İYİLİK AYI RAMAZAN
MÜSLÜMAN VAKTİ
Buraya kadar yazdıklarımızdan açığa çıkan gerçek, “Müslüman vakti”nin bereketidir. Tabii bir de hasreti. Müslüman saati gibi Müslüman vaktinin de ayarlarıyla oynandığı günlerden beri âdeta “vakti yitikler” ya da çalınmışlar misali başıboş dolaşan kalabalıklar oluştu. Şimdilerde o boşluğu sosyal medya mecraları, dijital ortamlar işgal edip doldurmaya daha doğrusu kalıntılarının da izini silip süpürmeye başladı.
Kafası, kalbi ve karnı işgal ve ifsat edilmiş Allah kulları, şimdi kendilerini bulacakları vakitlerin hasreti içindeler.
Ramazan ayı, bu açığın farkına varma fırsatı ve günleri olarak belki de en büyük uyarı iyiliğini gündeme getirmiş oldu. Onun sayesinde şöyle sesleniyor ve söyleniyoruz şimdi, kendi kendimize.
Biz kutlu vakitlerin çocuklarıyız. İsimlerimize baksınlar: Re cep, Şaban, Ramazan, Bayram, Kadir, Kadriye, Berat, Beratiye, Miraç, Arife, Arafat, Merve, Safa, Esra, Burak, Mevlüt, Mevlüde, Kurban, Cuma…
Emanet-i mukaddese, eyyam-ı mübareke bizim.
Kutsalsız günlerin çocuklarının ağzındaki masaldır: çağdaş zamanlar, modern mekânlar, mabetsiz şehirler…
Çaldılar Müslüman’ın vaktini, saatini. Gecesini, gündüzünü. Koydular yerine, Frenk zamanını, Frenk gömleği gibi. Yelkovan, artık yabancı vakitleri göstermek için dönüyor. Dili yabandır. Anlattığı hikâyemi oldukça yaman.
Değişti çoğu değerlerimiz, vaktimiz gibi. Bu, her yönüyle yaban görüntüsü ve zamanı içinde kendimizi arıyoruz şimdi.
Aramaya çıkanlar bizi, medeniyetimizi, belki bulabilirler bir süre daha mezar taşlarında bir de devranın yıkımına direnen dînî-tarihî yapılarda.
Biz kaybettik bizi, kendimizi.
Diyorum ki:
Kendimi kendim yitirdim, kendim bulsun kendimi. Kendime kendim lazımsa.
Mübarek/kutlu vakitlerin çocukları uyanın.
Kendi vakitlerinizi kuşanın.
Ramazan geldi bakın.
“Kutlu vakittir.” Titreyip kendinize gelin.
Unuttuk seheri, sahuru, yeğlediğimiz günden beri yaban vakitleri.
Yabancı ve yalancı vakitlerde izzet aradık.
Olmayan bulunmazmış, yazık, pek geç anladık!
Ölmedikse gerçekten, dirilmek vakti şimdi. Bak ezan başladı.
Haydin namaza, haydin felaha, haydin kurtuluşa diyor davet-i ilahi, ezan-ı Muhammedî!
Kalmaz ilahi sadanın çağrısı gizli?
Müslüman vakti, diriliş vakti.
Kur’an-ı Kerim’de üzerine yemin edilen kutlu vakitler bizim.
Leyl ü nehar. Suph u mesâ.
Biz bizim vakitlerimizde var oluruz.
Kıyametimiz bile bizim “büyük gündür”.
Biz vaktin, kutlu vakitlerin çocuklarıyız.
Yaban vakitleri yaşamak zorunda kalan “Müslüman vakti”nde doğmuşlardan biri, bakın nasıl anlatıyor olup biteni. İşte “Müslüman saati” başlığıyla yazdıklarının özeti.
“İstilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu.
“Saat”ten kastımız, bizzat zamandır.
Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi bu hayat üslubuna göre de “saat”lerimiz ve “gün”lerimiz vardı.
Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi.
Yabancı saati alışkanlığından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan, bir gece yarısından diğer bir gece yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik “gün” tanınmazdı.
Işıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı.
Müslüman’ın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; bu saat, hatıraların kutsi saatiydi.
Alafranga saatin âdetlerimiz ve işlerimizde kabulü hayata bakış tarzımız üzerinde korkunç bir tesire sahip olmamış değildir.
Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi.
Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler. Yeni “ölçü” bir zelzele gibi, geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte bir yeni “gün” meydana getirdi.
Bu, Müslüman’ın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve sonu gelmez günüydü.
Unutulan eski saatler içinde eksikliği en çok hasretle hatırlanan saat akşamın on ikisidir. Artık “on iki”, müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenler den çıkıp uçuştuğu o tesirli ve titrek saat değildir.
Yeni saat, Müslüman akşamının hüzünlü ve şaşaalı dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği geçim şekli de bizi fecir âleminden uzak bıraktı.
Fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır.
Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir.
Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da fecir de bitti. Birçoklarımız için fecir, artık gecedir.
Artık geç uyanıyoruz.
Artık fecri, yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık.
Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi.
Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kay bolmuş kimseleriz.” (1)
Yaşamayan bilmez derler. Gözünü yaban vakitlerde açanlar nerden bilecek Müslüman vaktinin kıymetini, nasıl duyacak hasretini?
Ramazan ayının en büyük iyiliği işte bu kaybı, Müslüman vaktini, tüm güzellikleriyle hatırlatması ve güne, gündeme getirmesidir. “Müslüman vaktine hicret”in bereketini göstermesidir.
Hoş geldin on bir ayın iyilik sultanı.
Müslüman vaktini tanıttın, dirilttin içimizde.
Müslüman vaktinin bayramla bittiğini de…
Yaşadığımız sürece bekleyeceğiz her sene hasretle seni.
Beklediğimiz, özlediğimiz gibi “Müslüman vakti”ni.
Ödül Günü: Bayram
Hadisçi Taberânî’nin el-Mu’cemu’l-kebir’inde naklettiği bir rivayette Ramazan Bayramı için “O ödül günüdür. Bugün gökyüzünde de ödül günü (yevmü’l-câize) diye isimlendirilir.” denilmektedir. Bu müjdenin bayram namazından çıkanlara melekler tarafından verildiğine de dikkat çekilmektedir. (2)
Özellikle Ramazan Bayramı’nda, bayram coşkusu ve sevin cinin daha derinden daha yaygın şekilde hissedilip topluca ve toplumca yaşandığı açık bir gerçektir. Bu olgu, Ramazan’da yapılan yoğun kulluk görevlerinin ve iyilik faaliyetlerinin manevi karşılıklarına/ödüllerine kavuşma sevinci ve mutluluğudur. (3)
Dinî bir terim olarak iman ve amel-i salih karşılığı müminlere verilecek ödül (4) anlamındadır.
Hadimü’n-Nebî Enes İbni Mâlik radıye anhu’l-Bârî diyor ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’yi teşrif buyurdukları zaman, Medinelilerin Cahiliye Dönemi’nde oyunlar oynadıkları iki bayramı vardı. Bunu görünce Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah tebâreke ve teâlâ size (bu) iki bayrama karşılık daha hayırlılarını, Ramazan ve Kurban Bayramlarını verdi.” (5)
Müslüman’ın temel vasfı Allah’a kul olmak’tır. İslam, insana Allah’a kul olma yolunda yardımcı olacak bütün tedbirleri getirmiştir. Onun yaratılıştan sahip olduğu özelliklerini dikkate alarak “hidayet”i bulması ve hidayet üzere devam etmesi için en tabii ve fıtri yani insan yaratılışıyla uyumlu ve uygulanabilir tekliflerde bulunmuş ve itidal çizgisinden ayrılmadan onları gerçekleştirmesini istemiştir.
İnsan iki hâlde yani sevinç ve sürur, üzüntü ve keder hâllerinde bu kulluk ve itidal çizgisinden uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Her iki hâlde de kulluk çizgisi’nin kaybolmaması İslam’ın öngördüğü ana hedef olmaktadır.
Hadis-i şerif, İslam’ın gerçekleri asla inkâr etmediğini, ıslaha ihtiyaç duyulan noktalarını ıslah ettiğini göstermektedir. Beşerî ihtiyaçları kulluk çizgisine en uygun şekilde karşılamanın yollarını göstermek İslam’ın temel karakteri olan ıslahatçılığının gereğidir. İslam’ın beşerî konulara yaklaşımı devrimci değil ıslahatçı yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, inkâra değil, onarım ve yönlendirmeye dayanır. Buna eğitici tavrı demek de mümkündür. Esasen Sev gili Peygamberimiz kendisinin lanetçi değil, davetçi ve muallim olduğunu açıkça beyan buyurmuştur. (6)
Bayram namazına -yürümeye gücü yetenler için- yürüyerek gitmek sünnettir. Câbir İbni Abdillah radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Nebiyyi Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazı için namazgâha giderken ve dönerken başka başka yollar seçerdi. (7)
Bayram namazına giderken Allahu ekber diye tekbir getirilir. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den nakledildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bayramlarınızı tekbir getirmek suretiyle şenlendirin, süsleyin!” buyurmuştur. (8) Ayrıca Hz. Peygamber, Ramazan Bayramı’nda namaza çıkmazdan önce mutlaka tek olarak (bir, üç, beş gibi) birkaç hurma yerdi. (9) Kurban Bayram’ında ise namazdan dönmedikçe bir şey yemezdi. Beyhakî’nin rivayetinde kurbanın karaciğerinden yediği bilgisi bulunmaktadır.
Hz. Peygamber, hiçbir istisna yapmadan kadınların da bayram namazına çıkmalarını emretmiştir. Hatta elbisesi olmayan hanımların komşularından emanet elbise alarak gelmelerini tavsiye etmiştir. Dahası, namaza mani özrü bulunan hanımların bile namazgâha çıkmalarını emretmiş ve “Hayr’a ve Müslümanların dualarına iştirak etsinler.” buyurmuştur. (10)
Bayramda silah taşınmaz. “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bayram günü silahla dolaşmayı yasakladı.” (11) Düşman korku su olmadıkça ve dikkatsizlik sebebiyle başkalarına zarar verme ihtimalinden dolayı silah taşınması yasaklanmıştır. Eğer düşman saldırısından endişe ediliyorsa, silah taşınabilir.
Bayramda yeni-temiz elbise giyilir. Abdullah İbni Abbas radıyallâhu anhümâ, “Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bayram günleri kırmızı bir kaftan giyerdi.” demektedir. (12) Bayramlık elbiseler bayram günü sabah namazına giderken giyilir. İbni Ebî Şeybe’nin Musannef’inde [II,163], sahabilerin bayram günü sabah namazını bayramlık elbiseleri ile kıldıkları anlatılmaktadır. Namaza çıkmazdan önce yıkanmanın sünnet olduğuna dair de rivayetler bulunmaktadır. (13)
Bayramda sevinçli görünmek (ızhâr-ı meserret) dinin şeâirinden yani İslam’ın belirleyici özelliklerindendir. Bundan kaçınmak, hele hele bayramı bir takım nefsî isteklerin gerçekleştirilmesi için fırsat olarak kullanmak, deniz sahillerinde, turistik gezilerde geçirmek, toplumdan kopmak bu dînî gereğe riayet etmemek demektir. Bayram, toplumdan kopma, yalnız kalma anlamında tatil değildir. Din kardeşleriyle birlikte sevinme, onlarla bütünleşme fırsatıdır. İçinde masiyet bulunmayan, günaha vesile olmayan oyunlar ve seviyeli eğlenceler ile sevincini ızhar etme günüdür. Def çalarak oynayan iki kızcağızı gören Hz. Ebû Bekir, “Resûlullah’ın evinde şeytan düdüğü, hem de bayram gününde?” diye müdahalede bulunmak isteyince Sevgili Peygamberimiz: “Ey Ebû Bekr, her toplumun bir bayramı, sevinç günü vardır, bu da bizim bayramımızdır (dokunma)!” buyurmuş, meşru eğlencenin Müslümanların da hakkı olduğunu duyurmuştur. (14)
Netice olarak bayram günleri sınırlı, kayıtlı, meseleli, ilkeli kulluk ve toplu sevinç günleridir. Müslümanlar böylesi günlerde de inanç esaslarının gereklerine son derece saygılı davranma sorumluluğundadırlar.
İlahi ikram günü demek olan bayramlarda topluca ve toplumca sevincimizi arttırmak, hadisimizin “daha hayırlı” diye tanıttığı bu güzel günlerimizin hayrından ve iyiliğinden daha büyük ölçüde yararlanmak olacaktır.
“İyilik Ayı Ramazan” tanımı, son tahlilde bayram mutluluğu demektir.
PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN
DİPNOTLAR
- Ahmed Haşim, Gurebâhâne-i Laklakan, haz. Mehmet Kaplan (İstanbul: MEB Devlet Kitapları, 1000 Temel Eser, No: 17, 1969).
- bk. Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II, 201.
- Sözlükte, ücret, mükâfat, ödül, karşılık demek olan ecr, ayrıca çehiz ve mehir anlamında da kullanılır.
- bk. Ankebût, 29/58.
- Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 103,178, 235, 250; Nesâî, Îdeyn, 1. Ayrıca bk. A. Naim, Tecrid Tercemesi, III, 157.
- Müslim, Birr, 87. Ayrıca bk. İbn Mâce, Mukaddime, 17.
- Buhârî, Îdeyn, 24.
- Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II, 197.
- Buhârî, Îdeyn, 4; Mâlik, Muvatta’, Îdeyn, 6.
- bk. Buhârî, Îdeyn, 20; Müslim, Îdeyn, 12.
- Abdürrezzâk, Musannef, III, 289.
- Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, II, 198.
- bk. Abdürrezzâk, Musannef, III, 308-310.
- bk. Müslim, Îdeyn, 16.
Yorumlar
Kalan Karakter: