HARİCİYE VEKİLİ İSMET PAŞA’NIN, BÜYÜK MİLLET MECLİSİ KÜRSÜSÜNDE KURTULUŞ SAVAŞI’NIN ÖZETİNİ VE NASIL KAZANILDIĞINI AÇIKLAYAN İLK KONUŞMASI
30 Ekim 1922’de Ankara Hükümeti’nin İtilaf Devletleri’ne LOZAN KONFERANSI’NA katılmayı BİLDİRDİKTEN SONRA, Ankara’ya gelen Hariciye Vekili İsmet Paşa, Büyük Millet Meclisi kürsüsünde KURTULUŞ SAVAŞI’NIN özetini ve nasıl kazanıldığını açıklayan ilk konuşmasını şöyle yapmıştır:
“Arkadaşlarım!
Mudanya Konseyi’nde kararlaştırdığımız biçimde savaş çarpışmalarını tatili Garp Cephesi’nde iki seneden beri yaptığımız sefere ara verilmiştir. ara verdiğimiz hareketler, hakikatken baştan nihayete kadar her safhası ayrı ayrı iade olunmuş seferdir. Vatanım ız için belirli ve imha maksatlıyla tertip ve tertip edilmiş olan bir istila planının tatbikine karat verilmişti. Mücadelemizin başlangıcında düşmanlarımızın sayısı ne kadardı ve kaç huduttan hücum ediyorlardı. Bunu bugün saymaya çalışırsak müşkülata (güçlükler) uğrarız. Garp Cephesi’nde aleyhimize takip olunan sefer, iştial suretiyle başladı. Her defasında memleketimizin belirli bir kısmını istila ettikleri vakit, bütün direnme sebeplerimiz bitmiş zannediyorlardı. Onun için Uşak’ı, Bursa’yı kaybettik ve onların taarruzlarının ikinci önünü de (savaşında) bir memleketi bir sömürgeyi istila eder gibi muhtelif kollardan ilerlediler. Nihayet ayrıntıları Yüksek Meclis’inize malûm olan bu seferler, Sakarya’da istilâ planlarının muazzam hududunu gösterdi.
Yunanistan, bütün nüfusunun ve medeniyetinin ucunu getirebilecek en büyük bir ordu ile Yunan aklının, ilminin sevk ve idaresinin mümkün olan en muntazam eşkâli ile vatanın bağrına saldırdı. Bu emelleri, Sakarya’da başarısızlığa uğradığı vakit, Anadolu’nun batı tarafından istilâ edilmesi maddeten imkânsız olduğu âleme ilan ve ispat edilmiş oluyordu.
Bunu torunlarımız tarihin vasıtasız ve müşkül vaziyette bulunduğu zannolunan, Türk milletini devirmek için Yunanistan, son takatini, son kudretini Sarf etmesi olarak yorumlanacaktır. Sakarya’dan sonra ise doğrudan doğruya askeri olmaktan daha büyük bir medeniyet mücadelesi başladı. Kendisine hücum edilen Türkiye bütün kuvvetini toplayarak ANADOLU’SUNU müdafaa edebilirdi fakat taarruzi bir harp gibi çok araç isteyen çok birlik ve dayanışma isteyen, özellikle ilim, aklı ve anlayış isteyen medeniyet isteyen medeniyet savaşını Türkiye yapamaya muktedir değildir gibi batıl bir kanaate bütün dünya inandı ve bunu zihnine koydu.
Gerçi büyük bir taarruz savaşı yapmak müşküldü. Fakat bir seferin başından nihayetine kadar milletin sebeplerini ve vasıtalını memleket, müdafaası için almasını birleştirmesini ve onlara istikamet vermesini bilen Büyük Millet Meclisi, bir taarruzu yapmak için Ordumuzun muhtaç olduğu vasıtaları da temin etmiş idi. Ondan sonra millet büyük bir dayanışma gösterdi.
Bir milletin varını yoğunu toplayıp, diğer bir milletin varına yoğuna durarak üç günde hasıl olacak bir yenilgiye hasıl olacak bir neticeye bütün yazgısını bağlamak için, büyük milletlerin esasen, fiilen, vicdanen, kalben muhtaç olduğu bir takım vasıflar lazımdı. Bu vasıflarında milletimiz açıkça göstermiş oluyordu.
Sonra fen ve sanat sahasında bütün dünya erkânı harbiyesinin denetimi altında ve bütün hatalarının düzeltilmek vaziyetinde bulunan bir orduya karşı ve aklen ve fennen üstün olmak lâzım geliyordu. Bu imtihanı vermeye mecburduk. ALLAH’IN iradesi öyle o suretle tecelli etti ki, Yunan ordusunun taarruzumuz karşısında mağlubiyeti, Yunanlıların herhangi bir gafleti yüzünden, herhangi bir tesadüf eseri mahiyetinde de değildi. Vasıtaca, akılca, anlayışça ve milletin bütün genel vasıflarından üstün olan taarruzun hücumlarına dayandırarak mümkün olmadığı için, Yunan ordusunun mağlubiyeti bir emr-i tabii olarak gerçekleşti.
Çetin muharebe günlerinde verdiğimiz şehitler, kendilerinden sonra davalarının tam bir emniyetle takip olunacağını daima inanıyorlardı. Ordudaki ruh hali, her şeyi hazır bir düşman ordusu karşısında, hiç vasıtasız bulunduğumuz günlerinde bile mutlaka galip ve muzaffer olmak lâzım geldiği imanı ile dolu idi. (Bir mebus bağırıyor: “Bilhassa sizde Paşa Hazretleri!”)
Ondan sonra takip ettiğimiz hatt-ı hareket de milletin ordulara vermiş olduğu insan malzeme ve vasıtaların önemsizinden, en küçüğünden istifade etmek için son derece sebat ve dikkatle çare aramak yolunda idi. Daha sonra orduların asıl kuvveti ve dayanağı olan itaat, Büyük Millet Meclisi ordularında harikulade bir derecede idi. Başkumandana kadar aşağıdan yukarıya doğru bütün rütbeler silsilesinde emirlere yalnızca hakiki ve mutlak bir itimat ve emniyet, hakiki ve mutlak bir sevgi ve bağlılık vardı.
Bizim ordularımızı, Millet Meclisi ordularını diğer ordulardan ayıran, bu orduların bizzat milletin kendisi olması suretinde ifade olunabilir. Yani Büyük Millet Meclisi’nin takip ettiği gayeler baştan nihayete kadar, en yaşlı kumandandan en genç neferine kadar herkes tarafından bilinmiş ve anlaşılmıştır. O gayenin ne olursa olsun takip edilmesine ve alınmasına kanaat edilmiştir.
Bu derece şuurlu bir orduyu bizim tarihimiz şimdiye kadar görmemiştir. Bizim ordularımız, ahlâken ve fazilet itibariyle, bütün seleflerinden yüksektir. Osmanlı orduları devrinde, daha ondan evvelki devirlerde de, Türk orduları daima ahlâk itibariyle hürmete lâyık ve itibar derecesinde üstün olmuşlardır. Fakat Millet Meclisi orduları, bütün seleflerine öncelikli gelmiştir. (Bir ses: “Çünkü millet ordusudur!”)
Taarruzla Akdeniz’e vardıktan sonra, ordularımız manen kazandıkları yeni mertebeler kadar maddeten de servet kazanmış oldular. Savaştığımız Yunan ordusu, garp medeniyetinin kendisine verdiği en yeni vasıtalar ve malzeme ile donatılmıştı. Silâhlar, genel savaş ticaretine göre ve sayı itibariyle çok bol bir miktarda idi. Taburları bizim umumi harpte (Birinci Dünya Savaşı) bir tabura bıraktığımız malzemenin iki misli, üç misli, hatta dört misli ile karşımıza çıkmışlardı. Bütün bu vasıtalar bizim memleketimizde ve elimizde kaldı. (“Hamdolsun” sesleri.)
Talîm ve terbiye ve büyük hareketlerin sevk ve idaresi bakımından umumi harbin bütün tecrübelerinin neticelerinizde bütün malzemesi gibi Büyük Millet Meclisi ordularına devretti. Gerek malzeme itibari ile gerek talîm ve terbiyeye, tecrübe itibarıyla bugün Akdeniz kıyısında oturan Büyük Millet Meclisi orduları, zamanın en büyük ordularından sayılsa yeridir. (Şiddetli alkışlar.)
Ordularımızın diğer bir niteliğini de arz etmek isterim. Buda ordularımızın en emin bir barış aracı olmasıdır. Yunan ordusunun şarkta nasıl bir anarşi ve haydutluk yarattığını hepimiz ve bütün dünya senelerce seyrettik. Hâlbuki bizim ordularımız meydana çıktıktan ve muzaffer olduktan sonra, şarkın her yerinde de sükûn ve düzen gelmiştir, yerleşmiştir. Onun için bizim ordularımız, insanlara yalnız barış, emniyet ve asayiş temin etmek için vücuda getirilmiştir.
Bundan başka Büyük Millet Meclisi ve Hükûmeti, ordularını her zaman kullanmak istedi ise, evvela sulh için mümkün olan bütün vasıtalarını kullanmıştır.
Londra’da bizim heyetimizin en mütevazı ve en haklı tekliflere kaanat etti. Devletler hakkımızı teslim etmek istemediler. İkinci İnönü Harbi’ni yaptık. Devletler bir sulh çaresi bulmak için aralarında konuşuyorlardı. Yunanlılar Sakarya’ya kadar ilerlediler ve boylarının ölçüsünü aldılar. Ondan sonra garp devletlerinin payitahtlarında (başkentlerinde) meseleye sulh yoluyla halletmek için son gayretimizi yaptık. Son vasıtalara başvurduk. Yine hakkımızı teslim etmediler.
İşte şimdi Akdeniz’ e dayandık. Bunun üzerine de, karşımızda hiçbir engel kalmadığı halde, en büyük barışseverlik delili: muzaffer ve büyük ordularımız İstanbul boğazına ve Çanakkale boğazına temas ettikleri vakit itiraz götürmez barış emellerini bütün dünyaya göstermek için Büyük Millet Meclisi ordularının ancak barış aracı olduklarını ispat ettiler.
Eğer bir gün dünya barışını muhafaza için ordulara yol vermekten başka çare olmadığına inanırsanız. BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ORDULARI, 26 AĞUSTOS’TAN 10 EKİM’E KADAR BİR BUÇUK AYDA YAPTIKLARINI DAHA AZ ZAMANDA DA YAPACAK BİR KUDRETTEDİRLER. BUNA EMİN OLABİLİRSİNİZ.)
ALINTIDIR
LOZAN, ALİ NACİ KARACAN
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI
Yorumlar
Kalan Karakter: