İYİLİĞİ BESLEMEK
İyilik 6 harf üç hece lakin hesabı çetince…
Sözlükte “karşılık beklenilmeden yapılan yardım” olarak ele alınmakla birlikte esasında, bu kadar hayatımızın içeriğinde hatta dünyamızın odak noktasında olup da bir türlü anlamını netleştiremediğimiz kavramlardandır, İyilik kavramı. Belki nesnel olmadığından, herkes için farklı farklı çağrışımlara çıkabildiği, insanlara içlerinde hiç bilmedikleri kapıları açmasına vesile olduğundan, belki de beklentisiz yapılmasındandır iyiliği, tek bir tanım altında toplayamayışımız.
O kadar ki, mutluluk, tebessüm, merhamet, empati vs. gibi duygulardan, düşüncelerden, değerlerden fazlasıdır bakıldığında. Sadece duygu-düşünce değil içeriğinde bunlar kadar eylem ve harekette barındırır. İşte diğer tüm kavramlardan farklı, bizi daha çok insan-ı kâmile yaklaştıran, içimizi kıpırdatan huzurla dolduran yanı budur belki de iyiliğin. Bu açıdan bakacak olursak, “İyilik eylem halinde sevgidir” diğer bir ifadeyle!
Hz. Peygamber (s.a.v); “Allah Teâlâ’nın sınırlarına riayet edenlerle etmeyenler bir gemide yolculuk yapan şu topluluğa benzer: Onlar gemideki yerlerini kura ile paylaşırlar. Bir kısmına geminin üst katı, diğer bir kısmına da alt katı düşer. Kura neticesi olarak aşağıya yerleşenler, su almak için çıktıkları vakit, üst kattakilerin yanlarından geçerler. Bunun üzerine “hissemize düşen yerden bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek derler.” Eğer üst kattakiler onları, istediklerini yapmakta serbest bırakırlarsa hepsi helâk olur. Şayet onları bu işten men ederlerse kendileri kurtulduğu gibi, onları da kurtarmış olurlar.” (Buhârî,Şirket,6)
Günümüzde bakıldığında yukarıdaki hadîsi şerif ne kadar da manidar ve anlamlıdır. İnsanların çoğu zulümlerin arttığı, kötülüklerin ayyuka çıktığı, zâlimin mazlumu ezdiği böyle bir dünyada yaşanmaz cümleleriyle yeri göğü çınlatmaktadır. Peki bu düşüncelerde biz insanlığın suçu ne kadardır. Bence her birimizin bu düşüncede bir nebzede olsun etkisi vardır. İşte tamda bu yüzden, iyilik eylem halinde sevgidir. İhlasla-samimiyetle, karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek harekete geçmektir.
Hadîs-i şerifte bireysellikten, benmerkezcilikten, önce benden uzaklaşıp, sen var olduğun için ben varım cümlesindeki iyi olma halini ele almakta, mutlu olmanın ya da kurtulmanın almak değil, aslında vermek olduğunu anlatmakta, ve bu verme işlemi de iş birlik içinde olursa kurtuluşu getirdiğini, şayet yeterince ister ve bunun için çaba gösterilirse dünyanın yaşanmaya değer olduğu ifade edilmekte, bunun ise yalnızca iyilikten geçeceği, iyiliği besleyerek büyütmemiz gerektiği vurgulanmaktadır.
Bir hikaye anlatılır. Yaşlı bir bahçıvan ve torunu varmış. Torunu okullar kapandığında dedesini ziyarete gelir ve ona yardım edermiş. Yine bir defasında dedesinin yanına geldiğinde bahçede iki köpek görmüş torun. Köpeklerin biri siyah diğeri de beyazmış. Ve durmadan kavga edip duruyorlarmış. Torun sormuş dedesine; -Dede bu çiftliği korumaya bir tane köpek yetmez mi, hem bunlar sürekli kavga ediyorlar.
Bahçıvan dede cevap vermiş. “Ben o köpekleri iyilik ve kötülüğe benzetiyorum. Ve iyi biri olmak için sürekli kendimi ikna ediyorum, bu yüzden de ikisini de yanımda tutuyorum”.
- Anladım, dede bunlar arasında kavga olsa, hangisi kazanır? - Dede gülümseyerek cevaplandırır. Ben hangisini beslersem o kazanır evlat… Aynen hikâyede anlatıldığı üzere neyi beslediğimize çok dikkat etmeli. “İyiliğin karşılığı yalnız iyiliktir” (Rahman,60) ayetini en temele oturtup, İyiliğin ve kötülüğün kelebek misali yayıldığını aklımızdan çıkarmadan yaşamalı ve şu cümleyi unutmamalıyız.
“İyilik 6 harf 3 hece lakin hesabı çetince…”
EMİNE PINAR
MANEVİ DANIŞMAN VE REHBER
SAHABE HAYATI
Ebû Bekr es-Sıddîk Abdullāh b. Ebî Kuhâfe Osmân b. Âmir el-Kureşî et-Teymî (ö. 13/634)
Fil Vak‘ası’ndan üç yıl kadar sonra Mekke’de doğdu. Annesi Ümmü’l-Hayr Selmâ bint Sahr, Mekke döneminde Hz. Peygamber’in Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın evinde bulunduğu sırada İslâmiyet’i kabul etti. Babası Ebû Kuhâfe, Mekke fethinden (8/630) hemen sonra oğlu Ebû Bekir’in aracılığıyla Müslüman oldu.
Ebû Bekir’in çocukluğu, gençliği ve Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Yalnız elbise ve kumaş ticaretiyle meşgul olduğu, İslâmiyet’i kabul ettiği sırada 40.000 dirhem kadar sermayesi bulunduğu, ticaret kervanlarıyla Suriye ve Yemen’e seyahat ettiği bilinmektedir.
Hz. Peygamber’in yirmi beş yaşlarında iken katıldığı Suriye ticaret kervanında onun da bulunduğu rivayet edilir. Mekke döneminde İslâmiyet’in yayılmasında Hz. Ebû Bekir’in Kureyş’in ileri gelenlerinden biri olmasının büyük tesiri vardır. Hz. Peygamber’in Mekkelileri İslâmiyet’e gizlice davet ettiği sıralarda aralarında Kureyş’in ileri gelenlerinin de bulunduğu birçok kimse onun vasıtasıyla Müslüman olmuştur.
Hz. Ebû Bekir Resûl-i Ekrem’e en yakın sahâbî idi. Kızı Âişe ile Hz. Peygamber’in evlenmesine dair hicretten önce verilen karar onların dostluğunu daha da pekiştirdi.
Mütevazı, yumuşak huylu, hassas, uysal ve hoşsohbet bir insan olan Hz. Ebû Bekir halifeliği sırasında daha da mütevazı olmaya çalıştı. Kendini beğenenlere çok kızardı. Fakirlere, zor durumda olanlara yardım eder, misafirlere ikramda bulunurdu.
FIKIH (SORU-CEVAP)
Oruç tutmakla yükümlü olmanın şartları nedir?
İslâm’a göre, bireyin sorumlu olmasının temel şartları Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış olmaktır. Dolayısıyla bu şartlar, oruç ibadeti ile sorumlu olmanın da şartlarıdır. Buna göre, bir kimsenin Ramazan ayında oruç tutmasının farz olması için öncelikle Müslüman ve âkil-bâliğ olması gerekir (Kâsânî, Bedâî’, 2/87).
İbadetlerle yükümlü olma şartlarını taşıdığı hâlde bazı özel durumlardaki kimselere oruç tutmama ruhsatı verilmiştir. İbadetlerle yükümlü olmamakla birlikte, ergenlik yaşına gelmeyen çocukların alıştırılmak ve ısındırılmak maksadıyla namaz kılmaları ve oruç tutmaları teşvik edilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), yedi yaşından on yaşına kadarki sürede çocuğun namaza alıştırılmasını önermiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 26 [494-495]; Tirmizî, Salât, 182 [407]).
Din İşleri Yüksek Kurulu 12.07.2017
BİR GÜNE BİR KİTAP
Kitap Adı: Güncel Dini Meseleler
Kitap Yazarı: Seyfettin Yazıcı, Lütfi Şentürk
Yayınevi: Diyanet İşleri Başkanlığı
Son yıllarda gündeme gelen bazı dinî konuların farklı şekillerde açıklanması, halkımız arasında birtakım tereddütlere ve zihin karışıklığına yol açmaktadır.
Pek çok kimse, bu durumdan rahatsız olup dinî konularda doğru ve tatminkâr açıklama yapılmasını istemekte, dinî sorulara hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde cevaplar verilmesi hususunda bir beklenti içinde olduğu da bilinmektedir.
Bu durum karşısında halkımızı aydınlatmak amacıyla televizyon ekranlarında da tartışma konusu olan bazı dinî meseleleri, -dinî konularda ilk müracaat edilmesi gereken kaynaklar olduğundan- Kur'an ve sünnet ışığında yeniden inceleme ihtiyacı duyduk.
Ayrıca dinî ilimlerde müctehid seviyesine ulaşmış fakihler ile bizlere tefsir ve hadis sahasında çok değerli eserler bırakmış olan büyük İslam âlimlerinin görüşlerinden de yararlanılmıştır.
BİR AYET BİR HADİS
“Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 183-184)
Ebû Eyyûb el-Ensârî"nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her kim Ramazan orucunu tutar, sonra buna Şevval ayında altı gün daha eklerse bütün yıl oruç tutmuş gibi olur.” (M2758 Müslim, Sıyâm, 204)