Allah’tan sakının.” (24)
Anlaşılmaktadır ki iyi olabilmek için iyilik konusunda iyilerle, iyilik sevenlerle yardımlaşmak, yani iyiliği fert planından müessese/kurum planına, hatta toplum planına çıkarmaya çalışmak gerekmektedir.
İyilik, mademki iyilik olsun diye yapılacaktır, o hâlde ondan yararlanacak olanlar ne kadar fazla olursa iyilik o kadar hedefine yaklaşmış olacaktır.
Bu sebeple de iyilerin en büyük özelliği kıskanç olmamaları, tam bir duygu cömertliği ve uygulama rahatlığı içinde bulunmalarıdır.
İyi insanın iyilere destek, kötülere köstek olması doğaldır.
”Ey inananlar, Allah’a karşı saygılı olun ve iyilerle beraber bulunun!” (25) ayet-i kerimesi de Müslümanları bu konuda ciddi bir şekilde uyarmaktadır. Çünkü iyilik duygu ve uygulamaları iyilerle birlikte olundukça kolaylaşır ve artar. Çünkü “İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir.” (26)
Prof. Dr. İsmail Lütfi ÇAKAN
----------------------------------------------------------------------------
DİPNOTLAR
1) Hak Dîni Kur’an Dili, II, 1146.
2) Peygamber Efendimiz, Taif yolculuğu dönüşünde bu ilkeyi müşriklerin “-Hayır! Ben Allah’ın o müşriklerin soyundan, hiçbir şeyi ortak koşmayıp yalnızca Allah’a kulluk edecek (muvahhid) nesiller yaratmasını dilerim.” diye dile getirmiştir. (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 7; Müslim, Cihâd, 11)
3) Bakara, 2/177.
4) Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, V, 37
5) Hüccetullâhi’l-bâliğa, 176 (M. Erdoğan tercümesi, I, 217).
6) Müslim, Zikir, 22; Tirmizî, Dua, 98; İbn Mâce, Edeb, 58
7) Hüccetullâhi’l-bâliğa, 177 (M. Erdoğan tercümesi, I, 218).
8) A’râf, 7/54.
9) Hak Dini Kur’an Dili, II, 1146.
10) Beyyine, 98/7.
11) bk. Buhârî, Salât, 48, Cihâd, 34; Ebû Dâvûd, Salât, 12.
12) Mesela bk. Hucurât, 49/15.
13) Sebe’, 34/39.
14) Buhârî, Nafakât, 1, Tevhîd, 35; Müslim, Zekât, 36, 37; İbn Mâce, Keffârât, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 242, 314, 464.
15) Buhârî, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57
16) Âl-i İmrân, 3/92.
17) İnsân, 76/8-9.
18) Âl-i İmrân, 3/134.
19) Tevbe, 9/121.
20) Furkân, 25/67.
21) Ankebût, 29/45.
22) Saff, 61/10-11.
23) Mâide, 5/2
24) Mücâdele, 58/9.
25) Tevbe, 9/119.
26) V. Vakkasoğlu, İslâm Şairi Mehmed Akif (İstanbul, 1983), 236
Yorumlar
Kalan Karakter: