İYİLİK AYI RAMAZAN
ARŞ’IN GÖLGESİNDE GÖLGELENECEK
YEDİ SINIF İNSAN
1.Bölüm
Ramazan ayı, insanın olumsuz yanlarını törpüleyip ideal bir Müslüman hâline gelmesini sağlayan bir özelliğe sahiptir, demiştik önceki yazılarımızda. Bunun için derin bir tefekkür moduna girip, kendimizi terazinin bir kefesine, Kur’an ve hadislerde övülen insan tiplerini bir kefesine koyarak tartmalıyız. O tür bir insan tipine ne kadar yakınız ya da uzağız, bunu ölçmeye çalışmalıyız.
Allah Resûlü (s.a.s.) her müslümanın gıpta etmesi ve onlardan biri olmak amacıyla gayret etmesi için şöyle bir hadis irad buyurmuştur: “Yedi sınıf insan vardır ki, Allah Teala onları hiçbir gölge bulunmayan günde Arş’ın gölgesinde gölgelendirecektir:
1. Adaletli devlet başkanı,
2. Allah’a ibadetle büyüyen genç,
3. Kalbi mescitlere bağlı kimse,
4. Allah için birbirini seven ve bu uğurda birleşip bu
sevgi ile ayrılan iki kişi,
5. Tenha yerde Allah’ı zikrederek gözleri yaşaran kimse,
6. Mevkî sahibi güzel bir kadın tarafından zina için çağırıldı-
ğı zaman “ben Allah’tan korkarım” cevabı ile bundan uzak
duran kimse,
7. Sağ elinin verdiği sadakayı sol eli fark etmeyecek surette
gizli sadaka veren kimse.”1
Hadis-i şerifte örnek gösterilen insan tiplerinin her biri toplumun sağlam bir şekilde ayakta kalabilmesi için olması gereken özellikler taşımaktadır. Adalet zaten mülkün temelidir ve olmadığı yerde zulüm vardır. Her şeyi layık olduğu yere koymak, doğru hüküm vermek; haksızlıktan ve taraflı davranmaktan sakınmaktır. Adaletin egemen olduğu yerde huzurvardır, güzellik vardır. Bir de bu devlet başkanı gibi sorumluluk sıralamasında ilk sırada olan bir insan için söz konusuysa
önemi daha da artmaktadır.
Tarihe baktığımızda adaletiyle meşhur olmuş devlet idarecileri hâlâ hayırla yâd edilmekte, onun döneminde yaşayan insanların ne kadar şanslı oldukları dile getirilmektedir. Başta Allah Resûlü (s.a.s.) olmak üzere Hulefâ-i Raşidin ve daha sonraki halifelerden bazıları. Bunlar arasından Hz. Ömer’in isminin başına “âdil” sıfatı getirilerek âdeta onunla özdeşleştirilmiştir. Devlet işlerinde devletin mumunu, kendi özel işlerinde kendi mumunu yakacak kadar ince düşünüp, emri altında bu-lunanların haklarını korumak için titreyen Ömer “âdil” sıfatını öyle hak etmişti ki, tarihe altın harf-lerle yazılsa yeriydi. Halkının nasıl yaşadığını, aç mı, açıkta mı, yiyeceği giyeceği var mı yok mu araştırmak için çıktığı anlardan birisinde açlıktan ağlayan çocuklarını susturmak için tencerenin içinde taş karıştıran kadını görüp koşarak şehre gidip yiyecek alıp un çuvalını sırtlayarak kadına getiren, yemek pişirip çocukların yediğini ve doyduğunu gördükten sonra görevine dönen Ömeru’l-Âdil Müslümanlar için, hayır sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için ne büyük bir örnektir. İslam öncesi zalimliği ile meşhur olmuş Ömer Müslüman olduktan sonra Allah Resûlü’nün rahle-i tedrisinde nasıl da yetişmiş ve adaletiyle, fârukluğu (hakkı batıldan ayıran) ile meşhur olmuştu. İşte onun gibi adaletli devlet başkanları ve idareciler Arş’ın gölgesinde gölgeleneceklerdir. Bize düşen bu gibi örnek şahsiyetlerimizi kitaplar, çizgi filmler, dizi ve sinema filmleriyle çocuklarımıza
anlatmak, tanıtmak, değer yargılarının oluşmasında onların üstün vasıflarından faydalanmaktır. Arş’ın gölgesinde gölgelenecek diğer insan tiplerini açıklamaya ileriki yazılarımızda devam edeceğiz inşallah.
Yedi Sınıf İnsanın İkincisi
Allah’a ibadetle büyüyen genç: Bir önceki yazımız-da mahşerde hiçbir gölgenin bulunmadığı zaman Allah’ın, Arş’ın gölgesi altında gölgelendireceği yedi sınıf insanı ve bunlardan birinci sırada olan adaletli devlet başkanını ele almıştık. Bu yazımızda ikinci sırada yer alan “Allah’a ibadetle büyüyen genç” konusu ile ilgili değerlendirmelerde bulunacağız.
Günümüzde gençlerin Allah’a ibadeti, hayatının bir parçası olarak görüp yaşamasına vesile olacak böyle bir büyüme şekline ne kadar da muhtacız. Zor işler başarıldığı takdirde mükâfatları da büyük olmaktadır. Hadis-i şerifteki müjdenin büyüklüğü de buradan kaynaklanmaktadır. Böyle bir
büyüme şeklinin zorluğunu ortadan kaldırmanın sırrı Allah Resûlü’nün vermiş olduğu çocuk eğitimi metotlarında gizlidir. En önemli metotlardan biri “Öğretiniz, kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, sevdi-riniz, nefret ettirmeyiniz.” hadisinde dile getirilmiştir. Yine çocuklara yedi yaşına kadar namazın öğretilmesi ve on yaşından itibaren de kılmaları için çaba sarf edilmesi gerektiği Allah Resûlü tarafından vurgulanmaktadır.
Ancak bütün bunlardan önemlisi eğer çocuğumuzun ibadetle büyüyen bir genç olmasını istiyorsak, onun karşısında ibadeti hayatının bir parçası hâline getirmiş anne, baba, abi, abla vs. olmalıyız. Bu sebeple “terbiyede ya da iletişimde temsil mi önce gelir takdim mi?” sorusunun cevabı bence “temsil”dir. Öyle güzel yaşamalı ki çocuk, büyüklerinin namaz kıldıklarını, oruç tuttuklarını, yalandan dolandan uzak dürüst bir çizgide bulunduklarını göre göre büyümeli. Okula
gidinceye kadar çocuğun gözünde dünyanın en iyi, en güzel, en ideal insanları anne-babasıdır. Okula gittikten sonra anne-babanın yerini öğretmen alır. Öyleyse anne-baba ve öğretmenlerin mesuliyetleri son derece ağır ve önemlidir.
Değer yargılarımız gittikçe aşınmakta, bize ait olmayan değerler gün geçtikçe en mahre-mimiz olan ailemizde dahi yayılma istidadı göstermektedir. Dolayısıyla topluma yansımaktadır. Batının şiddete, ateşe, vurmaya, kırmaya, öldürmeye dayalı çizgi filmleri çocuklarımızın körpecik beyinlerini sürekli tahrip etmekte, muhteşem medeniyetimizin ulvi değerlerine yabancılaştırmak-tadır. Bunların yerine ahlakı, merhameti, sevgiyi, cömertliği, barışı, kardeşliği, tevazuyu, hoşgö-rüyü, inceliği, nezaketi, yumuşak huyluluğu, ibadetle geçen hayatı, özetle değerlerimize ait tüm erdemleri anlatan çizgi filmler ve dizi filmler yapmalıyız. Başta Peygamberimiz olmak üzere diğer peygamberlerden, âlimlerden, âriflerden, Allah dostlarından medeniyetimizde iz bırakmış olan büyük insanlarımızın hayatlarını yazılı ve görsel basın yoluyla onlara tanıtmalıyız.
İyi ve güzel temsilin insan hayatında ne kadar etkili olduğunu asla unutmamak gerekir. On kere anlatmaktan, bir kere iyi temsil daha etkilidir. Güzellikleri hayatının bir parçası hâline getirmiş bir kimsenin yürü-yüşü bile tebliğdir. Eğer çocuklarımızın “Allah’a ibadetle büyüyen gençler” olmasını istiyorsak önce kendi yaşantımıza çekidüzen vermeli ve sonra da diğer tedbirleri almalıyız. Esasında Sezai Karakoç “Ey Müslüman! İslam’ı öyle yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.” sözüyle bir mütefekkir olarak söylenilmesi gerekenin en güzelini söylemiştir.
Yedi Sınıf İnsanın Üçüncüsü
Kalbi mescitlere bağlı kimse: Allah Resûlü (s.a.s.), hiçbir gölge bulunmayan günde Allah’ın, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği yedi sınıf insandan üçüncüsünün kalbi mescitlere bağlı kimseler olduğunu belirtmektedir.
Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi büyük amellerin mükâfatları da büyük ol-maktadır. Kalplerin mescitlere, camilere bağlı olması da en büyük amellerden sayılır. Mescitler, camiler, Allah’a secde edilen yerlerdir ve Allah’a secde hâli insanın ibadet olarak ulaşabileceği son noktadır. Böyle bir ibadetin yapıldığı yere kalbin bağlılığı insan için muazzam bir derecedir. Ama müjde büyük olduğu için bağlılık da öylesine değil, ezanı her duyuşunda imkânı varsa oraya koşmak, imkânı yoksa da kendisini orada hissetmek şeklinde bir bağlılık şeklinde olmalıdır. Allah Teala’nın (cc) “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”2 ayeti, bu hususu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Mescitlerin mamur edilmesi, binasını yapmak, ihtiyaçlarını temin etmekle olduğu gibi esas itibariyle namaza mes-
citlerde devam etmek anlamına gelmektedir. Ebu Said’den (r.a.) rivayete göre, Resulullah (s.a.s.), “Bir adamın mescitlere devam ettiğini görürseniz, onun imanına şahitlik edin.”3 demiştir.
Mescitlere kalbin bağlılığı ne kadar büyük bir müjdeyi beraberinde getiriyorsa, tam tersine mescitlere uzak olup düşmanlık yapanlar da çok büyük azapla tehdit edilmektedir: “Allah’ın mes-citlerinin içlerinde O’nun adının anılmasını men eden ve onların (mescitlerin) harap olmasına çalışan kimseden daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmele-
ri gerekir (başka türlü girmeye hakları yoktur). Onlara dünyada rezillik, ahirette de pek büyük bir azap vardır.”4 ayeti de bunu açıkça vurgulamaktadır.
Mescitler, camiler, İslam’ın alamet-i farikaları olan muazzam sembolleridir. 24 saat içe-risinde Allah ve Resûlü’nün isimlerinin ezanla göklere yükseldiği yerlerdir mescitler. Akif’in,
“Ruhumun senden İlahî şudur ancak emeli:
Değmesin ma’bedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.” mısralarında
dile getirdiği gibi sadece yurdumuzda değil, dünyanın her yerinde mevcut mescitler sayesinde bu muhteşem olay gerçekleşmektedir.
Mescitlere bağlılık, beraberinde cemaatle namazı da getirmektedir. Müslümanlar mescitlerden uzak kalmasınlar diye Allah Resûlü (s.a.s.) cemaatle kılınan namazın ferdî kılınan
namazdan 27 kat daha sevap olduğunu belirtmiştir. “Her kim, güzel bir şekilde abdest alır, sonra da bu mescitlerden birisine giderse, attığı her adım için, Allah ona bir sevap yazar, derecesini bir kat yükseltir ve bir günahını da siler.” diyerek kalbin mescitlere nasıl bağlanabileceğinin yolunu gös-termiştir. Esasında Ramazan ayı bunun için bir fırsattır. Beş vakit namaz ve Cuma namazı dışında teravih, mukabele ve yapabilecek durumda olan Müslümanlar için i’tikâf yoluyla bağlılığı takviye etmek mümkündür. O gün Arş’ın gölgesinde gölgelenenlerden olmamız duasıyla.
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-I
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1 Buhari, Zekât, 16, Müslim, Zekât, 3
2 Tevbe, 9/18
3 İbn Mace, Mesacid, 19
4 Bakara, 2/114
Yorumlar
Kalan Karakter: