İYİLİK AYI RAMAZAN
RAMAZAN’IN GETİRDİKLERİ
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin, ikinci bölümde metin ve açıklamasını verdiğimiz Ramazan Hutbesi’ndeki ifadesiyle “şehru’l-müvâsât = yardımlaşma/iyilik, hayır ve dostluk” ayı demek olan Ramazan-ı şerif’in gelişiyle birlikte günlük hayatımızda görünürlük kazanan bazı güzellikleri ve zenginlikleri şöyle bir arada kısa kısa hatırlamak, ne denli bir devletli ve kıymetli misafirle karşı karşıya olduğumuzu anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu, aynı zamanda “Müslüman vakti”nin güzellik ve zenginliğinin ayırdına varmayı beraberinde getirecektir.
Oruç/Savm/Sıyam: İslam’ın beş temel esasından biri ve Yüce Rabbimizin, “Benim rızam içindir.” diye özelleştirip, “Ecrini de ben vereceğim.” diye müjdelediği, bir ay süre ile sahur vaktinden (tulu-ı fecr) gün batımı (gurub-ı şems) akşam ezanına kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak, bir başka ifade ile eline, beline, diline ve gönlüne sahip olmak (imsak) demektir.
Sahur: Oruç ibadetinin, imsak eğitiminin başlangıç vakti, Ramazan gecelerinin bereket saatidir.
İmsak: Ramazan günlerinin terk nitelikli dinî disiplin eylemi.
İftar: İmsakın bitimi ve oruç açma.
Kaza: Meşru bir sebeple oruç tutamadığı güne karşılık oruç tutma zorunluluğu.
Keffaret: Niyet edilip başlanmış farz orucun bilerek ve isteyerek iftar vaktinden önce bozulması, imsak disiplinine aykırı davranılması sonucu telafi maksatlı tutulan oruç ya da ödenen para/bedel.
Fidye: Yaşlılık, yolculuk, kronik/müzmin hastalık, hamilelik ve lohusalık gibi oruç tutması sağlık açısından sakıncalı durumda olup oruç tutmak suretiyle bu görevini hayat boyu yerine getiremeyecek olanlara tanınan her oruç için bir fakirin bir günlük yiyecek ihtiyacını karşılama imkân ve yükümlülüğü.
Teravih: Ramazan gecelerine özgü namaz.
Mukabele: Ramazan ayında her gün bir cüz olmak üzere Kur’an-ı Kerim’i baştan sona dinleyiciler huzurunda ezbere veya yüzünden okuyup bitirmek.
Hatimle Teravih: Teravih namazını her rekâtta bir sayfa Kur’an okumak suretiyle kıldırmak. Böylece her akşam bir cüz olmak üzere Ramazan ayı boyunca namazda Kur’an-ı Kerim baştan sona okunmuş (hatmedilmiş) olmaktadır.
İtikâf: Ramazan ayının son on gününde erkeklerin camiler de, kadınların evlerinin bir köşesinde tabii ihtiyaçlarını karşılamak dışında, dışarı çıkmadan gece gündüz vakitlerini ibadetle, zikirle ve tefekkürle geçirmeleri.
Zekât: İslam’ın beş esasından biri olup koşullarını taşıyan zengin Müslümanların nakdî veya ayni olarak belirli miktarlarda yapmaları gerekli ödeme. Zekât, senenin her zamanında verilebilir olmasına rağmen ülkemizde genellikle Ramazan’da verilmektedir.
Sadaka: Birey veya yardım kuruluşlarına zekât dışında yapılan nakdî veya ayni yardım/bağış.
Fitre (Fıtır Sadakası): Borç ve asli ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı maddi imkâna sahip olan bireylerin, Ramazan Bayramı namazından önce belli miktarda buğday, arpa, kuru üzüm, hurma yahut bunların karşılığı olarak fakir fukaraya vermeleri gereken para.
Kadir Gecesi: Kur’an-ı Kerim’in indirildiği, “bin aydan daha hayırlı” ve “Ramazan’ın son on günündeki tek gecelerden biri” olarak açıklanmış ve hakkında “Kadir Sûresi” inzal buyrulmuş olan mübarek gece.
Bayram: Ramazan ayının bitiminde Şevval ayının birinci günü başlayan ve bu ilk günü oruç tutmanın haram olduğu üç gün süren sevinç ve mutluluk günleri.
Mahya: Özellikle büyük şehirlerde selatin camilerin minareleri arasına asılan Ramazan’ı karşılama ve uğurlama amaçlı ayet ve hadislerden veya güzel sözlerden seçilmiş ışıklı yazılar.
Ramazan Pidesi: Ülkemizde Ramazan günlerine mahsus olarak üretilen özellikli ekmek çeşidi.
Hurma: İslam ülkelerinde özellikle iftar etmek için bulun durulan tatlı meyve.
İmsakiye: Ramazan gün ve gecelerinin oruç ibadeti açısından önemli saatlerini imsak, iftar ve namaz vakitlerini gösteren bir aylık özel liste.
Ramazan Davulu: Müslümanları sahura kaldırmak maksadıyla Ramazan ayı boyunca geceleri Müslüman mahallerinde çalınan davul.
Ramazan/İftar Çadırı: Son yıllarda özellikle büyük şehirlerin belli merkezlerinde iftar vaktinde evlerine yetişemeyenlerin ve fakir fukaranın iftar etmesi için yerel yönetimlerce kurulan yemek çadırları.
Ramazan Programları: Ramazan ayı boyunca yazılı ve görüntülü medyada düzenlenip sunulan dinî içerikli programlar.
Mübarek Ramazan ayı ile gündemimize giren bu maddi manevi içeriğe sahip olgular, iyilik ve bereket açısından farklı bir iklimin görüntü ve göstergeleri olarak Ramazan ayı hakkında yapılan olumlu değerlendirmelerin ne kadar haklı olduğunu gösterir. Bir başka ifade ile Ramazan’ın, yani “Müslüman vakti”nin zenginliğini gösteren delillerdir. Böylesi bir bereket ve zenginliğin farkında olmak ise hiç kuşkusuz çok büyük bir bahtiyarlıktır.
Sevgili geldiği zaman uyanık olana ne mutlu!
RAMAZAN’IN KAZANDIRDIKLARI
“İyilik Ayı Ramazan” nitelemesi hiç kuşkusuz sadece bu ayda yapılması gereken iyilikleri değil, aynı zamanda Ramazan’da kazanılan iyilik ve güzellikleri de ifade etmektedir. Dolayısıyla biz de bu bölümde Ramazan’ın gönül ve amel dünyamıza yansıyan bereket ve iyiliklerinden söz etmek istiyoruz.
DURUM TESPİTİ VE MUHASEBESİ
İnsan olarak düşünce ve davranışlarımız “doğru-yanlış”, “hata-sevap” değerlendirmelerine tâbidir. Bu iki kutuplu çerçeve, aslında insanoğlunu ister istemez uyanık olmaya zorlamaktadır. Buna rağmen, bilinen ve yaşanan bir gerçek vardır ki o da ha yatın doğru ve yanlışlardan oluştuğudur.
Günahın, hatanın, yanlışın ve anormalin işlenip normal görülmesinde her zaman öne çıkmasa da aslında onu önemsiz, küçük, basit görme yanılgısı yatmaktadır. Hatayı önemsememek ya aynı hatanın tekrarına ya da yeni hataların işlenmesine zemin hazırlar. Bu yanıltıcı psikoloji giderek çok daha büyük yanlışların yapılmasına sebep olur. Bu konuda bireyler ve toplumlar aynıdır. Hatasını küçük gören, önemsemeyen birey ve toplum zamanla hatalar yığını altında kalmaktan, hatta bazen hataları doğru sanmak ve saymaktan kurtulamaz.
Ramazan ayı gibi büyük ölçüde toplumu olumlu yönde etkileyen zaman dilimlerinde yaygınlık ve yoğunluk kazanan dinî havanın tesiriyle daha doğru ve tarafsız değerlendirme ve denetim yapma imkânı yakalanmış olur. Af ve bağışlanma ümidi artar. Böylesi ortam ve fırsatlarda herkesin kendisini, geçmişini derin ve etkin bir denetimden geçirmesi gerek duygu ve düşünce gerekse davranış olarak yapıp ettiklerine iyice dikkat etmesi, özeleştiri yapması öncelikli görev hâline gelir. Bu sebeple gelin isterseniz, hata ve günahlarımıza nasıl baktığımız, daha doğrusu onlara yaklaşımımızın nasıl olması gerektiği üzerinde bir durum tespiti ya da muhasebe yapalım.
İçimizde “Benim böyle bir derdim yok.” diyebilecek bir kim senin olacağını düşünemiyorum. Farz-ı muhal böyle biri varsa onun en büyük derdi, kusursuz olduğunu sanması ve buna inanmasıdır. Çünkü kul, kusursuz olmaz. Olursa, kul olmaz.
Öte yandan yaratılışın sebebi, Yüce Rabbimizin bildirdiğine göre biz insanları cezalandırmak değil, hangimizin daha güzel işler yaptığını/ameller işlediğini denemektir. (1) Böyle olunca, güzel amelleri ve iyilikleri çoğaltmak, hataları ve yanlışları azaltmak için sorumluluk duygusuna ve bilinçli bir gayrete ihtiyaç var demektir. Bunun için de önce sağlam ve doğru ölçülere sahip olmak sonra da tam anlamıyla uyanık olmak lazımdır.
İnsanların tabiatı ve dolayısıyla olaylara bakışı da az çok farklıdır. Kimileri küçük şeyleri büyütme kimileri de ağır ve büyük şeyleri küçük ve önemsiz görme eğilimindedir. Oysa her iki yaklaşım da hem sahibini ve hem de onu görenleri yanıltabilir. Her şeyi yerli yerine koyup değerlendirebilmek ise tam anlamıyla adil davranmak, olması gerekeni, gerektiği şekilde yapmak demektir.
Bir de aslında “büyük” olmasına rağmen, zamanla insanlar tarafından önemsenmeyen, “küçük” görülen bazı fiiller olabilir. Bu durum “Onu önemsiz bir iş sanıyorsunuz. Oysa o, Allah katında büyük (bir günah)tır…” (2) diye açıklanmış bir gerçektir.
Diğer taraftan toplumsal bir gerçek de şudur: Bazı şeyleri özellikle de hata, günah ve yanlışları önemsememe veya küçük görmekte, o tür işlerin toplumda yaygınlaşmış olmasının payı büyüktür. “Herkes böyle, toplum böyle, el ile gelen düğün bayram…” gibi yanıltıcı yargılar, kötülük ve kötülerin toplumda gerçekten yaygınlaşma ve benimsenme şansını arttırmaktadır. Yaygınlık ya da çoğunluğun şöyle veya böyle olması, aslında hiçbir yanlışı yanlış, hiçbir hata ve günahı da hata ve günah olmaktan çıkarmaz. Yani bu konularda çoğunluk ve yaygınlık mazeret olmaz. Tahfif sebebi de sayılmaz. “Çoğunluğa uydum.” demek, kimseyi sorumluluktan kurtaramaz.
Farklı İki Yaklaşım
Büyük sahabi Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh’ten mevkuf olarak nakledilen bir rivayette, kişilerin kendi günahlarına karşı farklı iki yaklaşım içinde olduklarına dikkat çekilmektedir:
“Mümin, günahlarını içinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da dağ üzerine çökecekmiş gibi görür. Günaha düşkün (fâcir) kişi ise, günahlarını, burnunun üstüne konan (hemen uçuverecek) bir sinek gibi görür.” (3)
Mümin ve fâcir/günah düşkünü kişilerin gözünde ve psikolojisinde günahın yeri böyle olunca, yeni günahlara dalma ve kaçınma tavırları da bu anlayışlarına göre farklı biçimde şekillenecektir. Toplum boyutunda böyle bir farklılığı, büyük sahabi Hâdimü’n-Nebi Enes İbni Mâlik radıyallahu anh, tâbiîlerden bir gruba yaptığı uyarıda açıkça dile getirmektedir:
“Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz birtakım işler yapıyorsunuz ki, biz onları, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında helâk edici büyük günahlardan sayardık.” (4)
Enes İbni Mâlik hazretlerinin kanaatine göre Resûlullah za manında sahabiler tarafından helak vesilesi kabul edilen bazı işler tâbiîn neslinden kimilerinin gözünde pek küçük görülüyordu. Bu ilk iki nesil arasında bile bazı konularda bu derece yaklaşım ve değerlendirme farkı bulunmaktaydı.
Hadis ilmi usulü açısından, bir konuda “Resûlullah zamanında” kaydı konulursa bu, Hz. Peygamber’in de o bildirilen görüşte olduğu anlamına gelir. Enes b. Mâlik hazretlerinin “Biz sahabiler helak edici büyük hata sayardık.” beyanı, Hz. Peygamber’in de aynı kabul ve tavır içinde olduğunu gösterir. Nitekim Hz. Peygamber’in konuya ait başka uyarıları da bulunmaktadır. Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Günahları küçümsemekten sakının! Küçümsenen günahlar, vadinin ortasına konaklamış bir topluluğun durumuna benzer ki o topluluktan her kişi, küçük birer çalı-çırpı getirir. Neticede bu getirilen çalılar, o topluluğun ihtiyacı olan yiyeceklerin pişirilmesine yetecek bir yığın oluşturur. Günahları küçümsemek, sorumlu tutulması halinde sahibini helak eder.” (5)
Yukarıdan beri söylediklerimizi özetleyecek olursak:
Günahları küçümsemenin temelinde, Allah korku ve saygısının azlığı yatmaktadır. O hâlde hatayı küçümsemek kendi kendini aldatmak demektir. Zira zamanla altından kalkılamayacak bir günah ve hata yığını ile karşı karşıya kalınabilir.
Kemal ve kurtuluş, -küçük de olsa- hatayı büyük görüp affettirmek için; iyiliği –büyük de olsa- küçük görüp arttırmak için çalışmakla elde edilir.
Ashab-ı kiram, Allah’a karşı duydukları derin saygıdan dolayı, küçük büyük hata ve günahlardan uzak kalmaya gayret ederlerdi. Çünkü onlar hatanın küçüklüğünü değil, emrine karşı gelinen Allah’ın büyüklüğünü dikkate alırlardı. Biz müminler için de böyle düşünüp mümkün olduğunca aynı şekilde davranmak en uygun hareket tarzı olacaktır.
PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN
DİPNOTLAR
- bk. Mülk, 67/2.
- Nûr, 24/15.
- bk. Buhârî, Daavât, 4.
- Buhârî, Rikâk, 32.
- Ahmed b Hanbel, Müsned, V, 331.
Yorumlar
Kalan Karakter: