İnsan merkezli her düşünce, insanlığın bugünkü en ölümcül problemini, doğanın tahribiyle yaratılan küresel afetler olarak görür ve bu tahribi yaratan azgınlık ve doymazlıkla mücadeleyi bir insanlık görevi sayar. Türkiye’nin de en büyük problemlerinden biri, doğanın tahribiyle vücut bulan çölleşme, ısınma, doğal gıdalardan yoksunluk ve canlı türlerin tükenişi sürecine girişidir.
Bugün insan haklarının en hayati olanı "Çevre Hakkıdır" Temiz bir çevreye yani havası, suyu, bitki örtüsü kirletilip tahrip edilmemiş bir doğaya sahip olmak, artık insan haklarının ilk telaffuz edilen maddesi haline gelmiştir. Uluslararası hukuk metinleri ÇEVRE HAKKI" kavramına yoğun biçimde yer vermeye başlamıştır.
Türkiye'de görevli olanların en hayatı hizmeti, doğa tahribini ve bu tahribin besleyici unsurları olan düzensiz kentleşme, ormanlarımızın talanı, denizlerin kirletilmesi, su kaynaklarının israfı gibi büyük felaketlerle mücadele olmalıdır.
İslam'ın doğayı korumaya ilişkin girişimlerinin en etkilileri, tarihin en büyük doğa Koruma eylemleri olarak kayıtlardadır. İşte çok anlamlı ve çarpıcı bir tanesi: Büyük İslam Tarihçisi Belāzuri ve büyük hadis bilgini İbni Hanbel'in verdikleri bilgiye göre. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Medine'ye geldiğinde Medine'yi "HAREM "yani dokunulmaz bölge ilan etti. Bunun anlamı şu idi: Ağaç kesenler ve Canlılara zarar verenler cezalandırılacak bunların, ağaç kesiminde kullanılan suç aletleriyle giysilerine el konulacaktı (bk: Belazuri; Fütühu'l-Buldan 11 İbn Hanbel: 4/141), Hac Farizesini yerine getirmek İçin giden hacılar Medine de HAREM belgesinde şu anda bile hiçbir canlı ve hayvanları öldüremezler. Çünkü haramdır.
İşte eşine az rastlayacağımız bu "doğa koruyucu icraatın önderi Peygamber'imiz Hz. Mustafa (s.a.v) dir. Türk Milleti'nin de atasözlerinde bile doğa koruyuculuğu”na her zaman rastlarız. Bu atasözümüz den bir tanesi ‘de "Yaş kesen baş keserdir”. Osmanlı Padişahlarından birisi ile ağaç diken yaşlı adamın hikâyesi O zamanlar ağaca ne kadar önem verildiğini anlatır. Hikâye şöyledir: Bir gün Osmanlı Padişahlarından birisi yanındaki adamlarıyla birlikte gezintiye çıkar. Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına Fidan dikmekle meşgul olduğunu görür ve onun çabası hoşuna gider. Yaşlı adama yaklaşıp ona takılmak ister:
-Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? MaşaAllah yaşını başını almışsın. Bu diktiğin fidanların meyvesinden belki de yiyemezsin.
Gelenin kim olduğunu bilmeyen yaşlı adam şöyle Cevap verir:
-Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz, şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yiyorsak, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer.
Bu cevap padişahın hoşuna gider ve ödül olarak Yaşlı adama bir kese altın verilmesini emreder.
Yaşlı adam bu ikramı tebessümle karşılar:
-Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve vermeye başladı bile. Bu cevap da hükümdarın hoşuna gider, bir kese daha altın verilmesini emreder: Yaşlı köylü gülerek
-Evlat, herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir bizim diktiğimiz ise yılda iki defa meyve verdi der. Hükümdar bu cevabı da çok beğenince yaşlı köylüye bir kesede daha altın verilmesini emreder. Ama bu kez vezir araya girerek hükümdarı uyarır:
-Aman Sultanım, bir an önce buradan uzaklaşalım. Bu ihtiyar bu gidişle hazineye de darı ektirecek der.
Yorumlar
Kalan Karakter: