İYİLİK AYI RAMAZAN
ARINMA MEVSİMİ
Enes bin Mâlik radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre “Resû lullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Her Âdemoğlu/insan çokça hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı/iyisi ise çokça tevbe edenlerdir.” buyurmuştur. (1)
Hadis-i şerif, insan ve hata/günah gerçeğini açık bir üslupla ortaya koymakta; tövbe imkânından yararlanıp hatayı temizleme ve arınma teşvikinde bulunmaktadır. İlgi çekici bir şekilde “hata işlemeyi” yermemekte, tabii kabul etmekte, tövbe etmekle bu durumu hayra vesile kılmanın mümkün olduğunu göstermektedir. İlk on gününün rahmet, ikinci on gününün mağfiret/arınma, son on gününün ise cehennemden kurtuluş vesilesi olduğunu bildiren hadis-i şerif de (2) Ramazan ayının bu noktadaki sunduğu imkânı haber vermekte ve müjdelemektedir.
Bilindiği gibi her ne kadar dünyaya günahsız olarak gelinse de hiç günah işlemeden ve hata etmeden dünyadan ayrılmak mümkün değildir. Çünkü dünya “günahkârların vatanı”dır. Dolayısıyla asıl hüner, işlenen hatayı düzeltmek, suçu bağışlata bilmek, hadis-i şerifteki ifadesiyle hatayı hayra çevirebilmektir.
Hadis-i şerifte, Âdem aleyhisselam’dan başlamak üzere onun soyundan gelen kadınlı erkekli her insanın hayatı boyunca küçük veya büyük hata edip günah işlemekten kendini alamayacağı -tabir caiz ise bir “insanlık macerası ve gerçeği” olarak “küllübni Âdem” (her âdemoğlu/insan) tespitiyle ortaya konulmuştur. Bu durum dilimizde “Beşer şaşar.”; “Kul kusursuz olmaz.” söylemlerinde ifadesini bulmuştur. (3)
Hadis-i şerif birinci cümlesinde tabii ve fakat bunaltıcı bir konuma işaret etmekte, ikinci cümlesinde, hata ve günahın hayra çevrilebileceğini, bunun yolunun da tövbe etmek olduğunu bildirmek suretiyle rahatlatıcı bir kapı aralamaktadır. Bu üslup ve yöntem, İslam’ın imha değil ihya dini olduğu esasının ve nefret ettirme değil, müjdeleme ve kolaylaştırma ilkesinin Nebevi bir örneği olup insanı, daima olumlu bir anlayış ve çizgide hayatını sürdürmeye davet etmek demektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de “Allah, tevbe edenleri, temizlenenleri sever.” (4) buyrulmaktadır.
Tövbe, insanlık gereği işlenen hata ve günahlardan son ne fese kadar temiz bir sayfa açma, hayata hiç günah işlememiş gibi baştan başlama imkân ve ilkesidir. Zira kabul edilen tövbe, öncesindeki hata ve günahları keser atar. Hiç kuşkusuz bu, insan için tam bir “hayır/arınma ve iyileşme” hâlidir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî radıye anhu’l-Bâri vefat etmek üzereyken (5), “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğum ve şimdiye kadar sizden gizlediğim bir hadisi size şimdi haber ve riyorum! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Eğer siz (hiç) günah işlemeyecek olsaydınız (Allah sizi yok eder) günah işleyecek başka bir millet yaratır, (af dilemeleri üzerine de) onları bağışlardı.’ (6) buyurdu.” demiştir.
Ebu Eyyub el-Ensâri’nin bu rivâyetinde ve Enes b. Malik el-Ensâri’den rivayet edilen açıklamaya çalıştığımız hadis-i şerifte, günaha ve günah işlemeye ve hata yapmaya değil, (7) günah işlemiş kimseleri, samimiyetle tövbe edip sonsuz bir ümitle rahmet-i Rahmân’a sığınmaya teşvik vardır. Bu, aynı zamanda karamsarlığa düşmeme ve ilahi rahmetten ümit kesmeme uyarısı demektir.
Unutulmamalıdır ki Allah Teâlâ sonsuz ve sınırsız bir rahmet sahibidir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmış ve aşmıştır. (8) O bağışlamayı sever. Rahmet ve mağfiret gibi ilâhî vasıflar günahkârlar üzerinde tecelli eder. Bunun için kullara düşen, pişmanlık duyup tövbe ederek o affedici ve rahmeti bol Allah’tan bağışlanma dilemektir. Bir hadis-i şerifin sonunda da “Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder.” buyrulmaktadır. (9)
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki Âdemoğlu için önemli ve hayırlı olan davranış, özellikle kendi hata ve günahına hoşgörü göstermemek ve çokça tövbe etmektir. Bir başka ifade ile hatayı hayra çevirmekte gayretli olmaktır.
Tövbe kapısı (arınma imkânları) günahkârlar için ölüm anına kadar açıktır. Mesele kişinin, başkalarının hatalarına bakıp “Benden kötüleri de var.” diye aldatıcı bir teselli duygusuna kapılmadan kendi hatalarının üzerine gidebilmesidir. Zira başkalarının hatalarıyla ilgilenmek, kişiyi kendi arınmasını ihmal etmeye götürür. Bu ise tövbe eden hayırlı kimselerden olma şansını kullanamamaktır.
İnsanoğlu için çokça tövbe edip arınma imkânının bulunduğu zamanların başında Ramazan ayının bulunduğu açıktır. Ramazan’ın sunduğu bu iyileşme imkânından yararlanmak, onun günahkâr Müslümanlara yönelik iyiliklerinin en başında gelmektedir. “Günahından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.” (10) hadisi de arınma mevsimi Ramazan’da hatırlanmayı ve özellikle gereğinin yerine getirilmesini bekleyen bir teşvik ve müjdedir.
MURAKABE YA DA MAİYYETULLAH BİLİNCİ
Ramazan ayının Müslüman’a kazandırdığı iyiliklerin başında mutasavvıfların maiyyetullah diye tanımladıkları, Allah Teâlâ’nın gözetim ve denetiminde olunduğu (murakabe) bilincinin güçlenmesidir.
Esasen diğer zamanlarda da aynı bilinç içinde olmak önemli ve gerekli olmakla beraber gerçek odur ki insan biraz daha serbest ve hatta seküler bir anlayışla zamanını geçirebilmektedir. Dünyaya dalıp Allah’ın unutulduğu anlar olmaktadır. Bu durum aslında insanın kendisini unutması yada kendisine kendisinin unutturulması demektir. Nitekim Yüce Rabbimiz bu duruma müminlere hitaben şöyle dikkat çekmektedir:
“Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır. O kimseler gibi olmayın ki, onlar Allah’ı unutunca Allah da onlara kendilerini unutturmuştur…” (11)
Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için “Nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir. O sizin yaptıklarınızı da görür.” (12) ayet-i kerimesinin telkin ettiği gibi “maiyyet-i ilahi”de olunduğu, Allah’tan ve ilahi denetimden uzaklık anlamında bir özel hayatın bulunmadığı bilincini (murakabe) canlı tutmak esastır.
Bu bilinci en ciddi şekilde ve gün boyunca hissetme şansını oruç ibadeti dolayısıyla yaşadığımız imsak disipliniyle kazanmış oluruz. Allah emrini yerine getirmek için oruçlu olduğumuzu sürekli hatırda tutup daha derin bir sorumluluk, murakabe ve ihsan duyguları içinde yaşarız. “Ben oruçluyum.” düşünce ve ifadesinde kendini gösteren bilinç hâli, birtakım kötü düşünce ve eylemleri önleyip öteler. Hatta bundan da önce, ihsanın tanımında olduğu gibi Allah’ı görüyormuşçasına ya da O’nun bizi mutlaka gördüğü bilinciyle kulluğumuzu sürdürme, günü bu şuur hâlinde geçirme uyanıklığını kazanmamızı sağlar. Bu ise Peygamber Efendimizin; “İmanın en etkilisi, nerede olursan ol, Allah’ın seninle beraber olduğunu bilmendir.” (13) uyarısını yaşamak demektir.
Açık bir gerçektir ki büyük hedefleri, kendi içlerinde kendileriyle barışık insanlar gerçekleştirebilir.
Maiyyetullah (Allah’ın maiyyetinde ve gözetiminde olmak), asıl görevi Allah’a kulluk yapmak olan insanoğlu için hiç kuşkusuz etkili ve sağlam bir irade, disiplin, bilinç ve erdem kaynağıdır.
Müslüman, yalnızca kendi niyet ve davranışlarından sorumludur. O, babadan, atadan kalma bir hata ile suçlanamadığı gibi bir başkası yerine de sorumlu tutulamaz.
“Kimse kimsenin günahını yüklenmez.” (14) “Herkes, işledikleri karşılığında rehinedir.” (15) ayet-i kerimeleri bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Müslüman, sadece kendi yapıp ettiklerinden sorumlu olmakla beraber, sorumsuz davranışları nedeniyle mensup olduğu milletin ve ümmetin sorumsuzluğa kaymasına sebep olması dolayısıyla sosyal bir sorumluluğun da sahibidir. Çünkü Müslüman yaşayışıyla İslam’ı kendi çapında temsil etmekle ve topluma ve ümmete kötü örnek olmamakla yükümlüdür.
Müslüman bireyler gibi Müslüman toplumda sadece kendi durumundan sorumlu olup öteki toplumların sorumluluğunu taşımaz. Öte yandan kendi sorumluluğunu başka toplumlara yükleme imkân ve imtiyazına da sahip değildir:
“Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.” (16)
Derin bir dikkati ve sürekli bir teyakkuz hâlini yani/uyanıklığı zorunlu kılan bu esaslar çerçevesinde şekillenecek günlük hayatın büyük ölçüde güvenli ve düzgün olacağı ise açıktır.
Gerçek bu olmakla beraber ne gariptir ki oluşan ve değişen toplum şartları Müslüman birey ve ailelerde hayata uyma yönünde yeni birtakım eğilimleri tetiklemektedir. Böylece günlerin getirdiklerine gözü kapalı kucak açmak, rıza göstermek ve onları paylaşmak gibi sorumsuz bir gidiş -ne yazık ki- yaygınlık kazanmaktadır.
Aslında Müslümanlar bu eğilime, dış etkenlerden önce, kendi iç dünyaları tarafından itilmektedirler.
Diğer yandan Allah Teâlâ, Muhammed ümmetini “İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; (çünkü) Allah’a inanıyorsunuz” (17) diye “hayırlı ümmet” olarak takdim etmektedir. Bu takdim, “hayırlı” sıfatının devamı için, davranışların ve ilişkilerin temelinde, imana dayalı derin bir sorumluluk duygusunun bulunması gerektiğini bildirmektedir.
“Sorumsuzluk” veya “sorumsuz davranışlarda bulunmak” gerekçeleriyle birtakım mesleki, sosyal, ticari, siyasi ve idari kuruluşların, üyelerini saf dışı ettikleri güncel gerçeklerdendir. Sorumluluk duygusundan ve sorumlu davranışlardan uzak kalınması halinde, nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun büyük bir mahrumiyetin paylaşılması kaçınılmazdır.
Unutulmamalıdır ki dünyada “daru’l-İslam”ın, âhirette “daru’s-selam”ın elde edilmesi, derin bir sorumluluk bilinciyle yaşanacak hayat ve yapılacak olumlu, güzel işler ve iyiliklerle mümkündür.
PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN
DİPNOTLAR
- Tirmizî, Kıyâmet, 49; İbn Mâce, Zühd, 30; Dârimî, Rikâk, 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 198.
- bk. “Peygamber Efendimizin Ramazan Hutbesi”, bu kitap ikinci bölüm.
- Hadis-i şerifteki “her insan” genel ifadesini “peygamberler dışında” diye anlamak uygun olur. Zira peygamberlerin hataları, günah işleme kastı olmaksızın, unutma veya yanılma sonucu meydana gelir ve dolayısıyla “zelle” adı verilir.
- Bakara, 2/222.
- Ravî Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, hadis-i şerifi son ana kadar rivayetten çekinmesi, hadisin taşıdığı müjdenin çok yüksek olması ve “duyanların aşırı bir güvene kapılarak günahlara karşı gerekli titizliği gösteremeyecekleri” (ittikal) endişesinden kaynaklanmıştır. Son anda haber vermesi ise, bilgiyi gizlemiş olma vebalinden (teessüm) kurtulmak içindir.
- Müslim, Tevbe, 9; Tirmizî, Daavât, 98; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 44; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IV, 186; Değişik ravilerden gelen değişik rivâyetler için bk. Hâkim, Müstedrek, IV, 246-247.
- İbn Melek, Mebâriku’l-Ezhâr, II, 59.
- A’râf, 7/156.
- bk. Müslim, Zekât, 116, 117; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 176, 192.
- İbn Mâce, Zühd, 30. el-Elbânî hadis için “hasen” demektedir.
- Haşr, 59/18-19.
- Hadîd, 57/4.
- Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, VIII, 336; Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, I, 60.
- Fâtır, 35/18; Zümer, 39/7.
- Tûr, 52/21; Müddessir, 74/38.
- Bakara, 2/134, 141.
- Âl-i İmrân, 3/110.
Yorumlar
Kalan Karakter: