Şimdi okuyacaklarınızı için yok artık o kadarda olmaz diyeceğinizden eminim.
Bazı şeyler değişmiyor.
“Mey biter saki kalır, her renk solar haki kalır, diploma insanın cehlini alsa da hamurunda varsa eşeklik, baki kalır”
Bazı şeyler değişmiyor.
Ne aldığınız diploma, ne yaşadığınız ülke, ne de sosyal statünüz.
Son yıllarda hemen her gün televizyonlarda görmeye alıştığımız, gazetelerde okuduğumuz kadına şiddet olayları var malum.
Ne yapılırsa yapılsın kadınlarımız kızlarımız erkek terörüne ve şiddetinden kurtulamıyor.
Üstelik bu şiddeti ve terörü yapanlar ne yazık ki en yakınındakileri.
Ya bir baba, ya bir eş, ya bir sevgili, ya da kardeş.
Yani kadınlarımız maalesef en sevdikleri tarafından katlediliyor.
Ah Ferdi Tayfur ah, tüm bunlar senin suçun.
O şarkıyı “Ya benimsin ya toprağın” onu yapmayacaktın.
Tüm bu olup bitenler insanımızın genlerine işlemiş.
Her ne kadar artık eskisi gibi arabesk dinlenmese de, senin konserlerin stadyumları doldurmasa da o şarkılar yok mu? Kanımıza işledi.
Neyse konuya dönelim.
Doğadaki tek vahşi yaratık maalesef insan olduğunu söylesem her halde yeni bir söylem olmaz.
Şöyle bir düşünün siz hiç Aslanlar arasında karşılıklı bir birini öldüresiye savaşan var mı?
Mesela filler arasında bir savaşa tanık oldunuz mu?
Timsahlar, köpek balıkları, kurtlar, kuşlar, kendi arasında binlercesi bir biriyle savaşan var mı?
Ama insan!
Av olsun diye dağlara, ovalara, denizlere, derelere gidip balıkları, kuşları, tavşanları, geyikleri avlıyor.
Hem de öyle bir iki tane değil onlarca, tonlarca vahşice.
Şimdilerde yasak eskiden ahmak adamlar derelerde dinamitle balık avlardı.
O gün kendisi bolca balık tutardı, ama bir sonraki insanlara ve kendi çocuklarına balıktan eser bırakmazdı.
Anlamazdı ki o dinamit balık yuvalarını, yumurtalarını, minicik balıkları da öldürdüğü sonrakilere kalmıyordu.
Yani bugün derelerimizde, göllerimizde eskisi gibi balık yoksa bu ahmakların işi.
Aküyle suya elektrik verip balık avlarlardı.
Yine yumurta, yavrular yok olurdu.
Yani doğanın tek vahşi yaratığı maalesef insanlar.
Toplu katliamlar, soykırımlar, savaşlar, falan filan.
Ve kadın cinayetleri, kadına şiddet.
Üstelik en yakınları, en sevdikleri ve en korumasız oldukları tarafından.
Baba, koca, sevgili, kardeş.
Bakın eskilere girmeyeceğim.
Ocak ayında 26 kadın cinayeti 28’de şüpheli ölüm.
Şubat ayında 23 kadın cinayeti 21’de şüpheli ölüm.
Mart ayında 24 kadın cinayeti 19’da şüpheli ölüm.
Nisan ayında 24 kadın cinayeti 16’da şüpheli ölüm.
Mayıs ayında 35 kadın cinayeti 16’da şüpheli ölüm.
Haziran ayında 31 kadın cinayeti 22’de şüpheli ölüm.
Temmuz rakamları henüz açıklanmadı.
2022 yılında 285 kadın kocaları, babaları, sevgilileri ve kardeşleri tarafından cinayete kurban gitti.
Buna Temmuz’u da ilave ettiğimizde 320 civarında olacak.
İyide kardeş konuya dönsek der gibisiniz?
Dönelim ama bu rakamları da bilelim ki biraz ürkelim, kendimizden utanalım.
Konu şu.
Emirdağlı bir aile Belçika’da yaşıyor.
Avrupa’nın en güzel ülkelerinden biri.
Yasalar var, haklar var.
Hem de öyle yasalar var ki insan suç işlemeyi bırakın, aklından bile geçirmeye korkuyor.
Çünkü orada yasalar herkese eşit ve adil dağıtılıyor.
Kravat takıp hakimin karşısında elleri göbek üzerinde birleştirip birde Küçük Emrah gibi boyun büküp, “Çok pişmanın hakim bey, ama namusum” dedin mi iyi hal indirimi verilmiyor.
Namus cinayeti diye indirim olmuyor.
Tayt giydi, mini etek, dar pantolon yüzünden tahrik indirimi verilmiyor.
Cinayet cinayettir o kadar.
Şiddet şiddettir o kadar.
Şimdi bu bizim Emirdağlı maganda Belçika’da karısıyla tartışıyor.
Çok öfkeleniyor ama Belçika yasalarından korktuğu için karısına elini bile kaldıramıyor.
Hatta küfür bile edemiyor.
Sonra adam diyor ki, “Lan hatun nasıl olsa Türkiye’ye gideceğiz.
Emirdağ’a varınca ilk işim seni bir güzel döveceğim” diyor.
Aradan aylar geçiyor kavga unutuluyor.
Emirdağ’a gelme zamanı.
Çıkıyorlar araçla yola, mutlu mesut ailecek Emirdağ’a geliyorlar.
İlk gün yol yorgunluğu, gelen giden geçiyor.
İkinci gün geçiyor.
Üçüncü gün ortada hiç bir şey yokken bizim Emirdağlı maganda koca karısına tekme tokat dalıyor.
Kadın ne olduğunu şaşırıyor?
“Manyakmısın sen ne oluyor?” diye soruyor.
Maganda koca, “Ben sana Emirdağ’a gidince seni döveceğim dememiş miydim” diye tekme tokat karısını dövmeye devam ediyor.
Kadının yüzü gözü morluklar içinde ağzından burnundan kan geliyor.
Karakola gidip şikayetçi oluyor.
İfadesi alınıp savcılığa çıkarılıyor.
Olanları anlatıyorlar, mahkeme tarafları dinliyor.
Kadın olayları anlatıyor, “Belçika’da Emirdağ’a gidince seni döveceğim demişti.
Hiçbir şey yokken durduk yere beni bu hale getirdi şikayetçiyim” diyor.
Mahkeme magandayı da dinliyor sonra, “Bak bir daha yapma, hadi öpüşün barışın diyor”
Kadın, “İyide hakim bey ya benim yediğim dayak, ya benim çektiğim acılar, ya benim kırılan kalbim, ya benim kadınlık, insanlık gururum, haklarım”
“Kızım neyse olan olmuş işte hadi hadi” deniliyor.
Kadın yediği dayakla kalıyor maganda dayakçı koca elini kolunu sallaya sallaya çıkıp tatiline devam ediyor.
Oysa aynı olayı niye Belçika’da yapamadı?
Orada yapsa öyle elini kolunu sallaya sallaya çıkıp dolaşa bilir miydi?
Neden Türk halkı yılladır Avrupa Birliğine sıcak bakıyor?
İşte bu sebeple.
Avrupa Birliği yasaları olursa can ve mal güvenli, insan hakları, kadına cinayetleri ve şiddeti olmaz.
Olursa kimsenin yanına kar kalmaz.
O zaman mahkemeler iyi hal, namus, tahrik indirimleri vermez.
Kadının yediği dayak yanına kar kalmaz.
Kimse kimsenin beden dokunulmazlığına, hane dokunulmazlığına, araç dokunulmazlığına tekme tokat saldırmaz.
Kimse kimseye keyfi magandalık yapmaz.
Kafaya bak ya, “Emirdağ’a gidince seni döveceğim” diyor.
Aylar sonra geldiğinde ise gerçekten dövüyor.
Bu nasıl bir kafa?
Adam maganda da olsa biliyor ki güzel ülkemde kadını dövmek, başka birini dövmek suç değil.
Bir tek öldürürsen suç.
Ona da bir yığın indirim var.
Kravat, iyi hal, namus, tahrik falan filan.
Ölen öldüğüyle, dayak yiyen dayak yediği ile kalıyor.
Yasalar güçlüleri ve zenginleri koruyor.
Oysa yasalar haklıları korumalı.