İYİLİK AYI RAMAZAN
ARŞ’IN GÖLGESİNDE GÖLGELENECEK
YEDİ SINIF İNSAN
2.Bölüm
Yedi Sınıf İnsanın Dördüncüsü
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları ve ayrılmaları Allah için olan iki insan: Allah Resûlü (s.a.s.), hiçbir gölge bulunmayan günde Allah’ın, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği yedi sınıf insandan dördüncüsünün birbirlerini Allah için sevip buluşmaları ve ayrılmaları Allah için olan iki insan olduğunu belirtmektedir. Allah rızası için birbirlerini seven, başka hiçbir maksat
taşımayan, bir araya gelmeleri Allah için, şayet ayrılacaklarsa ayrılıkları yine Allah için olan yani bir arada iken de ayrı iken de Allah için duydukları sevgiyi muhafaza eden iki insan, sanki bir anlamda yekdiğerini Allah’ın emirlerine muhalefetten korumaktadır. Zira mü’min mü’minin aynasıdır. Onların bu birbirlerini Allah için sevmeleri ve dostluklarını bu çizgide birbirlerine yardımcı olarak geçirmeleri, ahirette her ikisinin birden ilahî koruma altına alınmaları ile ödül-
lendirilecektir.
Sevebilme duygusu insanoğluna Allah tarafından verilmiş en önemli özelliklerden biridir. Bunun için Allah Resûlü (s.a.s.), “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!(1) buyurmuştur. Sevgili Peygamberimiz, İslam’a göre her işin başı ve ahiretin yegâne geçer akçesi olan iman ile sevgi arasındaki bağı en çarpıcı biçimde bu hadisinde dile getirmiş bulunmaktadır. Konunun ehemmiyetine binaen yemin ederek söze başlamış ve önce kesin bir gerçeği, imansız cennete girilemeyeceğini haber vermiştir. Sonra da cennete girebilmenin vazgeçilmez şartı olan imanı elde edebilmek için mü’minlerin birbirlerini sevmeleri gerektiğini, aynı kesinlikle ve aynı açıklıkla bildirmiştir: “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız!”
Bundan şu sonuç çıkmak-tadır: İman, nasıl cennete girebilmenin vazgeçilmez şartı ise, mü’minleri sevmek de tam ve kâmil bir imana sahip olabilmenin biricik şartıdır. Mü’min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, ırkına, rengine, yurduna ve diline bakmaksızın sevecek, onlara karşı muhabbet ve sorumluluk duyacaktır. Çünkü imana sınır, yine imanın kendisiyle çizilebilir. Hele de aralarındaki sevgi sadece Allah rızası için olursa, hiçbir menfaate, herhangi bir beklentiye vs. dayanmazsa, işte o zaman büyük mükâfatla müjdelenir. Öz kardeşler arasında bile dargınlıkların, ayrılıkların, kavga ve gürültünün eksik olmadığı zamanımızda böyle bir sevgi an-
layışını insanlar arasında hayata geçirmeye çalışmak ne kadar önemli bir konudur. Karşılıksız ve sırf Allah için sevmenin insanlık tarihindeki örneklerini günümüze taşıyarak, sevgi medeniyetinin barış toplumunu yeniden inşa etmenin gayreti içerisinde olmalıyız. Mademki İslam kelimesinin bir anlamı “barış”, Müslim kelimesinin ise “barışsever”dir, öyleyse ismine ve kimliğine uygun bir toplum oluşturma görevi de Müslümanlara düşmektedir. Böylece şiddetin ve kabalığın temsilcileri olarak dünyaya tanıtılmaya çalışılan İslam toplumları üzerindeki kötü imaj da kalkmış olur. Müslümanlar içerisine fitne ve fesat tohumları ekip, haklarına tecavüz etmeye kalkanlara karşı onların isyanlarını barbarlık ve vahşilik olarak lanse edenlerin ellerinden kozlarını almak için uyanık olmaları, Kur’an ve sünnet ölçülerinden uzaklaşmamaları büyük önem arz etmektedir.
Yedi Sınıf İnsanın Beşincisi
Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayrimeşru davetine “Ben Allah’tan korkarım.” diye yaklaş-mayan yiğit: Allah Resûlü (s.a.s.), hiçbir gölge bulunmayan günde Allah’ın, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği yedi sınıf insandan beşincisinin güzel ve mevki sahibi bir kadının gayrimeşru davetine “Ben Allah’tan korkarım.” diye yaklaşmayan yiğit olduğunu belirtmektedir. Böylesine bir davete içinden veya açıkça, “Ben Allah’ın emrine muhalefet etmekten veya O’nun azabından ve gazabından korkarım” diyerek yaklaşmayan, nefsini koruyan kişi gerçekten büyük bir yiğitlik göstermiştir. “Allah’tan korkan kurtulmuştur” müjdesi gereği onun da ödülü ahiretteki sıkıntılardan kurtulmaktır. Bu husus, her türlü gayrimeşru kadın-erkek ilişkilerinin kitle iletişim ve haberleşme vasıtalarıyla yaygınlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde çok daha büyük önem arz etmektedir.
İslam, kadın erkek ilişkilerinde evliliği ve nikâhı oldukça değerli bir yere oturtmuş, “Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, lütfu geniş olan ve her şeyi bilendir.”(2) buyurarak, bu önemli müessesenin toplumun önde gelen insanlarınca geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. “Zinaya yaklaşmayın. Zira zina, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.”(3) buyurarak da toplumun bozulmasında zinanın ne kötü bir etken olduğunu vurgulamaktadır.
Zina, şartları oluşmuş olan bir nikâh akdinin dışında bir erkekle bir kadının cinsel ilişkiye girmesi demektir. İslam, bu yüzden zina ile birlikte, yukarıdaki ayetten ve pek çok hadisten de anlaşıldığına göre zinaya götürücü yolları da yasaklamıştır. Doğrusu bu yollara tevessül edildikten, yani insanı zina etmeye zorlayan ve cinsî arzuları kabartan bir ortama girdikten sonra, artık bu arzuların ağır baskısı karşısında iradenin gücü oldukça yetersiz kalır ve zinadan korunmak son derece güçleşir. İnsanın bu psikolojik zaafını dikkate alan Kur’an-ı Kerim, prensip olarak insanı kötülüklere sevk edici sebepleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Buna “sedd-i zerîa” yani sebebi yok etmek, vasıtayı ortadan kaldırmak prensibi denir. Bu vesileyle insanımızın nefis terbiyesine tabi tutulması, haram-helal konularının gençlerimize öğretilmesi son derece önemlidir. Müslüman anne babalara bu konuda büyük görev düşmektedir. Çocuklarına yukarıda övülen, zinaya gitmemek suretiyle Arş’ın gölgesinde gölgelenmekle müjdelenen yiğit gencin taşıdığı ruhu anlatmaları gerekir. Müslüman’ın kelime olarak “Allah’ın emrettiği şeyleri yapmaya, yasakladığı şeyleri de yapmamaya söz veren, teslimiyet gösteren insan” anlamına geldiğini hep telkin etmeliler çocuklarına. Ancak yatak odalarında rastlanılacak bazı hâl ve hareketlerin sokaklarda, üniversite kampüslerinde hatta liselerin çevrelerinde bile müslümanlığı ile övünen bizim insanlarımızın çocukları tarafından yapılıyor olması, bizi düşündürmeli, sabahlara kadar uyutmamalı, “biz nerede yanlış yaptık, çocuklarımızı Kur’an ve Peygamber ahlakından bu kadar uzaklaştıran şeyler nelerdir vs.” sorularını sorarak yeniden muhasebe yapmamıza vesile olmalı. Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayrimeşru davetine, “Ben Allah’tan korkarım.” diye yaklaşmayan yiğit gençlerimizin sayılarının artması temennilerimle. ,
Yedi Sınıf İnsanın Altıncısı
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse: Allah Resûlü (s.a.s.), hiçbir gölge bulunmayan günde Allah’ın, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği yedi sınıf insandan altıncısının, karşılık beklemeden sırf Allah rızası için ve üstelik sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği şekilde fakir fukaraya, garip gurebaya veren kimse olduğunu ifade etmek-tedir. Allah için verdiği sadaka ve yaptığı iyilikleri mümkün olduğunca gizli yapan, gösteriş ve riyadan uzak kalmaya çalışan kimse, Allah’ın rızasını her şeyin üstünde tutmuş demektir. Bunun
karşılığı da, ahirette ilahî korumaya mazhar kılınmak suretiyle o kişinin faziletinin açığa çıkarıl-masıdır. Bu ruha sahip olan kimseler Kur’an-ı Kerim’de “müttekiler” olarak isimlendirilmekte olup, müttekiler için de “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”(4) denilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de bu ve benzeri ayetlerde yaklaşık 250 kere infak, karşılıksız vermek, zekât, sadaka, karz-ı hasen vs. konulara dikkat çekilmektedir. Hadislerde de sadaka vermek Müslümanların en çok yapması gereken salih amellerden birisi olarak geçmek-tedir: “Gizli açık çok sadaka verin ki, rızkınız bollaşsın, yardıma mazhar olun ve duanız kabul edilsin.” (İbn Mâce); “Hastalarınızı sa-dakayla tedavi edin, çünkü sadaka her hastalığı ve belayı defeder.” (Beyhakî) gibi hadisleriyle de Allah Resûlü (s.a.s.) konunun ehemmiyetine dikkat çekmektedir.
Ancak sadakanın gizli verilmesi övülmektedir. Bunun sebebi de insanların iffet ve mürüvvetlerinin korunmak istenmesidir. Sadaka alan kimsenin rencide edilmemesi; toplum-
da onun minnet altında kalmış, eziklik duyan bir kişi hâline düşmüş olmasına zemin hazırlamamak gerekir. İnsanın iffeti ve mürüvveti Allah yanında oldukça değerlidir. Buna zarar verecek her şey onun yaratıcısı tarafından hoş karşılanmamaktadır. Esasında böyle bir davranış, veren insan için de faydalıdır. Çünkü insanoğlu her zaman “riya” imtihanı ile karşı karşıyadır. Amellerine riya karışan bir insanın bazen olur ki, tüm yaptıkları boşa gider, kendisine sevap getirmezken günaha da girmesine sebep olur. Örneğin namazına riya karıştıran kimse için Allah (c.c) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da engel olurlar.(5) diyerek riyanın ne kötü bir huy olduğunu beyan etmiştir. Mesela, “Suyun ateşi söndür-düğü gibi sadaka da günahları yok eder.” (Tirmizi) hadis-i şerifinden maksat, “Sağ elinin verdiğinden sol elinin bilgisi olamayacak derecede gizli verilen sadaka” ile, “Riyadan uzak ve minnet altında bırakmama amaçlı” sadaka kastedilmiş olabilir.
Mübarek Ramazan ayında bu güzel ve önemli işi hepimiz biraz daha sık ve biraz daha dikkatli yapmalıyız. Zira Ramazan ayı birlik ve beraberliğin, kardeşliğin, sevginin, muhabbetin,
hoşgörünün, tevazuun vs. sembolüdür. Bu ayda sadakaların artırılması ve özellikle zekâtın ülke-mizdeki büyük potansiyeli göz önünde bulundurularak ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması elzemdir. Verdiğimizi gizli vererek hiçbir gölgenin bulunmadığı günde Allah’ın Arş’ının gölgesinde gölge-leneceklerden birisi olmamız duasıyla.
Yedi Sınıf İnsanın Yedincisi
Tenhada Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi: Allah Resûlü (s.a.s.), hiçbir gölge bulunmayan günde Allah’ın, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğini müjdelediği yedi sınıf insandan yedincisinin tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi olduğunu belirtmektedir. İnsanlardan ve gözlerden uzak, kimsenin bulunmadığı ortamlarda Allah’ı anarak gözlerinden sevgi yaşları dökülen kimse, çoğu insanın başaramadığı bir kulluk çizgisini yakalamış demektir. Onun bu samimi ve gizli kulluğunun karşılığı da mahşer yerinde ilahî koruma altına alınmak suretiyle, herkesin gözü önünde ödüllendi-rilmesidir. Bu büyük müjdeye nail olmak isteyen her Müslüman, ibadetlerinin yanında Allah’a yakarış anlamına gelen tevbe ve istiğfarı hayatının bir parçası hâline getirmelidir. Zira Allah Resûlü, tevbe ve istiğfarı hayatının bir parçası hâline getirmiş ve “Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin, Allah’a kasem olsun ki, ben O’na günde yüz kere tevbe istiğfar ederim.”(6) demiştir. Son on günü cehennem azabından kurtulma günleri olan bu günlerde tevbe ve istiğfara biraz daha yoğun zaman ayırmalı, oruçlu ağızlarımızla Yüce Allah’a yalvarıp yakarmalı, göz yaşları dökmeliyiz. Zira günah-lardan dolayı tevbe etmek farzdır. Kur’an’da tevbe ve türevleri seksen altı yerde geçmektedir. Tevbe, Hz. Âdem ile başlar ve kulluğun bir göstergesidir. Öyle bir tevbe etmeli ki insan, samimi, içten, ciddi, günaha bir daha dönmemek üzere yapılan bu tür tevbeye nasûh tevbesi denir. Tevbenin bir kısım şartları vardır: Günaha pişmanlık duymak, günahı derhal terk etmek ve bir daha eski hâle dönmemeye azmetmek. Rükünleri ise, farzların yerine getirilmesi, borçların ödenmesi, helal lokma yenilmesidir.(7) İnsanı yeniden hayata bağlayan, ona ümit ve yaşama isteği veren, onu Allah’a yöneltip inanç ve imanını kuvvetlendiren, doğru ve dürüst davranmasını sağlayan, herkesin hakkını gözeten ve kendi hakkına razı olan tevbe ve istiğfarın insan hayatındaki rolü büyüktür.
Hasan-ı Basri’ye, “Ey Ebu Said, buraya bir adam gelir gider, tek başına direk arkasına oturur ve kimse ile konuşmaz.” dediler. O, “bir daha geldiğinde bana haber verin.” der. Adam yine gelip aynı yere oturduğunda Hasan-ı Basri’ye haber verirler. O, adama yaklaşarak, “ey Allah’ın kulu, bakıyorum uzleti seviyor, insanlar arasına katılmak istemiyorsun.” der. Adam, “Evet, bir iş beni insanlar arasına katılmaktan alıkoymuştur.” der. Hasan-ı Basri, “Burada Hasan-ı Basri adında birisi var, hiç olmazsa arada bir ona uğrasan.” der. Adam, “Onun yanına gitmeme de engel olan bir şey vardır.” der. Hasan-ı Basri, “Allah sana rahmet etsin, o engel nedir, onu bize anlatır mısın?” der.
Adam: “Her sabah ve akşam Allah Teala’nın sayısız nimetlerine mazhar olmuşken, buna mukabil pek çok günah ile karşı karşıya bulunmaktayım. İşte bu nimetlerin şükrünü ödemek ve günahla-rımdan tevbe etmekle uğraşmayı, insanlar arasına katılmaktan daha mühim bulduğumdan, kimse ile karışmak istemiyorum.” der.(8) Dünyevîleşmenin her tarafımızı sardığı, bizi kendimize bile bırakmadığı asrımızın problemlerinden zaman zaman uzaklaşıp, Rabbimizle baş başa kalıp yalvarıp
yakarmak, tevbe ve istiğfar ile muhasebeye dalmak, her birimize nasip olur inşallah.
RAMAZAN GÜNLÜKLERİ-I
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
1 Müslim, İmân 93
2 Nur, 24/32
3 İsra, 17/32
4 Bakara, 2/3
5 Mâûn, 107/4-7
6 Buhari, Deavat 3
7 Mehmet Canbulat, Dini Kavramlar Sözlüğü, İstanbul 2009
8 Gazali, İhya, II, 581
Yorumlar
Kalan Karakter: