İYİLİK AYI RAMAZAN
MÜSLÜMAN’IN SIKINTISINI GİDERMEK
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz “Kim bir müminin, dünya sıkıntılarından birini giderip sevindirirse, Allah da Kıyâmet gününde onun bir büyük sıkıntısını giderir.” buyurmuştur. (1)
Hadis-i şerifte yer alan “nefes aldırır,” “önünü/yolunu açar,” “rahatlatır,” “kurtarır,” “sevindirir” anlamlarına gelen farklı ke limeler, aslında Müslüman’ın başındaki sıkıntının küçük veya büyük olduğuna bakılmadan bir şekilde giderilmesini ve ona böyle bir iyilikte bulunmayı kapsamaktadır. Hatta böyle bir neticeye vesile olmayı içermektedir.
“Sıkıntı” diye tercüme ettiğimiz hadisteki “kürbe” kelimesi, insanın âdeta nefes almasını zorlaştıran, teneffüs yollarını tıkayan nesneye ve verdiği rahatsızlığa benzetilmiştir. Bu durumun giderilmesi de kişinin “nefes almasını sağlamak”, âdeta sıkıntı içindeki kişiyi yeniden hayata döndürmek gibi fevkalade önemli bir işlem olarak takdim ve takdir edilmiştir. Böyle bir işlemin, zorluğu veya kolaylığı ya da basit bir şekilde yerine getirilmiş olması değil, bizzat bu ilginin kendisi ve rahatlatmanın gerçekleştirilmiş olması önemli görülmüş ve gösterilmiştir.
Küçük bile olsa bir üzüntü, keder, güçlük ve sıkıntı bazı insanlar için önemli ve büyük görünür. Böyle bir durumda onlara yardımcı olmak da aynı şekilde önem ve anlam kazanır. Bizim hiç önemsemediğimiz bazı şeyler, başkaları için çok önemli ve pek öncelikli olabilir. Sıkıntıyı, onu çekene göre değerlendirmek gerekir.
Bu hadis-i şerif Müslümanlar için büyük önem taşıyan ahlaki kural ve edepleri bir arada toplamış uzunca bir rivayetin başında yer almaktadır. Bu durum İslam ahlakının “yaratıklara şefkat” diye tanımlanan bölümünün açılım noktasına işaret etmektedir. Ayrıca çok önemli bir noktayı, yani bir mümine yardımcı olmak için, onun mümin olma niteliğinin yeterli olduğunu belirlemektedir.
Dolayısıyla günahkâr ve fasık da olsa mümin, öteki müminlerin ilgi, alaka ve yardımlarına layıktır. Bu, asla bir ayırımcılık ve kayırma anlamına gelmez. Çünkü “kardeşlik” kavramının dayanağı nasıl “ortak iman” ise bu alaka, iyilik ve yardımlaşmanın gerekçesi de müminin iyiliği, dürüstlüğü ya da hata ve günahları değil, imanıdır. Hadisteki “mümin” veya “Müslim” kayıtlarının mutlak olarak zikredilmiş olması bunu göstermektedir. Zira herhangi bir kayda bağlanmamış ifadeler, genelliği içinde değerlendirilir.
Hadis-i şerifin devamında “bir Müslüman’ı sevindirme” işlemine bir anlamda örnek verilmek üzere “borcuna sıkışmış olana süre tanımak, borcun bir kısmını ya da tamamını bağışlamak” gibi rahatlatıcı davranmaktan ve Müslüman’ın ayıbını örtmekten bahsedilmekte ve bunların karşılıklarının da yine âhirette aynı cinsten görüleceği bildirilmektedir. Sonunda da “Kişi din kardeşine yardımda bulunduğu sürece Allah Teâla da o kuluna yardıma devam eder.” müjdesi verilmektedir.
Hadis-i şerifte dikkatten uzak tutulmaması gereken nokta “dünya sıkıntılarından” kaydıdır. Zira dünya nasıl fâni/sonlu ise “dünya sıkıntıları” da neticede gelip geçicidir. Temel niteliği ve konumu geçicilik olan herhangi bir sıkıntıyı bir Müslüman’dan gidermenin karşılığı, baki/sonsuz ve sürekli olan âhiret sıkıntılarının birinden kurtulmak olarak bildirilmiştir. Yani dünyada bir mümini sevindirenin elde edeceği karşılık âhirette sevinmektir. “el-Cezâ min cinsi’l-amel = Karşılık, amelin/eylemin cinsindendir.” Sevindiren, sevindirilir. Pek tabii olarak böylesi güzel bir sonuca kavuşmak, âhirete inanan ve hesap kaygısı taşıyan her kesin emeli ve arzusu olmak gerekir.
Küçük ve önemsiz sayılan herhangi bir sıkıntıyı mümin kardeşinden herhangi bir yolla gidermek bir iyilik ve “ihsan”dır. “İyiliğin karşılığı da ancak iyiliktir.” (2) Ayrıca Allah Teâlâ: “Kim bir iyilik getirirse, ona getirdiğinin on katı vardır.” (3) diye iyiliğin âhiretteki karşılığını da bildirmiş bulunmaktadır.
Müslümanların sırf imanlarından dolayı olmadık dayatmalarla karşı karşıya kaldıkları dikkate alınınca, Müslüman’ı rahatlatma ya da sevindirme gayret ve eyleminin ne denli bir iyilik demek olduğu iyice anlaşılacaktır.
Aynı imanı paylaşan kimselerin birbirlerine sahip çıkmaları, yardımcı olmaları ahlaki bir davranış olarak tasa ve kıvanç paylaşımı anlamına gelir.
Taziye ve tebrik ilke ve uygulamaları da aslında birer tasa ve kıvanç paylaşımı vesileleridir. O hâlde öz nefsine iyilik etmek isteyen, sıkıntı içindeki mümin kardeşini rahatlatıp sevindirmeli, sevinç içindeki Müslüman’ın mutluluğunu paylaşıp onu artırmalıdır.
Diğer taraftan paylaşım erdeminin dua paylaşımı boyutu da bulunmaktadır. Bir hadis-i şerifte kendisi için istediğini Müslüman kardeşi içinde istemek, imanın kemal/olgunluk şartı olduğu bildirilmektedir.
Müslüman “dua alan adam” olmayı, yaptığı iyilikler karşılığında başarabileceği gibi duasını öteki Müslümanlarla paylaşmak yoluyla da elde edebilecektir. Duanıza ortak ettiğiniz Allah kullarıyla, diğer konularda paylaşımda bulunmak daha kolay olacaktır.
Bir Müslüman’a gıyabında yapılacak duanın Allah katında makbul olduğu Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiş ve dua paylaşımının önem ve faziletine işaret edilmiştir.
Özellikle kulluk yoğun Ramazan ayında değişik vesilelerle tanıdık tanımadık Müslümanlara, ümmete ve ümmetin sıkıntılar içindeki kesimlerine yönelik duada bulunmak bu kutlu günlerin feyiz ve bereketinden küresel ölçekte yararlanmak anlamına gelecektir. Ramazan ayı hem fiilî hem de sözlü duada bulunmak için büyük iyilik imkânı ve fırsatı demektir.
İNFAK MALI KORUR
İnfaktan söz edince öncelikle eldeki imkânların bitip tükeneceği fikri, bir şeytan iğvâsı olarak (4) öne çıkmakta, infakla elde edilecek kazanımlar göz ardı edilme tehlikesi ile yüz yüze gelmektedir. Kazancını cebine giren ya da hesabına yatandan ibaret kabul eden maddeci anlayış, infakı kayıp ve zarar saymaktadır.
Bu sebeple infakın malı koruma niteliğinin bulunduğu gerçeğini açıklayan, dolayısıyla infak bilincini ve eylemini temelden etkileyen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bir beyan ve fiilini paylaşmak, özellikle maddi yardımları temsil eden infak kavramını ve ona bağlı olarak sadaka konusunu doğru anlayıp doğru değerlendirmek bakımından fevkalade önem arz etmektedir.
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir süre sonra: “Kestiğimiz hayvandan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Âişe: “Ondan bir kürek kemiğinden başka bir şey kalmadı, hepsini dağıttık.” cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” َ buyurdu. (5)
Bu olayda Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allah rızası için kestikleri bir koyundan, ne kadarının dağıtıldığını, dağıtılmayan ne kaldığını merak edip Hz. Âişe’ye soruyor. Âişe vâlidemizin koyunun kürek kemiği dışında tamamını dağıttıklarını haber vermesi üzerine Peygamber Efendimiz, infak konusunda son derece veciz, özlü, güzel, anlamlı ve derinlikli bir tespit ve açıklamada bulunuyor: “Desene, bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor.”
Peygamber Efendimiz, infak edilen yani iyilik olsun diye insanlara verilen ve dağıtılan hiçbir şeyin aslında bitip tükenmediğini, kaybolmadığını, tam aksine veren kişi adına kaydedildiğini bildirmekte, gerçek durumu “Desene, bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor.” buyurmak suretiyle nefis bir ifade ile ortaya koymaktadır.
Nitekim Allah Teâla da “Ne infak ederseniz o sizin lehinizedir.” (6) “İnfak ettiğinizin karşılığını Allah verir.” (7) “Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (8) buyurmaktadır. Yine “Kim bir iyilik yaparsa ona bundan daha hayırlı karşılık vardır.” (9) “Kim, Allah’ın huzuruna iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır.” (10) buyurmaktadır.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir anlamda bu ayet-i kerimelerin nihai yorumunu yapmış bulunmaktadır. Sonuç kesindir: İnfak, görüntünün aksine malı korur ve arttırır.
Uzun vadeli yapılacak işlerin, alınacak tedbirlerin neler olduğunu konuşmak, tedbirler geliştirmek elbette zorunludur. Ancak daha da önce fiilen yaşanan sıkıntıların maddi çarelerini hemen devreye almak gereklidir. İmkânı olanların, o imkânları cömertçe ümmetin muhtaç ve aç kesimlerine ulaştırmaları, ümmet içi infak/yardımlaşma yollarını bulup kurumlarını evrensel çapta kurup çalıştırmaları, bu yöndeki mevcut kurum ve etkinliklerini desteklemeleri iman borcu hâline gelmiş bulunmaktadır.
PROF. DR. İsmail Lütfi ÇAKAN
DİPNOTLAR
- Müslim, Birr, 59, Zikir, 59; Ebû Dâvûd, Edeb, 60; Tirmizî, Hudûd, 3, Birr, 19, Kur’ân, 10; İbn Mâce, Mukaddime, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 252, 296, 500, 504; Hâkim, Müstedrek, IV, 425; Tayalisî, Müsned, I, 319.
- Rahmân, 55/60.
- En’âm, 6/160.
- bk. Bakara, 2/268.
- Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 35, (Bâbü fazli’t-tasadduk); Riyâzü’s-sâlihîn, Hadis No: 559.
- Bakara, 2/272.
- Sebe’, 34/39.
- Bakara, 2/272.
- Kasas, 28/84.
- En’âm, 6/160.
Yorumlar
Kalan Karakter: