Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalmış ve daha önce Düyun-u- Umumiye İdaresi ile ekonomik bağımsızlığını kaybeden İmparatorluk bu mütareke ile siyasi bağımsızlığını da kaybetmiş, mütarekenin yedinci maddesini bahane ederek yıllardır Anadolu' da gözü olan devletler Türk topraklarını paylaşmaya başlamışlardır. Anadolu'yu fiilen işgal ederek, BÜYÜK TÜRK ULUSU'NU Ve TÜRKLÜĞÜ tarihten silmek istemişlerdir.
İstiklal Harbimiz, Mondros Mütarekesinin uygulanmasındaki uygunsuzlukların son safhasını teşkil eden İzmir Bölgesi'ne Yunanlıların kuvvet çıkarması ile 15 Mayıs 1919'da başlar. Türk İstiklal Harbi, topyekûn hareket prensibi ve metotlarına uygun olarak, Türk Milletinin maddi ve manevi tüm varlığı ile yapmış olduğu emsalsiz bir savaştır.
"YA İSTİKLAL YA ÖLÜM" parolası bu savaşın tek ve en kısa ifadesidir. İstiklal Harbi ve cereyan eden muharebeler MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN de ifade ettiği gibi yalnız iki ordunun karşı karşıya geldiği yerler değil, milletlerin tüm varlıklarıyla, ilim ve fen alanındaki dereceleri ile Ahlak ve Kültürleriyle, kısaca maddi ve manevi güçleriyle çarpıştıkları bir sınav sahası olmuştur. Dolayısıyla Türk Ordusunun, Türk Milletinin kesin zaferi ile sonuçlanmıştır. (Atatürk'ün söylev ve demeçleri), İstiklal Savaşı üç safha da icra edilmiştir. Birinci Safha stratejik çekilme safhası olup, düşmanı ana merkezinden ve lojistik kaynaklarından uzaklaştırılmıştır. Bu sırada icra edilen muharebelerle düşman yıpratılmıştır.
Sırasıyla:
Birinci İnönü Muharebesi (9-11 Ocak 1921)
İkinci İnönü Muharebesi (28 Mart- 4 Nisan 1921)
Aslıhanlar Muharebesi (9-12 Nisan 1921)
Dumlupınar Muharebesi (13-15 Nisan 1921)
Kütahya- Eskişehir Muharebeleri (10-21 Temmuz 1921)
İkinci safha stratejik savunma safhası olup Türk Ordusu Sakarya Meydan Muharebesi’nde 100 km’lik cephe, 30 km’lik bir derinlik içerisinde 23 Ağustos- 13 Eylül 1921 tarihlerinde 21 gün ve gece aralıksız ve adım adım devam eden bir mücadele ile Yunan Ordusunu yenmiştir. Sakarya Zaferi ile ordunun ve milletin morali yükselmiştir.
Üçüncü safha ise 1922 yılında icra edilen stratejik Taarruz safhasıdır. 26 Ağustos 1922’de başlayan BÜYÜK TAARRUZ ve 30 Ağustos 1922’de yapılan BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ ile beş gün içerisinde neticelenmiş ve Yunan kuvvetleri kesin bir yenilgiye uğratılmıştır. Daha sonra Takip Harekâtı ile kalan düşman kuvvetleri denize dökülmüştür. Bu safha İstiklal Harbinin neticelenmesi bakımından olduğu kadar harp prensiplerinin tam olarak uygulanmasına çok önemli bir örnek teşkil bakımından da her yönü ile incelenmeye değer bir Milli Savaşımızdır.
1921 Yılında Sakarya’da büyük bozguna uğrayan Yunan kuvvetleri Eskişehir- Afyon hattına kadar takip edebilmişti. Çünkü Türk Ordusu gerek sayı gerekse harp silah araç ve gereçleri bakımından Yunan ordusuna kesin darbeyi vuracak güce erişmişti. Zaten mevsimde kışa yaklaşmaktaydı. Öte yandan Sakarya Zaferine rağmen düşman unsurları imha edilmemişti.
Bunun gerçekleştirilmesi için her yönü ile iyi hazırlanmış ve planlanmış genel bir Taarruz Harekâtının yapılması gerekiyordu.
Sakarya Savaşı'ndan sonra Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal Paşa'ya "Mareşallık" rütbesi ve "Gazilik" unvanı vermişti. Ancak Türk Ordusunun hemen Taarruza geçmemesi, Özellikle "Başkomutanlık" yasasının uzatılması, her defasında mecliste muhalif grubun sert eleştirilerine sebep oluyordu. Bu güç durum karşısında Mustafa Kemal Paşa, orduyu ve milleti umutsuzluğa düşürecek ve iç dinamikleri sarsacak davranışları önlemek için TBMM'de bir konuşma yapmak zorunda kaldı.
Başkomutan 4 Mart 1922 günü akşamı Meclisteki gizli oturumda yaptığı konuşmasında
"Ordunun, Taarruzun bütün hazırlıklarını tamamlamadan, yarım yamalak tedbirlerle ve duygusal düşüncelere dayanarak Taarruza geçilmesinin mümkün olamayacağını” belirtti. Ve Meclis üyelerine "Orduda kötü ve tamiri güç durumlar yaratacak bu şekilde ki açık tartışmalardan kesinlikle kaçınılması gerektiğini” hatırlattı. (Nutuk)
Mustafa Kemal Paşa'nın Mecliste kötümser ve durum değerlendirmesini iyi yapmayanlara karşı sert çıkmasındaki neden, Meclisin, yani İÇ CEPHENİN Önemiydi. Zaferin kazanılması için fikir birliği içinde olunması ve Meclis içinde gerekli olan dayanışma ve kararlılık gerekliydi.
Atatürk kendi ifadesiyle zaferin kazanılması ve Ordu- Millet işbirliğinin gerekliliği için şu veciz ifadeleri söylemiştir: "ASIL OLAN İÇ CEPHEDİR, BIJ CEPHE BÜTÜN MEMLEKETİN, BÜTÜN MİLLETİN VÜCUDA GETİRDİĞİ CEPHEDİR, ZAHİRIİ CEPHE, DOĞRUDAN DOĞRUYA ORDUNUN DÜŞMAN KARŞISINDAKİ SİLAHLI CEPHESİDİR, BIJ CEPHE SARSILABİLİR, DEĞİŞEBİLİR, YENİLENEBİLİR. FAKAT BU HAL HİÇBİR VAKİT BİR MEMLEKETİ MAHVEDEMEZ, MÜHİM OLAN, MEMLEKETİ TEMELİNDEN YIKAN, MİLLETİ ESİR ETTİREN İÇ CEPHENİN DÜŞMESİDİR." (Nutuk)
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği bu veciz ifade Türk Milletimizin her zaman, her şarta ve her zorlukta iç cepheyi asıl olan bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği iç cepheyi meydana getirmektir. Çünkü Emperyalist düşmanlar her zaman bizim iç cephemizi bozmaya çalışıyorlar. Türk Milleti olarak bu duruma her zaman uyumadan dikkat etmek ve “İÇ CEPHEMİZİ GÜÇLÜ TUTMAK MECBURİYETİNDEYİZ”
“SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ” ATASÖZÜMÜZÜ AKILDAN ÇIKARMAMIZ ŞARTTIR. EĞER DÜŞMANA KARŞI GÜÇLÜ OLACAKSAK SEN BEN KAVGASINI BIRAKALIM VE BİZ OLALIM.
ÇÜNKÜ KURAN-I KERİM’DE ALLAH (C.C) TÜM MÜSLÜMANLARIN BİRLİK İÇİNDE OLMASINI EMREDİYOR.
Yorumlar
Kalan Karakter: