İYİLİK AYI RAMAZAN
İSLAM KÖPRÜSÜ: ZEKÂT
İslam’ın beş esasından biri olan zekât, nisap miktarı mal veya paranın üzerinden bir yıl geçme şartı dolayısıyla her mükellef için ayrı zamanlı bir vecibe olmasına rağmen, Ramazan’da yapılan ibadet ve iyiliklerin sevabının diğer zamanlardan farklı ve fazla olduğu müjdesi dolayısıyla ülkemizde çoğu mükellef zekâtını özellikle Ramazan ayında vermektedir.
Esasen böylece zekâtını bu ayda veren hem kendisi Ramazan’ın bereketinden yararlanıyor hem de Ramazan’ın iyilik ayı niteliğinin yoğunlaşıp yaygınlaşmasına vesile oluyor.
Biz de bu gerçekliği dikkate alarak “İyilik Ayı Ramazan” çalışmasında zekât’ın İslam’ın ekonomik görünümlü toplumsal iyilik yönünü öne çıkaran bir hadis-i şerifi “Sünnette İyilik” kısmında değerlendirmek istiyoruz.
Tefsir, fıkıh, hadis ve kıraat ilimlerinde yetkin ve künyesiyle meşhur sahabi Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh (v. 32), Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Zekât, İslam’ın köprüsüdür.” (1) buyurdu, demiştir.
Hadis-i şerifteki “kantara” kelimesi, bir yandan öbür yana geçmek için su üzerine kurulan şey diye tarif edilmektedir. Bu demektir ki maddi olsun manevi olsun iki yaka ya da iki ayrı kesim arasında ilgi ve iletişim kurma vasıtası olan her şey “kantara” (köprü) kelimesinin anlamı içindedir. Ayrıca köprü, suda boğulma tehlikesini de önleyen bir araçtır.
Öncelikle mali yönü ağır basan ibadetlerin temsilcisi ve topluca ifadesi olarak zekât, İslam toplumunun farklı kesimleri arasında ekonomik olarak kardeşçe ilişkiler yani iyilik köprüsüdür. Zira ekonomik dengesizliklerin, çarpık gelir dağılımının beşerî duygularda ve dolayısıyla toplumda meydana getireceği bozulma ve kargaşayı ancak zekât ile önlemek, toplumun zengin fakir kesimleri arasında insanca ilişkileri ancak zekât köprüsüyle kurmak mümkün olacaktır. Bu sebeple zekât, gerçekten toplum kesimleri arasında oluşacak kopuklukları giderici ve dengesizliklerin olumsuz etkilerini hafifletici hatta sımsıcak duygu ve ilişkiler hâline dönüştürücü bir etkiye sahiptir.
Öte yandan Müslüman toplumlar içinde zekât vasıtasıyla oluşturulacak huzurlu ve dengeli sosyal dayanışma ve güvenlik ortamı, aynı anda henüz Müslüman olmamış toplumlara yönelik bir İslam ol çağrısı, bir İslam köprüsüdür.
Nitekim bu konuya, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, hicri dokuzuncu yılda Muaz b. Cebel radıyallahu anh’ı (v. 18) Yemen’e gönderirken verdiği talimat açıkça delalet etmektedir. Zira Peygamber Efendimiz, Muaz’a, oradaki insanları önce imana sonra beş vakit namazı kılmaya sonra da zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacak olan zekâtı vermeye davet etmesini emretmiştir. (2) Yani İslam’a daveti, kelime-i şehadet, namaz ve zekât’tan meydana gelen üç asli unsura dayandırmıştır.
Zekât vermek, zenginin cimrilik, pintilik ve tamahkârlık duygularını giderir, böylece gönlünü arındırır. Malı da fakirin hakkından temizler. Nitekim bir ayet-i kerimede bu durum şöyle belirlenmiştir: “Servet sahip lerinin mallarından zekât al. Zekât, onların mallarını temizler ve vicdanlarını arıtır.” (3)
Diğer taraftan fakiri de hakkını almış olmanın vicdan rahatlığı içinde hem zengin karşısında ezilmekten hem de servet sahiplerine karşı kıskançlık ve kötü duygular beslemekten kurtarır. “Veren el”in “alan el”den üstünlüğü tartışılmaz bir gerçek tir. (4) Ancak zekât, “veren el”e, borcunu verdiğini; “alan el”e de hakkını aldığını bildirmek suretiyle her ikisinin de duygu ve davranış olarak Müslümana yaraşır bir seviye ve olgunluğa sahip olmalarını telkin etmektedir. İşte bu da toplumun iki ayrı kesimi zenginler ve fakirler arasına atılmış İslam köprüsü olmaktadır. Her iki taraftan öbür tarafa geçecek olanları, İslam zemininde tutacak ve kurtaracak bir köprü.
Diğer taraftan Peygamber Efendimiz bir başka hadis-i şeriflerinde, suyun ateşi söndürdüğü gibi (zekât ve) sadakanın, hatalardan oluşan vicdan azabını söndüreceğini, insanların duygular dünyasında sulh ve sükûnu sağlayacağını bildirmiştir. Kusurunu anlayıp ondan tövbe eden kimsenin kavuşacağı psikolojik rahat lığın aynısı, zekâtı verilen servet sahibi için de geçerlidir. Servette tövbe, ondaki başkalarına ait hakkın ödenmesi suretiyle yerine getirilebilecektir.
Unutulmamalıdır ki artan malda sevindirilen fakir gönüllerin katkısı, eksilen malda aç gözlerin eritici tesiri bulunmaktadır. Zekâtın malı asla eksiltmeyeceği, aksine hiç beklenmedik yollardan arttıracağı konusundaki tespit ve telkinlerin temelinde hem sevindirilen gönüllerin dua bereketi hem toplum kesimleri arasında kurulmuş sıcak insani duygu ve ekonomik dayanışma ve iyilik köprüleri ve hem de ilahi teminat yatmaktadır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Başkaları için ne harcarsanız Allah onun yerine yenisini verir.” (5)
Zekât, görüntüde %2,5 oranında bir eksilme ise de yukarıda işaret ettiğimiz gerçeklere ve delillere göre gerçekte bir eksilme değil, artmadır. Asıl eksilme, böyle bir duygusal ve mali temizliğe yaklaşmamaktadır. Nitekim bir ayet-i kerimede bu duruma şöylece işaret buyurulmaktadır:
“Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimette cimrilik gösterenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu onlar için kötüdür. Cimrilik ettikleri mal kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (6)
Ayrıca dikkatle üzerinde durulması gerekli bir önemli nokta da duygulardaki çarpıklık, çevreye ve propagandalara fazla itibar etme sonucu zekât, hayr ve hasenat konularında çok hesabi ve cimri davranan ve fakat keyfî harcamalara gelince sınır tanıma yan, moda ve lüks uğruna israfı âdeta bir hayat tarzı olarak be nimsemiş bulunanların durumudur. Bu tür davranışlar, bir Allah dostunun tespiti ile işin bir başka yönünü düşündürmektedir. Bişr el-Hafî diyor ki, “Helal, israfı taşımaz.” (7) Bu demektir ki israfın olduğu yerde, bir gayr-i meşruluk kuşkusu söz konu sudur. O hâlde servette tövbenin bir başka boyutu da burada ortaya çıkmaktadır.
Tarihen sabit bir gerçektir ki İslam’da ilk kez görülen dinden dönme (irtidad) olaylarında söz konusu olan ana meselelerden biri zekâttı. Mürtedlerin bir kısmı, “Namazı kılarız, ama zekâtı vermeyiz, biz onu Peygamber’e, duasının bizim için bereket vesilesi olduğu için veriyorduk. Halifesinin böyle bir vasfı olmadığına göre biz de zekât vermeyiz.” diyorlardı. Halife Hz. Ebû Bekr, “Namaz ile zekâtın arasını ayırmak isteyenlerle mutlaka savaşırım. Her ikisi de İslam’ın hakkıdır. Hz. Peygamber’e zekât olarak verdikleri bir keçi yavrusunu bile vermemek isteyenlere karşı savaş açar ve onu onlardan alırım.” diyerek kararlılıkla bu ilk irtica ve irtidad hareketini bastırmıştır. O mürtedlerin İslam ile alakaları, zekât vermeyi kabul etmeleriyle tekrar kuruldu. Böylece zekât, onlar için de tam bir İslam köprüsü oldu.
Zekât ve ona bağlı diğer maddi yardımlarla toplumlar ve toplum kesimleri arasına inşa edilecek İslam köprüleri, topyekûn kurtuluşumuzun vesilelerini oluşturacaktır. Bugün bu anlamda kurulamamış olan İslam köprülerinin küresel çaptaki sıkıntılarını İslam ümmeti olarak hep beraber çekmekteyiz. Dünyanın dört bir yanında kıyılan ve ezilen Müslümanlara ulaşamamak, onları eldeki imkânlardan dostça, kardeşçe ve yeterince yararlandıramamak az ızdırap, küçük sorumluluk mudur? Dünya çapında iş yapayım diyenlerin dünya çapındaki görevlerini de hatırlamaları gerekmektedir. İslam dünyasının kendi içinde zekât ile kuracağı İslam köprüleri, her şeyden önce bu ümmeti dünyada çekmekte olduğu ekonomik sıkıntılardan kurtaracaktır.
İslam ve iman, dinin temeli, namaz direği, zekât köprüsü ve cihad zirvesidir. Bu unsurlardan herhangi birinin yokluğu, gönüllerde ve tabii dolayısıyla dünyada huzur bırakmaz. Âhirette de ağır sorumluluklara vesile olur. O hâlde sağlam bir dinî kişilik ve kimlik kazanmak, helal ve haklardan arınmış bir servete sahip olmak için ele geçen Ramazan gibi ortam ve fırsatları bu istikamette akıllıca değerlendirmeye bakmak gerekmektedir.
PROF. DR. İsmail Lütfi ÇAKAN
DİPNOTLAR
- Heysemî, Mecmeu’z-zevâid, III, 62. Hadisçi et-Taberânî’ nin (v. 360/971) el-Mu’cemü’l-kebîr ve el-Mu’cemü’l-evsat’ında yer alan hadisimiz, güve nilirlikleri kabul edilmiş râviler tarafından rivâyet edilmiştir. Yalnızca Bakıyye’nin “güvenilir” olmasına rağmen bazen “tedlis” yaptığına işaret edilmiştir.
- bk. Buhârî, Zekât, 1; Ebû Dâvûd, Zekât, 5; Nesâî, Zekât, 46; İbn Mâce, Zekât, 1.
- Tevbe, 9/l03.
- bk. Buhârî, Vasâyâ, 9; Rikâk, 11, Zekât, 18, Nefakât, 2; Müslim, Zekât, 94-97, 106, Ebû Dâvûd, Zekât, 28; Tirmizî, Zekât, 38, Zühd, 32; Mâlik, Muvatta’, Sadaka, 8; Nesâî, Zekât, 52; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 67.
- Sebe’, 34/39.
- Âl-i İmrân, 3/180.
- bk. Kuşeyrî Risâlesi (Trc. S. Uludağ), 121.
Yorumlar
Kalan Karakter: