“Dinle şu neyi bak neler neler söylüyor. O yüceler yücesinin sırlarını anlatıyor. Yüzü sarı, içi boş başını havaya vermişte; dilsiz, sözsüz HÜDA HÜDA (ALLAH ALLAH) diyor.
Sema da ve dünyada ve kişi arasında ne varsa her yaratılan (Canlı veya Cansız) Allah (C.C) ’ı zikreder. İsra Suresi’nin 44.Ayetin de; Ayete’l Kürsü’de ve daha birçok ayette bu hakikat ALLAH (C.C) tarafından belirtilir.
Kendi varlığından yok olup Hakk’a ulaşan kullar için yaratılan her varlıktan “Hüda Hüda” sedası dudaksız ve kulaksız olarak işitilebilir. Bütün yaratılanlar Hakk’a sedasını zikretmektedir.
Hz. Mevlana Mesnevi’sinde, Allah’ın (C.C) yarattığı canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ı zikrettiğini hatırlatarak Hz. Peygamberimizin mucizesini şöyle anlatmaktadır;
“O nidayı (O Hakk Sesini) kulaksız ve dudaksız ağaçlarda anlar, anlatır taşlarda. “
Taşın ve kuru çubukların da anlayış sahibi olduğunu söylemiştim ya, bunun izahı için anlatacağım kıssayı can kulağıyla dinle ve ezberle.
İnleyen sütün (Hurma kütüğü) Resul’ün (Peygamberimizin) ayrılığı ile akıl sahipleri gibi ağladı, inledi.
Vaaz meclisinin ortasında öyle bir inledi ki, o iniltiyi orada bulunan ihtiyarı da genci de hepsi duydu
Peygamber (S.A.V) Sütuna sordular, “Ey Direk niçin inliyorsun, ne istiyorsun?” direk dedi ki “Senin ayrılığından dolayı canım öyle yandı ki içim kan oldu. Ben senin dayanağındım, bana yaslanıyordun. Beni bıraktın da yeni bir dayanak yaptın ve ona yaslanıyorsun işte bu ayrılıktan dolayı inliyorum.”
Resullah (S.A.V) ağlayan direği kucaklayarak teselli edip susturduktan sonra sordu:
“Sen bu kurumuş halinden meyve verecek hale dönerek meyvelerinden herkesin yemelerini mi istersin yoksa öteki âlemde bir cennet selvisi olarak sonsuza kadar hep terü taze mi kalmak mı istersin?”
Direk dedi ki ”Daima baki olanı isterim.” Ey gafil kişi dinle! Bir kütükten değersiz olma ve Hz. Peygamber din gününde kıyametle dirilsin diye o ağaç kütüğünü kendi minberinin altına gömdürdü.
Konuyu biraz açalım:
Hz. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra Eyyubel Ensari (Hz. Eyüp Sultan)’nin evine misafir oldu. Bu evde yedi ay misafir olduktan sonra Eyüp Sultan Hazretleri yanındaki arsaya bir mescit ve Hz. Peygamberimizin kalacağı bir odacık yaptırdı. Arsanın alınması ve mescidin yaptırılması için maddi kaynak Hz. Ebubekir tarafından karşılandı. Yapılan bu mescitte Hz Peygamber (S.A.V) ve Ashab-ı Kiram namaz kılar ve Peygamberimiz kalın bir kütüğe dayanarak mescitteki cemaate vaaz verirdi.
Hicretinin sekizinci yılından sonra Müslümanların çoğalması sebebiyle Mescid-i Nebevi ’ye bir minber yaptırıldı.
İşte Resul-i Kibriya Efendimiz ilk defa yaslandığı hurma kütüğünden ayrılarak cemaate vaaz vermek için yeni yaptırıla minbere çıktığında Hz. Mevlana’nın Mesnevisinde anlattığı mucize gerçekleşti. O hurma kütüğü herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle inlemeye başladı. Hz. Peygamber Efendimiz hemen minberden inerek ayrılık acısıyla inleyen hurma kütüğüne sarıldı, onu teselli etti.
Ashab-ı Kiram’ın ileri gelenlerinden Cabir Bin Abdullah Hazretleri bu yaşanan mucizeyi görerek şöyle demiştir:
“Efendimiz hurma kütüğünü kucakladığında kütük ağlayıp ağlayıp da anasının kucağına geldiği zaman susan ama eski ağlamasının tesiriyle nefesi hıçkırarak içini çeken bir bebek ses çıkarıyordu.”
Hz. Peygamber, o inleyen hurma kütüğünü Mescid-i Nebevi ’deki minberin altına gömdürdü. Şu anda halen o hurma kütüğü orda gömülü durmaktadır.
Yorumlar
Kalan Karakter: